Editörün notu: her süreç kendi somut koşulları içinde değerlendirilmesi gerekir. Çeşitli dönemdeki seçimlerdeki çeşitli siyasi yapıların tavrı da gene kendi somut koşullarda değerlendirilmesi önemlidir. aşağıdaki alıntılar bugünkü tartışmalara benzerlikleri göz önüne alınarak, 1979 yılındaki Türkiye’deki seçimlere dair Devrimci Yol Dergisinde yazılanlardan derlenmiştir.
Sayı:31, Ekim 1979
(…)
1. Boykot’a “zamansız” olduğu, “sağ güçlerin – faşistlerin işine yarayacağı”, vb gerekçelerle itiraz eden tüm oportünist gruplar, teorik dayanak olarak “bugün ülkemizde bir devrimci durum bulunmadığı” görüşünü ileri sürmektedir. Onlar “kitleler burjuva parlamentosunu tümüyle reddederek ayaklanmaya hazır hale gelmemişse parlamento seçimlerinin Boykot edilemeyeceğini” ileri sürmektedirler. Bu görüşlerini desteklemek için de Lenin’in özellikle İngiliz ve Alman “sol”ları için (ünlü “Sol” Komünizm isimli eserinde) ortaya koyduğu görüş ve eleştirileri kaynak göstermektedirler.
Sorun öncelikle yöntem açısından bu şekilde ele alınamayacağını ortaya koymak gerek gereklidir. Marksizm karşılaşılacak sorular hakkında hangi durumlarda ne şekilde hareket edilebileceğini gösteren bir reçete olarak görülemez. Örneğin seçim ve boykot konularını ele alalım. Marksizm-Leninizm’de seçimler konusunda hangi durumlarda ne şekilde hareket edileceğini gösteren davranış formülleri aramaya kalkmak büyük ustaların bu konulardaki çözümlemelerini birer “reçete”, kitaplarını da birer “reçete kitabı” olarak görmek Marksizm’in en temel özelliklerini kökten yok etmek demektir. Eğer Marksizm bu şekilde bir dogmalar yığını olarak görülebilseydi, onu uygulamak da kitaba bakılarak, orada yazılan şeylerin tekrarlanmasından ve yapılmasından ibaret bir şey olarak son derece basit bir “uygulama” sorunu haline gelirdi. Lenin, “ezbercilikle Marksizm’in öğrenilemeyeceğini” söylerken, her şeyden önce Marksizm’in böyle bir saçmalığa indirgenemeyeceğini ortaya koyuyordu.
Bununla, elbette ki Marksizm’in burjuva parlamentarizmi ve parlamento seçimleri konusunda hiçbir temel ilke ihtiva etmediğini ileri sürmüyoruz. Marksist ustalar bu kurumların özünü açıklıkla oraya koymuşlardır. Ve bu kurumlar karşısında Marksist tavrın özünü ortaya koymuşlardır. Gene Marksist ustalar, mücadele anlayışı ilkeleri açısından bu kurumlara katılmayı ilke olarak reddeden anlayışların yanlışlığını da ortaya koymuşlardır. Hangi durumlarda seçimlere katılabilir, hangi durumlarda boykot yapılabilir? Bu noktadan itibaren, yani bu kurumlar karşısındaki davranış biçimlerine ilişkin olarak ise, sorun bütünüyle somut koşulların somut tahlili temel ilkesi ışığında, Marksizm’in yaratıcı bir anlayışla uygulanmasına ilişkin bir sorun haline gelmektedir. Burada artık, bu konulardaki örneğin Lenin’in Rusya, İngiltere, İtalya, Almanya gibi ülkeler için o tarihi koşulları inceleyerek ortaya koyduğu çözümlemelerin, önerilerin, bugünün Türkiye’sindeki Senato Seçimleri konusunda uygulamaya kalkılması söz konusu olamaz. Yani örneğin, Lenin’in İngiliz ve Alman “sol”ları ile olan tartışmalarda “bir genel ayaklanma koşulları bulunmadığından, parlamenter mücadele yollarının reddedilmemesi gerektiği” şeklindeki çözümlemelerinden kalkılarak, “Türkiye’de Lenin incelediği duruma benzer bir durum varsa seçimlere katılmak gerek, hayır bir genel ayaklanma için gerekli gördüğü koşullar varsa o zaman boykot yapılabilir” şekilde bir tutum teorik olarak tamamen saçma bir şeydir.
Eğer gerçekten böyle bir şey geçerli olsaydı, gene Lenin’in İngiliz komünistleri için “henüz emekçi kitleler açısından bir umut olarak görülmesi nedeniyle İngiliz İşçi Partisinin desteklenmesi” önerisinden kalkılarak Türkiye’de de “CHP’nin desteklenmesinin doğru olduğu” sonucunu çıkarmak mümkün olabilirdi.
