Halil Karapaşaoğlu’nun Afrika Gazetesinde “Apartman boşluğu” başlıklı köşesinde yayınlanan yazısı
İpsillat’ta yere yakın durarak köyümü izlerken, Lefkoşa’da apartmanın en üst katından şehere bakıyorum.
Geceleri, herkes kendi içine çekilirken…
Köyümde yıldızlar parlar…
Şeher de tek tük odalardan gelen soluk ve soğuk ışıklar…
Geceleri ne tanrılar kalır ne de peygamberler…
Polislerde gider askerlerde…
Politikacılar, kendine devrimci diyen maskeli oyuncular…
Onlarda gider, kendi içlerindeki çirkefin içinde uykuya dalarlar…
Gece onları, onlara kusar…
Kafalarını yastığa koyunca, gündüze sığdırmaya çalıştıkları nutukları, sözde devrimci söylemleri, broşürleri, afişleri, televizyonlardaki şovları…
Sahte ilkeleri, programları ve özgürlüğe ait olmayan kirli sözcükleri…
Gecenin içinde rüzgarla süzülen kara çarşaf gibi çürümüş bedenlerini sarar…
Çok kalabalıktırlar! En örgütlü! En devrimci…
Onlardırlar gündüzleri…
Ya geceleri…
En yalnız! En örgütsüz! En konformist…
Geceleri, o kadar bir korkaktırlar ki, bilmedikleri sokaklara giremezler…
Bilmedikleri hayatları keşfedemezler…
Yeni bir yaşamın hayalini bile kuramazlar…
Cesaretleri ceplerindeki üç beş kuruş paradan, devlette oturdukları rahat koltuklardan gelir…
Bazıları anasının mevkisinden, bazıları ailesinin ekmeğinden öter…
Geceleri sessizleşirler, yataklarında çırılçıplak kalarak rüyaların içinde kabuslar görürler…
Ne mevkileri kalır, ne anaları, ne de ailelerinin sağladığı konformist hayatları…
* * *
Televizyonun…
Kapalı bir kutunun…
Stüdyonun içinde,
Yığınlara, en kutsadıkları ilahi varlığa; halka
Çağrıda bulunurlar…
Farklı farklı konuşsalar da,
Aynı yerde buluşurlar…
Mühür isterler partilerine…
Muhafazakâr sağından,
Radikal soluna…
İnsanlar sanki ne yapacaklarını bilmezmiş gibi,
Kendi düşüncelerini cazipleştirmeye çalışırlar, mühür isterler…
Onlar akıllıdırlar bizse aptallar!
En doğruyu onlar görürler…
En doğruyu onlar bilirler…
Sonra aldıkları oylarla sağda solda ya ahkâm keserler…
Ya da bu halktan bir bok olmaz derler…
Pazarda, seyyar bir satıcının bağıra bağıra karpuz satmaya çalışması gibi…
Satmaya çalışırlar en kutsal düşünceleri…
İlk önce aday dilenirler…
Adını ver yeter derler…
İnsanların ne kapısını bırakırlar çalmaktan ne de telefonlarını aramaktan…
Kırılıncaya kadar kapılar…
Telefonlar…
Denerler…
Sonra çıkarlar biz diğerlerine benzemeyiz derler…
Sıra kavgası etmezler…
Bölge kavgası etmezler…
Derler demesine ama…
İçlerinde ne kavgaların…
Ne kırgınlıkların olduğunu…
Bizler gündüzün içinde gece gibi yaşayanlar biliriz…
Ne bok olduklarını…
Ve bir kez daha utanırız insan olmaktan…
* * *
Bazılarımız gidecek sandıklara…
Bazılarımız gitmeyecek…
İnsanlar bölünecek ikiye…
Sonra üçe, beşe…
Herkes kendi tekkesinde…
Büyük değerlendirmeler yapacak…
Tekke başları yine umut pompalayacak…
Sürünün içindekilere…
İnandırmaya çalışacak…
Ne kadar özel…
Ne kadar çalışkan…
Ne kadar devrimci olduklarını…
İnsan hep korkacak sürüden ayrılmaktan…
Göremeyecek sürünün ötesindeki hayatı…
Korkutacak tekke başı…
Yok olup gitmekten…
Popüler kimlikleri yitirmekten…
Korkacak sürüdekiler…
Sürüdekiler tekkeden ayrılmadıkça, ayırdına varamayacak gösterilenle görünenin farkını…
Ve hep kendi içlerinde yarattıkları kapalı kabile hayatında,
Sanacaklar ki dünyayı kendiler kurtarabilecek ancak…
Ancak dünya onların etrafında dönebilecek…
Öyle sanacaklar…
“Truman Show”daki gibi yaşayacaklar…
Yaratılan gökyüzünün…
Sokakların…
İnançların…
Paylaşımların…
Sahte bir kağıt parçasından ibaret olduğunu, fark edinceye kadar…
Takip edecekler tekkelerin başını…
* * *
Ne tanrılara kalır gece
Ne de peygamberlere…
Sifon çekilince
Lağım sularına karışır
Her tekke…