Gerçi biraz olaydan sapacağım ana direk veya indirek gene konumuz içine giriyor. Kıbrıslılık konusunda da konuşmak gerekiyor diye düşünmekteyim. Kıbrıslılık ideolojisi veya kimliği arzu edilendi ama hiç olmadı. Aksine anavatanların kimlik ve ideolojileri hâkim gelerek Kıbrıs’ın ikiye ayrılmasını da getirdi. Mavratsas, Elen Milliyetçiliğinin Kıbrıs’taki yönleri adlı kitabında:
“Kıbrıslılığın, şüphe götürmez şekilde Kıbrıs’ta Elen Milliyetçiliğine karşı tepki olarak gelişmiş olmasına rağmen milliyetçiliği araştıranlar, Kıbrıslılığın da milliyetçiliğin bir çeşidi olup olmadığı sorusunu sorabilir. Kıbrıslılık, milliyetçiliğin tespitinde kullanılan kriterlerden birçoğuna (ortak tarihe, ortak vatana ve ortak siyasi tarihe verilen önem) sahiptir” demektedir(sf.62).
Aynı yazar Kıbrıs’ın Turuncusu adlı kitaba verdiği makalesinde de şunları yazmaktadır:
“ Rum milliyetçiliği ve Kıbrıslılık arasındaki karşıtlık, genel anlamda sağ ve sol arasındaki politik ayrılığa benzemektedir. Fakat tarihi kökenine bakarsak, iki ideolojinin de toplumsal temellerini etkileyen görüntü çok daha karmaşıktır. 1960’lardan beri, Kıbrıs Rum milliyetçiliği, taşıyıcı gücünü, Kıbrıs Rum politikasına hâkim olan kent burjuvazisinden, papazlardan ve eğitimli Rum entelektüellerinden oluşan gruplardan almaktadır. Bu dönem dâhilinde milliyetçilik fikri, geniş halk kitleleri üzerinde hakim bir ideoloji haline gelmiştir. Yine bu dönemde “Enosis ”fikri kısık bir sesle de olsa komünistler tarafından dahi dillendirilmeye başlanmıştır. Ancak buna rağmen, milliyetçilik ideolojisi bu yıllarda sağcılar tarafından tek elde toplanmıştır. Aynı yıllarda Kıbrıslılığın durumuna bakacak olursak; bu ideoloji, politik solun yanı sıra, politik sol içerisinde yer almayan ancak bağımsız Kıbrıs devletinin mevcudiyetinden çıkar sahibi olan bazı elitler tarafından da sahiplenilmiştir. Her ne kadar, komünistler, 1963-1966 yılları arasında Enosis yanlısı bir tutum sergileseler de, Kıbrıslılık fikri, elbette AKEL, (Çalışan Halkın İlerici Partisi) tarafından dillendirilmeye devam edilmiştir” (sf.137).
Yine Stavros Tombazos, “Kıbrıs, Dün ve Bugün”(Derleyen Masis Kürkçügil) adlı kitaptaki “Kıbrıs Milliyetçilikleri” adlı makalesiyle şunları yazmıştır:
“Bu durum, bağımsız bir Kıbrıslılık bilincinin olmadığı anlamına gelmiyor. Bu unsurlar, 1960’lı yıllardan beri, özellikle solda itiraf edilmemiş ve “gizli” bir istek, bir “yeraltı” akımı olarak ortaya çıkıyordu. Yine de hiçbir bağımsızlıkçı söylem kamuoyuna açık biçimde ifade edilmedi, hiçbir toplumsal hareket açıkça bağımsızlık talebinde bulunmadı, hiçbir siyasal parti gerçekten ve her şeyden önce Kıbrıslı olduğunu beyan etmedi. Kıbrıs Rum komünist partisinin Kıbrıs Türk toplumunda sınırlı bir etkisi olmasına rağmen. Bu Stallinist kökenli parti, asla sınıfsal bakış açısına milliyetçi ideolojinin bakış açısı karşısında öncelik vermeye cesaret edemedi, hiçbir zaman Kıbrıs Rum milliyetçiliğiyle gerçekten yüzleşmedi, 1963’teki kanlı olaylar sırasında bile. Olaylara sebep olmadı, fakat bunları önleyecek güce sahipti. Bunu yapmadı, çünkü onda Kıbrıs Rum milliyetçiliğinden gerçek bir kopuşu isteme kararlılığı eksikti…”(sf.53).
