.Yeniçağyeniçağ güncelİnal Batu, elçilik ve nüfus; "Türkiye'den Kıbrıs'a nüfus aktarımını elimize yüzümüze bulaştırdık"
yazarın tüm yazıları:

İnal Batu, elçilik ve nüfus; “Türkiye’den Kıbrıs’a nüfus aktarımını elimize yüzümüze bulaştırdık”

Yeniçağ podcastını dinleyin

274649Kıbrıs’ta büyükelçilik de yapan İnal Batu bugün (5 Ağustos) hayatını kaybetti.

Akademisyen Gül İnanç’ın “Büyükelçiler Anlatıyor: Türk Diplomasisinde Kıbrıs (1970- 1991)” isimli kitabında diğerleri ile birlikte İnal Batu’nun da Kıbrıs’taki elçilik dönemine ait anılarına ve yorumlarına da yer verilmişti.

Ali Baturay 14 Mayıs 2007 tarihinde Kıbrıs’ın gazetesindeki “İnal Batu: Türkiye’den Kıbrıs’a nüfus aktarımını elimize yüzümüze bulaştırdık” başlıklı yazısında bunların bir kısmına yer vermişti.

Yazıyı bu vesile ile yeniden yayınlıyoruz:

 

Türkiye’den Kıbrıs’a nüfus aktarımını elimize yüzümüze bulaştırdık

Akademisyen Gül İnanç’ın “Büyükelçiler Anlatıyor: Türk Diplomasisinde Kıbrıs (1970- 1991)” isimli kitabından söz etmek istiyorum sizlere bugün.

Yakın tarihimizle ilgili tarih kitaplarında bulamayacağınız, birçok kişinin konuşmaya, seslendirmeye pek yanaşmadığı çok çarpıcı ayrıntıları “Büyükelçiler Anlatıyor: Türk Diplomasisinde Kıbrıs (1970- 1991)” kitabında bulacaksınız.

Büyükelçiler, görev yaptıkları dönemde gerek kendi yaptıklarını, gerek Kıbrıs’ta yaşananları, gerekse gözlemlerini anlatıyor ve okurken zaman zaman insanın tüyleri diken diken oluyor.

O zamanlar yaşananlar bugüne de ışık tutuyor, büyükelçilerin anlattıklarını okuyunca daha iyi anlıyoruz bazı gelişmeleri.

Kitapta, Kıbrıs’ta görev yapmış beş büyükelçiyle yapılan röportajlar yer alıyor.

Kitabı alırken doğrusu bu kadar ilgimi çekeceğini düşünmemiştim, gerçekten de öyle can alıcı sorular sormuş ki Gül İnanç, büyükelçiler, söylemek istemedikleri ya da normalde söylemeyecekleri şeyleri de söyledi.

Gül İnaç, 1970- 1976 yılları arasında görev yapan Asaf İnhan, 1976- 1979 yılları arasında görev yapan Candemir Önhon, 1979- 1984 yılları arasında görev yapan İnal Batu ve 1987- 1991 yılları arasında görev yapan Ertuğrul Kumcuoğlu ile röportaj yaptı.

İnanç, Kıbrıs gazetesi köşe yazarı Hasan Hastürer’in, görev süresi 2006’da sona eren büyükelçi Aydan Karahan ile yaptığı röportajı da ek bir bölümle kitaba aldı.

Kitabı aldığımda daha önsözünü dahi okumadan ilk baktığım ve oradan okumaya başladığım yer; İnal Batu’nun bölümüydü.

Ardından da Ertuğrul Kumcuoğlu ile yapılan röportajı okudum.

Neden İnal Batu ve Ertuğrul Kumcuoğlu’yla başladım?

Öncelikle bu beş büyükelçi içinde yaşım itibarıyla yetiştiğim, iyi hatırlayabildiğim büyükelçiler Batu ile Kumcuoğlu’dur.

Özellikle de neden İnal Batu ile başladım; çünkü, geçmişte Kıbrıs’taki muhalefet tarafından eleştirilen birisiydi.