İşte bizim oportünistlerimizin yaptığı da bütünüyle bundan ibarettir. Bu anlayışın ya da yönetsel çarpıtmanın varıp dayandığı yer ise ayaklanma koşullarının hazır olacağı bir döneme kadar barışçıl ve parlamentarist mücadele yöntemlerini temel alan revizyonist çizgidir. Bütün Boykot aleyhtarı grupları ayni siyasi tavırda birleştiren ortadaki ideolojik temel budur.
2. Oportunist gruplar boykot tavrımızı eleştirirken birçok yerde, bizim ilke olarak seçimlere katılmayı reddettiğimiz iddiasından hareketle, Lenin’in “Sol” Komünizm kitabından aktarmalara başvuruyorlar. Bu soytarılıktan başka bir şey değildir. Biz, bizim gibi sömürge, yarı sömürge bir ülkede, devrimin uzun süreli bir silahlı mücadele yolundan geçerek gerçekleşeceği bir ülkede, barışçıl mücadele yöntemlerinin (ve bunun biçimi olan parlamenter mücadelesinin) temel alınamayacağını ama bu yöntemlerin de reddedilemeyeceğini söylüyoruz. Devrimci Mücadelenin genel gelişimine bağlı olarak belirli koşullar altında seçimlere katılma, bağımsız adaylar çıkarmak veya bir partiyi (veya partiler blokunu) desteklemek mümkün olabilir. Hangi koşullarda hangi tutumun doğru olabileceği ise bütünüyle Devrimci Mücadelenin genel gelişimi içinde belirlenen somut siyasal görevlere bağlıdır. (Yoksa bindokuzyüz bilmem kaçta İngiltere’de veya Rusya’da Lenin’in boykot için aradığı koşulların var olup olmamasına göre değil.) Bugün de, kısmi senato seçimlerini boykot tavrını, etraflıca açıkladığımız somut tahlil ve tespitlere dayandırılarak belirliyoruz. “seçimlerin, sıkıyönetimin faşist baskısı politikalarına karşı direnişin yaygınlaştırılması ve halkın kendi iktidar alternatifinin ortaya konulması noktasından ele alınması gerektiğini” söylüyor, bu siyasal görevlere en uygun seçim taktiğinin bugünkü koşullarda BOYKOT tavrı olduğunu belirtiyoruz.
Buna karşılık bütün Boykot aleyhtarları ise, bir devrimci durumu veya ayaklanma koşullarının bulunmaması nedeniyle Boykot’u “zamansız” olmakla suçlarken, ayaklanma için gerekli bir devrimci durumun oluşmasına kadar barışçı-parlamentarist mücadele biçimlerini temel alan bir anlayışa dayanmaktadırlar. Bu ülkemiz açısından katıksız bir revizyonizmi temsil eder. Bu anlayışın pratikte ulaştığı nokta ise bugünün siyasi görevlerini, faşist baskı politikalarına karşı mücadeleyi ikinci plana atmaktan başka bir şey değildir.
(…)
3. Boykot tavrını, kitlelerin politikadan uzaklaştırılması olarak değerlendiren şaşkınlar da görülmektedir. Bunu birçok oportünist grup ileri sürüyor. TİP sözcüsü de TRT’deki bir demecinde “boykotun kitleleri politikadan uzaklaştırma amacına yönelik olduğunu ve faşizme hizmet etmek için olduğunu” söylüyordu. Bazıları da kitlelerin seçimlere katılmama eğilimi içinde olmalarını, sandığa gitmemelerini “politika dışında kalmak” (!), “faşizm hizmet”(!) olarak değerlendiren müthiş tahliller yapıyorlardı.
Kitlelerin parlamentodan ve mevcut düzen partilerinden umudu kesmiş olmalarını böyle çok tehlikeli –hem de faşizme hizmet anlamına gelen- bir “apolitikleşme” olarak görenler için, herhalde en mühim devrimci görev (!) parlamentodan umudunu kesin kitlelerin yeniden parlamentoya umut bağlamalarını sağlama ve böylece onları yeniden politika içine çekme(!) görevi olmaktadır.
(…)
Bu “küskünler ordusunu” parlamento ile ve düzenin diğer kurumları ile barıştırmaya çalışmak ancak ve ancak burjuvazinin işidir ki bizim boykot aleyhtarlarımız şimdi bu “devrimci” görevlerini(!) Ecevit’le, U.Mumcu ile, Hürriyet ve benzerleri ile birlikte yerine getirmeye çalışıyor.
Her önemli siyasal olay karşısında belirli gruplar tarafından ortaya konulan siyasal tavırlar bu grupların sınıfsal muhtevasını bütün ideolojik dayanakları birlikte zorunlu olarak açığa çıkarmaktadır.
Bu olay da gerçekleşen şey de bundan ibarettir.