Mehmet Yaşın, “Kıbrıs Şiiri Antolojisi” adlı kitabında milliyetçiliğin Kıbrıs Türk toplumuna nasıl girdiğini ve onu nasıl etkilediği üzerinde şunları söylemektedir(sf.94-95):
“Çağdaş Kıbrıslı Türk Şiiri’nin başladığı 1943’ü anlamlı bir dönemeç kılan birçok neden var: Bu tarih, Kıbrıslı Türk toplumunun ekonomik, siyasal, kültürel bakımdan yeniden örgütlenip, kendini; Kemalist Türkiye Cumhuriyeti ve Türk ulusu ile özdeşleştirdiği dönemin başlangıcıdır. Bunun bir ifadesi olarak, Kıbrıs Türk Azınlığı Kurumu (KATAK) bu yılda kurulur. Şiirdeki yeni kuşak da Türklük bilinciyle yükselir ve 1943’de, Ergenekon Kitap Kulübü tarafından Lefkoşa’da yayımlanan ilk Kıbrıslı Türk şiir seçkisi Çığ’la birlikte “Türk Kimliğinin” sözcülüğünü üstlenir.
Ne var ki, bu Türk kimliğinin dayandığı Atatürkçü altı ilkeden “Yavru vatan” Kıbrıs’a en fazla milliyetçilik ithal edilir. Gerek Kıbrıslıların bir “Dış Türk azınlığı olma durumu, gerekse İkinci Dünya Savaşı yıllarında yaygınlaşan Alman (Nazi) milliyetçiliğinin izleri, Kıbrıs tipi Kemalizm’de kendini gösterir. O kadar ki, Kıbrıs’ta Latin harfleriyle basılan ilk şiir kitabı, Türkiye’den Kıbrıs’a gelerek Kıbrıslı Türk edebiyatını etkileyen M. Turgut Sarıca tarafından yayımlanmış Ziya Gökalp’ın Şiirleri’dir (1933: Lefkoşa). Denebilir ki, Churchill-Gökalp-Atatürk harmonisi yaratıp, bu üçgenden Rauf Denktaş gibi bir liderin doğmasına ideolojik zemin hazırlayan Kıbrıslı Türk seçkinleri, Atatürk’ü de Ziya Gökalp’ın Mustafa Kemal’e Şiirler adlı kitabından öğrenecektir.
Tıpkı Ada’daki Elen ulusçuluğu da, Ülkenin toplumsal ihtiyaçlarına karşılık oluşturulabilecek somut siyasal önermelere sahip bir ulusal kimlik yaratamaz. Akıl dışı, gittikçe daha da çözümsüzleşen ve yabancılaşmış siyasal ideolojilerle bütünleşen dışsal bir olgu olarak Kıbrıslı aydınları en çok da onların ateşli sözcüsü şairleri sarar: Tom Nairn’in, “Cyprus and the Theory of Nationalism” başlıklı incelemesinde altını çizdiği şekilde, romantikçe idealize edilen anavatanlardan ithal yoluyla gelmiş ulusçuluk ideolojisi, dinsel mitolojik sembollerle yüceltilir”
Kıbrıs’ta AKEL’in sol bir parti olarak Helen Milliyetçiliğinin büyük ülküsünü parti tüzüğüne geçirmesi ve bunu benimser görünmesi elbette gelecekteki ayrılıkların da en büyük sebeplerinden biri olmuştur. AKEL’in kuruluşundan katıldığı ilk seçimlerde, 1943’e kadar “enosis”i savunması, yeni kurulan bir partinin olabildiğince geniş bir tabana oturtulması için benimsenmiş bir “taktik” olarak görülebilirdi. Ancak, AKEL’in “enosis”çi tutumu bundan sonra da sürdürülecektir. AKEL’in Kıbrıs siyasal sahnesindeki başlıca rakibi olan Kilisenin elinden “enosis” kozunu almaya, en azından bu kozu Kilise ile paylaşmaya çalıştığını, bunu 1960 ertesine kadar sürdürdüğünü görüyoruz. Eğer AKEL önderleri uzun yıllar boyunca bir “taktik” olarak “enosis”çiliği sürdürmüşlerse, bunu siyasal namusla bağdaştırmak mümkün değildir (Gürel, age.sf.16, İkinci Cilt). Kaldı ki AKEL’in bu tutumu, “enosis”e karşı çıkmayı, Kıbrıs Rum toplumu için bir “tabu” durumuna getirerek, 1960 ertesinde Kıbrıs Cumhuriyetinin yaşamasını engelleyen ikilemleri yaratmıştır. “Enosis” in “tartışılmaz” olduğu Kıbrıs Rum toplumu, bir yandan nesnel çıkarları açısından bağımsızlığı sürdürmek gereğini duyarken, bir yandan da “enosis”çi