Dahası, bugün dahi Kıbrıs’ta adı en çok geçen eski elçilerden birisidir.

Bir de politikacı olduğu (nitekim geçen hafta CHP’den istifa edip DYP’ye geçti) ve dobracı bir kişi olduğu için.

Dobracı olduğu için İnal Batu’nun ilginç şeyler söyleyebileceğini tahmin ediyordum ki yanılmadım.

Geçmişte muhalefet tarafından eleştirildiğini söylemiştim, bu eleştirilerin neler olduğunu da anımsatayım.

İnal Batu’nun büyükelçiliği döneminde ülkede dönemin cumhurbaşkanı Rauf Denktaş’ın ardından söz sahibi ikinci kişi olduğu, hatta kimilerine göre sözünün Denktaş’tan bile fazla geçtiği ve bu yetkilerini istismar ettiği, ülkede sağ partilerden yana taraf tuttuğu, sol partilere karşı yürütülen engelleme politikalarında başrolü oynadığı söyleniyordu.

Özellikle görevde bulunduğu son dönemlerde çok bariz Türkiyeli- Kıbrıslı ayrımcılığı yaptığı, hatta Türkiye’den gelen göçmenlerden oluşan bir parti kurulmasına önayak olduğu, önemli görevlerde bulunan bazı Kıbrıslı Türk bürokratları, hatta siyasileri çok kötü azarladığı iddia ediliyordu.

Bu iddialar bağlamında İnal Batu’nun söyleyecekleri benim için gerçekten ilgi çekiciydi.

Nitekim İnal Batu, Gül İnanç ile yaptığı röportajda, KKTC kurulana kadar, çok önemli görevleri bulunduğunu, Denktaş’tan sonra ikinci adam olduğunu, Türkiye’den gelen göçmenlerin parti kurması için önayak olduğunu ve bir dönem muhalefeti dışlayıp, mevcut hükümet ve Denktaş’ı desteklediklerini itiraf etti.

Kitaptan en fazla alıntıyı İnal Batu’yla yapılmış röportajdan yaptım, çünkü Batu, gerçekten çok çarpıcı şeyler söyledi.

İnal Batu, Gül İnanç’ın “1974 Barış Harekatı sonrasında Türkiye’den gelen göçmenlerle Kıbrıslı Türkler arasında yaşanan sorunları nasıl değerlendiriyordunuz?” şeklindeki bir sorusuna şu cevabı veriyor:

“Öncelikle, Anadolu’dan Kıbrıs’a giden insanlarımız oraya milliyetçilik ya da yüksek idealler uğruna değil, ekmek parası kazanmak için gitmişlerdir. Kıbrıs’a giden insanlarımız oraya yarı aç, topraksız, ekmek parası için gitmişlerdir, ‘gideyim de ben Kıbrıslı kardeşlerimi kurtarayım’ diye değil.

Osmanlı İmparatorluğu’nun beş asır önce büyük bir başarıyla yaptığı iskan politikasını Cumhuriyet Türkiye’si yapamamıştır. Cumhuriyetin iskan politikası son derece başarısız gerçekleşmiştir; bir anlamda, elimize yüzümüze bulaştırmışızdır bu işi. Bunu Almanya’ya ilk işçi gönderdiğimizde de yaşadık, farklı bir politika uygulanmış olsaydı bugün Türkiye’nin kaderi bambaşka olurdu. Türkiye, Almanya’ya, Avrupa’ya bilinçli bir işçi gönderme politikası yürütmüş olsaydı, Türkiye’nin imajı bambaşka olurdu. Aynı şekilde 1974’te Kıbrıs’a biraz vizyon sahibi, biraz kültürlü, biraz geçmişi okuyup geleceği görebilmiş insanlar gönderilseydi, bugün oradaki sosyal tablo çok farklı olurdu.

