İnsan taraf tutup da sorumluluk aldığını bilmeli ve taraf tutmak yerine objektif olmayı seçmelidir.
Mısır bu kez bu düşünceme kanıt oluşturuyor. Nasıl ki Gezi parkı olaylarında şiddete başvuranlar Gezi parkına toplananları şiddete başvuranlar bahane edilerek suçlamışlardı ve hala suçlamaya devam ediyorlar tahrir meydanına toplananları da Mursi yanlılarının toplantılarını silahlı ve sopalı saldırganlar olarak suçlamaya başladılar.
Başlangıcında da Tahrir toplantısının yasalara aykırı olduğunu söyleyen Mursi yandaşları bastırılmasını talep ediyordu. Ancak Mursi barışçı olmak şartıyla bunun bir hakkın kullanılması olduğunu kabul etmişti. Ancak yüzbinlerin toplanmasını hazmedemeyerek seçilmiş birisi olarak erken seçim çağrısı yapmayı reddetmiş ve reformlar yapma sözü vermeyi de şeriat ve yaptığı anayasal değişiklikleri savunmaya devam etmişti.
Şimdi karşımızda Tahrir meydanına yapılan saldırı ve karşı toplantı çağrılarıyla lekelenmiş bir karmaşa var. Parçalanmış dini siyasi gurupların karıştırdığı kamuoyu tahrir meydanında toplanmış memnuniyetsizlerin protestolarına karşı fırsat aradıklarını gösterdiler. Mursi belki de şiddete karşı olduğunu söylerken doğruyu dile getiriyordu ama onun icraatı dini siyasete karıştırdığının bir delili idi. Onun için dini siyasete alet etmekten korkan kalabalığa umut vermiyordu. Mollaların İslam’da yeri olmadığını söyleyenlerin lafına kulak vermek olanaksız olduğu için ortada fetva verip duran Mollalardan bıkıp usanmış İslam ülkeleri bir türlü ortak bir kararla laikliği benimseyemiyor; o nedenle olmalı ki aydınlar, solcular, sağcılar, liberaller ve kabileler ve saireler ile çıkar çevreleri ortak bir refleks geliştirmiş değiller. Ortada silahlı kuvvetler diye bir güç var. Onun bir kast gibi çıkarları var.
Mursi yanlıları askeri bir yere yürüyerek Mursi’nin orada olduğu sanısıyla protesto gösterisi yaptılar ama insanlar askerin ateşiyle canlarından oldular. İddiaya göre aralarından bazıları silahlı ve tehlikeli idiler ve askerden de ölü ve yaralı var.
Bu bir provokasyon mu idi yoksa terörist müdahale mi oldu?
Gerçek ortaya çıkacak ama ne zaman?
Toplumları zehirleyen yalan dolandır. Yalan karşı mücadele, mücadeleye değer şeylerin başında gelir. Bunu Orta Doğu hakları artık öğrenmek zorundadır.
Bizde de yalan egemen olduğu için yani insanlarımız başarı için yalana başvurmaktan çekinmediği için seçimlerde kimi seçsek bir şey değişmeyecek fikri ortada dolaşmakta değil mi? Seçeceğiz ama sözüne güvenmediğimiz siyasiler arasında tercih yapamıyoruz. Tabii buralarda seçimle gelmek size güç verir mi diye düşünmeden de edemezsiniz. Değil mi?
Mursi ben seçilmiş birisiyim deyip halkın isteklerine kulak vermeyi reddetti. Önemli kararları alırken muhaliflerin isteklerini yok sayamazsın. Demokrasi seçimden sonra dilediğini yapmak değildir. İnsanlık değerleri var ve azınlık hakları dokunulmazdır. İnsanlık değerleri seçilenlerin yetkisini sınırlandırır. İnsan hakları beyannamesinde bulunan hususları seçildin diye ihlal edemezsin. Hatta değiştirmek veya kaldırmak için referandum bile yapamazsın.
Mursi de olsan yapamazsın. Bunu öğrenmedi isen seni askere teslim ederler. Daha sonra pişman olmasalar da askerden kurtulmak için kavgaya devam ederler. Etmezlerse başkaları kavga eder.
Bazı ülkelerde anayasa da vardır ve seçilsen de anayasayı ihlal edemezsin. Seçilmişler anayasa sınırını geçmekten çekinmezler. Yargıçları, bağımsız kamu idaresi düşüncesini hazmetmedikleri için bağımsız yargıç olarak da hazmetmez ve anayasaya saygı denetimine izin vermezler.
Ancak bizim anayasamız bile anayasaya güvencenin anayasa mahkemesinde değil “Asıl güvencenin yurttaşların gönül ve iradelerinde yer aldığı inancı ile, özgürlüğe, adalete ve erdeme tutkun evlatlarının uyanık bekçiliğine emanet eder” diye yazar. Halka anayasal düzene sahip çık der. Son dayanak sensin der. Bu tabii ki temel hukuk ilkelerine güvence olun demektir.
Seçildim ben bilirim diyenler çağ dışıdırlar ama başkaları da var çağdışı olan. Anayasaya güya sahip çıkanlar vardır ama onlar da sae3çildim ben bilirim demekten çekinmezler. Benimle beraber anayasa komitesinde yasagücünde kararname yetkisini tartışırken şimdiki gibi kararname geçirilemeyeceğini elbette öğrenmişlerdi ama şeytana uyup anayasaya aykırı olarak kararname geçirmekten çekinmeler. Yetkiyi yasayla yüksek dereceli ve çoğunluğu kendilerinin atadığı memurlara devrettikten sonra bile onların yetkilerini kullanmaktan çekinmezler ve anayasayı ihlal ederler. Karşısında ceza maddesi konmadı diye veya kendilerini mahkemeye verecek merci belirtilmedi diye ben seçildim ben bilirim iyisini diye hareket ederler.
Ne yapsın halk? Direnme hakkı anayasadadır ve anayasa diren der. Direnene hakkındır da der. Gel gör ki polis izin almadın diye dağıl deyince dağılmazsan sopayı anayasaya uygun olarak sana atmaya kalkar. Anlat bakalım hakkın özü ihlal edildi ve tazminat ve polisin cezalandırılması gerekir diye. Kim seni dinleyecek. Onun için de direnmekten başka yol yok.
Tahrir’de de Gezi’de de halkın daha doğrusu bir takım insanların direnme hakkı ihlal edilmiştir.
Bakın AİHM Türkiye’ye izin almadı diye halkı zorla dağıtan polis suçlu bulunarak cezaya çarptırılmıştır. Annadınız?
Halen bir çok Mısır uzmanı askeri baskınlığın kalkacağını mı, seçime Mursi yanlılarının katılıp sükûnetle demokrasiye geçileceğini mi yoksa çare bulunamayıp yeni bir Suriye yani en büyük gurup olan dinin siyasete karıştırılmasına karşı olanlara rağmen radikalleşen dincilerin şiddet eylemleriyle uğraşan bir durumun mu yaşanacağını tartışıyorlar.
Bizim hukukçular rüşvet suç mu diye ceza yasasını tartışadursun insan hak ve özgürlüklerine saygıyı ve kullanılmalarına destek olmayı yüklenen devlet güçlerinin bazılarına karşı hakkını kullananlar sokaklarda dövülüyorsa aşırı güç kullanımı ne demektir diye kafa yoralım. Görelim ki hukukun üstünlüğüne daha çok yolumuz var. Engel olan da taraf tutarken taraftar olmamızdır.