unsurlara ve Yunanistan’a gereğince karşı koyamayarak Kıbrıs Türk toplumuna karşı ayrılıkçı bir tutum takınıyor ve bağımsız Kıbrıs Cumhuriyetinin sonunu hazırlıyordu. AKEL’in de bu işte büyük günahı vardır ve bunun kökenlerini, AKEL’in milliyetçiliğinde, sosyalist devrimlerin de ulus devlet sloganlarından etkilenmelerinde ve gelişen sosyalist düşüncelerin Burjuva Demokratik Devrimlerinin etkileri altında aramak lazımdır. Tabi Sovyet Devrimi’nin 1917 sonrasında dejenerasyona uğraması yanında, Yalta Konferansı sonunda soğuk Savaş Dönemi ve Sovyet Bürokrasisinin kamış teorilerinde de aramak doğrudur. Yine Kıbrıs Rum Toplumunda gelişen Milliyetçiliğin köklerinin de sağlam olması ve de etkili olması da bunda büyük rol oynamıştır.
Kıbrıslı Rum aydın Kaysar Mavratsas bu şekilde “Elen Milliyetçiliğinin Kıbrıs’taki Yönleri” (2000,sf.43) kitabında gerçekçi bir analiz yapmaktadır:
“Elen ayaklanması başladığı zaman, Elen Aydınlanması düşüşteydi. 1821 ayaklanması özünde, Aydınlatma medeni ifadeleri henüz daha sadece bir belirti iken başlayan sosyal değişim prosedürleri sayesinde mümkün olan bir kırsal kesim savaşıydı. Osmanlı boyunduruğundan bağımsızlığın başarılmış olmasına rağmen, savaştan doğan devlet ile toplum, Elen Aydınlatması temsilcilerinin ümit ettiklerinden çok uzaktılar. Elen meselesinin nihai halli, Avrupa’da hâkim olan ve özünde Aydınlatma’nın siyasi hedeflerinin mağlubiyetini temsil eden yeni uluslararası atmosferle uzlaşılar içeriyordu. Büyük oranda-Avrupa politikasında yaşanan muhafazakâr dönüşe rağmen,-Aydınlatma’nın mağlubiyeti öncelikle Elen milliyetçiliğinin elde ettiği, Aydınlatma’nın manevi çocuğu biçiminde görüldü. Ulusal bağımsızlık ve devamında ulusal bütünleşmeye verilen önem, hem içte hem de dışta, Aydınlatma’nın manevi siyasi hedeflerinin reddine dayanan ittifaklar oluşturulmasına yol açtı. Prosedürde kaybolan husus, Aydınlatma ile siyasi cazibesinin özünü oluşturan eleştirici ruhu ile manevi mizacıydı. Ulus, bireyi yutmaya başladı ve bu gelişme Elen siyasi kültürü ile ideolojisinin temel unsurlarından biri haline geldi. Bu nedenle Aydınlatma, kendi doğurup beslediği kuvvetli milliyetçilik tarafından batırıldı. Aydınlatma fikirlerinin Yunanistan’daki karşılanışları ile kaderleri Batı Avrupa ile Kuzey Amerika’daki benzer prosedürlerden büyük farklılık gösteriyor. Yunanistan’da gerici çıkarlar ve ideolojiler tarafından mağlup edilirken, İskoçya ve ABD’de Aydınlatma hem ideolojik hem kurumsal olarak yayıldı…”
“Aydınlatma’nın siyasi ve manevi programı, özellikle dezavantaj yaratan yapısal çerçeve nedeniyle Yunanistan’da hayata geçirilemezdi. Aydınlatma’nın mağlubiyeti, başta yapısal iken, çok geçmeden ideolojik ifade de elde etti ve Elen Aydınlatması manevi ve felsefi eleştiri konusu oldu. Bunun sonucu nihai mağlubiyeti ve egemen siyasi kültürden atılmasıydı. Yenidünyadaki egemen entelektüel etkiler, çok geçmeden, Aydınlatma’nın özerk bireye karşın halkın önceliğini vurgulayan, (Volk) Alman romantizmine kaydılar. Doğan siyasi kültürde “gerçek değerler ve gerçek bilinç olarak ulus” , en yüksek manevi ve siyasi unsur haline gelerek bireysel özgürlük kavramını sabote etmediyse de gölgeledi. Bu yeni ahlak, ileri derecede muhafazakâr nitelikteydi ve esaslı sosyal değişim olasılıklarını imkânsız kılıyordu.