Oraya, daha önce de belirttiğim gibi çoğunlukla dar gelirli insanlar gitmiştir. Kıbrıslıların kafasındaki Türkiyeli imajı da büsbütün darbe yemiştir. Kıbrıs’a taşı toprağı altın diye giden kişiler kısa zamanda anlamışlardır ki, ne oranın taşı toprağı altındır, ne de Kıbrıs’ta yaşayan kardeşleri tarafından bağırlara basılacaklardır. Hatta tam tersi, birçok haksızlığa maruz kalacaklardır. Örneğin, hırsızlık ile ilgili aynı yasanın bir maddesi, Türkiye’den giden birisi için farklı, bir Kıbrıslı için farklı uygulanmıştır. (Sanırım İnal Batu, burada yargıçların takdir hakkını eleştiriyor).

Bugün hâlâ Kıbrıs’ın en fakir köyleri Anadolu kökenli olanların köyleridir. Mutsuzdurlar ve dönecek yerleri yoktur. Dönecek olsalar zaten çoktan dönerlerdi. Köprülerini yakıp gelmişlerdir. Türkiye’de bir şey bırakmamışlardır ki. Yaşam savaşı için oraya gitmişlerdir ve umduklarını bulamamışlardır. Tabii, istisnalar vardır ama ben genelden bahsediyorum. Şunu da belirtmek gerekir ki, Türkiye’den Kıbrıs’a giden insanlar sadece Kıbrıslılar ile sorun yaşamamışlardır. Ben görevim sırasında Karadenizlilerle Kürtler arasında yaşanan kavgaları yatıştırdığımı hatırlıyorum.

Geçmişte Türkiye kökenlilerin parti kurma girişimleri oldu, karma listeler oluşturuldu, biz de büyükelçilik olarak bu oluşumları destekledik. Dönemin UBP hükümeti de bu gibi girişimlere destek vererek, adayları listelerde öne çıkardılar, ancak, tercihli oy sistemi nedeniyle bu kişiler seçilemediler. Bunları yaşadık ve üzüldük. Bugün bu kopma daha da kesinleşti ve referandum sürecinde toplum bıçak gibi kesildi ortadan. Bugün itibarıyla Denktaş, yakınları ve Anadolu’dan gidenler ile Kıbrıs aydınları iyice bölünmüş durumdalar.”

Gül İnanç, İnal Batu’ya 1966- 1967 döneminde elçilik ile TMT arasında yaşanan sorunları anımsatıyor ve kendi döneminde de böyle sorunlar olup olmadığını soruyor.

İnal Batu’nun cevabı kısa: “Özel harp, derin devlettir, onun uzantısı da TMT.

İnanç yeniden ekliyor: “Bu üçlü yapı nasıl bir sorun yaratıyordu? Aslında bir de bunun hükümet ayağı var, Kıbrıs Türk liderliği ayağı var…”

Batu’nun cevabı yine kısa ama ilginç ve açılması gereken ifadeler: “Bir de Kıbrıslılar var. Üçlü değil ayak: Elçilik, Genelkurmay, Türk derin devleti, Kıbrıslı liderler ve Kıbrıslılar. Bu nasıl bir sorun yarattı diye mi soruyorsunuz?”

İnanç’tan “evet” yanıtını alınca da çok ilgi çelici şeyler söylüyor İnal Batu. Tabii biz biraz kısaltarak veriyoruz:

“… Kısacası Genelkurmayla TMT birdir. Ben büyükelçilerle de Genelkurmay veya TMT arasında bir problem yaşandığını tahmin etmiyorum. Belki bireysel bazı olaylar olmuştur, (İnal Batu, belki yaşanmıştır, belki olmuştur diyor ama bu tür olaylar olduğu bugün dahi anlatılmaktadır) mesela bir TMT komutanı falanca yerde birisine bir büyük haksızlık yapmıştır, şiddet kullanmıştır belki, bilmiyorum ya da o kişi, Genelkurmay ve büyükelçilik tarafından cezalandırılmıştır, geri alınmıştır. Ama gerçekleştiyse bunlar bireysel olaylar olarak kalmışlardır. Genelkurmay, büyükelçilik -büyükelçilik derken, Türk hükümeti- ve TMT arasında kurumsal bir çatışma olmamıştır. Geriye kalıyor Kıbrıs Türk yönetimi. O da 1980’li yıllara kadar çok zayıftı. Sistem içi muhalefet, yani Türkiye’ye bağlı, Denktaş’a ve onun arkadaşlarına karşı muhalefet, ancak 1970’li yılların sonunda, 1980’lerde başladı ve bu bir sol muhalefet olarak gelişti. İşte o dönemde CTP ile bizim kurumlar arasında çatışmalar başladı. Nitekim Özker Özgür, Alpay Durduran gibi Kıbrıslı liderler Genelkurmay, büyükelçilik ve Denktaş’ı üzecek, kızdıracak çıkışlar yapmaya başladılar. Onlara karşı bir şiddet uygulanmadı, radikal tedbirler alınmadı, ancak, onlar dışlandı. Seçimlerde bütün kurumlar açık bir şekilde mevcut hükümetin ve Denktaş’ın yanında yer aldı, bu şekilde sol muhalefete karşı konuldu. Bu tarz gerginliklerin yaşandığı dönemde CTP liderlerinin ellerindeki diplomatik pasaportlara el konulması ve onları suçlayan sert açıklamaların yapılması gibi oldukça sert tedbirler de uygulandı. Bu tür bir muhalefet eğer TMT döneminde yaşansaydı, birtakım Kıbrıslı solcu liderlerin bugün yaptığı çıkışlar o dönemde yapılmış olsaydı, iş şiddete dönüşebilirdi. Olmadı, ustalıkla geçiştirildi, bir evrim yaşandı ve bugün sol birinci parti oldu…”

İnal Batu, anlattığı dönemin, KKTC’nin ilanına kadar olan dönem olduğunu söylüyor. KKTC’nin ilanından sonra devlet protokolü değişmiş ve bu değişiklikleri bizzat Batu önermiş. Çok geniş yetkilerini iade ettiğini söyleyen Batu, bu durumu şöyle anlatıyor:

“… Kendi yetkilerimin azalmasını yazılı olarak bizzat ben talep ettim. Nedir bunlar? Mesela protokol sırasını değiştirttim, Türkiye Büyükelçisi hemen Denktaş’tan sonra geliyordu. Dedim ki, ‘artık böyle şey olmaz, artık burada başka bir devlet var, benim bu devletin başbakanından daha önde olmam, meclis başkanından daha önde olmam yakışık almaz’ ve kendi yetkilerimi azalttım. Bu anlamda atılan diğer önemli bir adım ise şuydu: Türk Büyükelçiliği’nin ikinci adamı bütün Bakanlar Kurulu toplantılarına katılır, ikinci bir başbakan gibi davranırdı ve akabinde büyükelçiye o günkü toplantıyı rapor ederdi, bunu ben 1984’te kaldırttım. Kısacası gelişmelere uyduk. Orada bizim tanıdığımız yeni bir devlet doğdu ve biz o devlete gereken saygıyı göstermek için gerekli protokol değişikliklerini yaptık. Tabii tam demokrasinin uygulanması, Türkiye ve KKTC ilişkilerinin daha sağlıklı zemine oturması zaman aldı. Bir TMT geleneği var, oralardan gelinmiş, Türk Büyükelçisi’nin Kıbrıs’ta ikici adam olması döneminden geçilmiş, tüm bunların aşılması zaman aldı.”

İnal Batu röportajından daha birçok çarpıcı bölüm var; örneğin Batu’nun dediğine göre, dönemin Türkiye Başbakanı Turgut Özal’ın KKTC’nin kurulduğundan haberi olmamış, sürpriz olmuş Turgut Özal için.

Yine İnal Batu, “Kıbrıslı Türklerin, Rumlara karşı oluşan güvensizlik paralelinde anavatana karşı bir güven duygusu doğmadığını ve bir anlamda boşlukta kaldıklarını” söylüyor.