Sonuç olarak, “bir bilinç çeşidi olarak sosyal eleştiri modern Yunanistan entelektüel dünyasından tecrit edildi ve yerini, klasik geçmiş ile neo Elenci şimdiki zaman arasında devamlılık söylemine dayanan bir hoşgörüsüzlük, otarşi (kendine yeterlilik) ve özgüven duygusuma bıraktı. Bu nedenle geçmişe olan bu kısır bağlılık düzeni yasallaştırmak ve kaymak tabakasının çıkarlarını korumak için kullanıldı”. (Mavratsas,2000,sf. 44)
Elbette AKEL’in enosisçiliğinde bu yapılan derin analizin bir etkisi vardı ama başka nedenler de bulunmaktaydı. Mesela ideolojik nedenler de bunda başı çekmekteydi.
“Bu küçük üretim ilişkileri ortamında, tutuculuğun had safhada olmaması beklenemez. Böyle bir toplumdan kiliseye ideolojik olarak da karşı çıkabilecek bir ideoloji yaratacak düşünsel zenginlik üretmesi, elbette ki istenemez. Böyle bir topluluğun solcusu da, birleşik kaplar misalinde olduğu gibi, genel düzeye uygun öyle çok fazla zülf-ü yâre dokunmayacak, aykırı gibi görünse de her durumda suret-i haktan yana yorumlanabilecek fikirleri, bir güce dayandırıp savunmak durumunda kalır. Kilise, dine dayanıyorsaydı, AKEL de Moskova’ya o çok eski dosta kadim akrabaya dayanır, araya da KKE (Yunanistan Komünist Partisi)ni katar, varlığını böylece sürdürür ve hatta güçlendirirdi. Kilise ile felsefi anlamda aynı metodu kullanmak, hem çok kolay hem de nispeten tehlikesizdi.
AKEL’in hal-i pür meal’inin nedeni, bize kalırsa bu şekilde özetlenebilir.
Öte yandan ada Türkleri henüz sol felsefe ile karşılaşıp, onu anlayacak, eleştirecek, katkıda bulunacak durumda değillerdi. Unutulmamalıdır ki, 1944’ler, Kıbrıslı Türkler’in henüz biz İslam değil, Türk CEMAATİYİZ kavgası verdikleri yıllardır. Güya, ümmi bir topluluk olmaktan çıkılıp, milli bir toplum, milli bir kimlik kazanılmaya çalışılmaktadır ama, tanım olarak, bula bula, dini bir tanımlama önerilebilinmiştir. Yani aslında, dini bir kafa yapısı, başka bir deyimle, feodal ideoloji etkinliğini hala sürdürmektedir. Bu yapıdaki bir topluluğun, henüz ulusal aşamaya gelememiş bir kafa yapısının, sınıfsal bilinçle ilgili bir düşünce sistemini anlayıp yorumlayabilmesi zaten yeterince zorken, AKEL’in Stalinist yönetici takımı, kendi burjuvazisinin tezlerini ulusal hedef diye niteleyerek, Türkler’in gözünde, öteki Rumlar’dan hiçbir farkı olmadığını ortaya koymak bir yana, birden çok ulustan insanın yaşadığı bir adada, kendi ulusundan olmayanları dışlamanın, Sol’un elifbaşı ile bile çeliştiğini ya anlayamadı veya anlasa bile önemsemedi. İlki aymazlık, ikincisi ise düpedüz, utanmazlık.”
(Nazım Beratlı,1999, sf.144-145)
-DEVAM EDECEK-