Aslında İnal Batu röportajının her bölümü çok ilginç ama tümünü sayfamıza alamayız, artık geriye kalanları kitaptan okuyacaksınız.

Ertuğrul Kumcuoğlu’nun röportajında da çarpıcı bölümler var.

Kumcuoğlu, Kıbrıs’a gelmeden önce Kıbrıslı Türkleri sormuş soruşturmuş. Bir arkadaşının İrlandalı eşi Kumcuoğlu’na şöyle anlatmış Kıbrıslıları: “… Bakın, bunu başkaları benim kadar iyi anlayamaz; ben İrlandalıyım, yani adalıyım, Kıbrıs da bir ada. Dolayısıyla ada insanları, kıta insanlarından farklıdır; psikoloji olarak farklıdır, hayata bakış tarzı olarak farklıdır.”

İşte bu uyarı ile Kıbrıs’a gelmiş Kumcuoğlu ve gerçekten de farklı bulmuş Kıbrıslı Türkleri.

Kumcuoğlu, kendi gözlemlerine dayanarak şöyle anlatıyor Kıbrıslıları:

“… Kıbrıslıların birinci özelliği şudur: Ada’yı, bulundukları yeri, dünyanın merkezi sayarlar. Kıbrıs Türkleri için de böyledir bu, Kıbrıs Rumları için de. Dünyanın nüfusu 6 milyar ve onların nüfusu 1 milyonun altına ama bunu görmezler veya görmezden gelirler.

Bir de Kıbrıslılar korsan geleneğinden gelirler, Kıbrıs Türkü ya da Rumu olmaları fark etmez. Yani Kıbrıslılar uyanıktırlar, alıngandırlar, risk alırlar, fırsat beklerler, fırsatları değerlendirmeye çalışırlar, çünkü o küçücük adada hayatı idame ettirmek zordur.

Bir de Kıbrıs’ta inanılmaz bir iletişim hızı vardır. ‘Mağusa’da bir hikaye uydurun, hemen arabaya atlayın Güzelyurt’a vardığınızda Mağusa’daki hikayeyi herkesten dinlersiniz’ derler. Bunu Kıbrıslıların biraz dedikoducu oldukları şeklinde yorumlayanlar da vardır. Ancak, o küçük ortamda, insanlar vakit geçirmek için kendilerini biraz fazla dedikoduya kaptırıyorlarsa da bunu anlayışla karşılamak gerekir.”

Ertuğrul Kumcuoğlu da Türkiye’den Kıbrıs’a nüfus aktarımında kültür farkından oluşan sorunlar olduğuna işaret ediyor. İstanbul’a yapılan göçlerde yaşanan intibak güçlüğünün benzerinin Kıbrıs’ta da yaşandığını söylüyor.

Kimlikle girişlerin kendi zamanında uygulanmaya başlandığını anımsatan Kumcuoğlu, bu yöntemi savunuyor, bugün Avrupa ülkelerinde kimlikle girişleri örnek gösteriyor ve şu ilginç ifadeleri de kullanıyor:

“… Kaldı ki, Kıbrıs’a gitmek için benim insanımın pasaporta, nüfus cüzdanına mı ihtiyacı var? Türkiye’den bir tekneye binersiniz gece saat 22.00’de Balaban köyüne çıktığınızda kimsenin ruhu duymaz…”

Yeterince alıntı yaptık sanırım, diyeceğim o ki, “Büyükelçiler Anlatıyor: Türk Diplomasisinde Kıbrıs (1970- 1991)” adlı kitabı mutlaka almalısınız. Benim gibi bir solukta okuyacak, “vay be” diyeceksiniz…

- Advertisement -spot_img
- Advertisement -spot_img
5,999BeğenenlerBeğen
796TakipçilerTakip Et
1,253TakipçilerTakip Et
362AboneAbone Ol

yazılar

Yeniçağ Podcastını dinleyin