(Polili Dergisi)
Otuz yıl önce dünyamızda haberleşme teknolojisi bugünkü kadar gelişmiş değildi. Bu nedenle Türkiye 68 ve 78 kuşağı, en kolay bir biçimde, kültürel bağlarının da daha yakın olduğu komşu ülkelerdeki “devrimci-demokrat” örgütlerle ilişki kurmayı denedi. Bunun için en yakın coğrafya olan Ortadoğu’ya açılabildi ve enternasyonalist dayanışmayı dünyanın bu kesimindeki ülkelerinde aradı. Tabii ki bunda da pek başarılı olamadı. Nitekim o yıllarda 68’lilerden birkaç öğrencinin (Deniz Gezmiş ve arkadaşları-hp) Filistin kamplarına giderek orada gerilla eğitim almalarıyla sınırlı bir enternasyonalist dayanışmanın ötesine gidilemedi. Zaten bölgede gerek İsrail, gerekse mezhepsel-ulusal çapta sıcak savaşların gerçekleştiği Orta Doğu’da “özgürlük ve demokrasi” değil, diktatörler iktidardaydı. Onlara bağlı olarak da bir çeşit askeri ve bürokratik kast örgütlenmesi devlete hakimdi.
12 Mart ile 12 Eylül askeri darbeleri sonrasında yurt dışına çıkmak isteyen 68 ve 78 kuşağı solcu gençler, daha çok Türkiye’nin Güney Doğu sınırından Suriye’nin yolunu tutmayı yeğlediler. Özellikle 12 Eylül sonrasında devrimci gençlerin pek çoğunun Suriye’de çok zor koşullar altında kalmış olması, hatta bazen Esad’ın gizli istihbarat teşkilatı “El-Muhaberatın” örgütünün gazabına uğrayıp, Türkiye cezaevlerinden çok daha kötü koşullarda Suriye cezaevlerinde ömür tüketmiş oldukları gerçeğiyle karşılaşırız.(1)
78 Kuşağında sadece TKP (2), o da siyasi ve ideolojik hegemonyası altında olmayı kabul ettiği SSCB’nin ve komünist partisinin düzenlemiş olduğu etkinliklere, konferanslara, festivallere, sendikacıların toplantılarına ve bir takım teorik eğitimlerine katılmak suretiyle “enternasyonalist dayanışma”yı o da ancak edilgen bir biçimde gerçekleştirmişti. Nitekim TKP’nin belki de kendisinden çok daha etkin olan gençlik örgütü İGD üyesi gençler Moskova Radyosunu dinlerken, TKP’de, SBKP’nin altında sönük-edilgen bir “komünist parti” olmaktan öteye gidemedi.
Öte yandan Türkiye devrimci hareketi içerisinde en çok kitleselleşen örgütlerden Devrimci Yol, teoride Latin Amerika, Kuzey Kore ve Vietnamlı sosyalist liderlerin (3) benimsemiş olduğu uluslararası siyasi çizgiye daha yakın olduklarını ilan edip durdu.
Buna karşın Türkiye’nin bazı köy, kasaba ve kentlerinde halk ve gençlik arasında önemli sayıda taraftar oluşturan Halkın Kurtuluşu siyasi hareketi de, Enver Hoca ve lideri olduğu AEP’nin (4) siyasi öngörülerinin peşinden savruldu.
Her zaman küçük bir grup olmaktan öteye gidemeyen Doğu Perinçek’in PDA (5) hareketi ise kendisine ÇKP’yi (6) ve Mao’nun teorisini örnek aldı.
Bütün bu 78 Kuşağı örgütler, Türkiye siyasal pratiğinde “enternasyonalist dayanışma”dan, Türkiye’de, bir ülkenin Komünist partisi ve temsilcisi gibi davranmayı, ya da taraftarı olmayı anladılar.
Bu ise sol gruplar arasında dayanışmadan çok, siyasi ve ideolojik hizipleşmeyi, aralarında çok hararetli tartışmaları ve nihayet birbirlerine şiddet uygulamaktan kaçınmayan solun fraksiyon kavgalarını yarattı. Dolayısıyla da Türkiye’de 78 Kuşağı yıllarında sol fraksiyonların arasındaki kavgalar, pek çok gencin cenazesini kaldırmaktan öte bir fayda sağlamadı. Ne acıdır ki 78 Kuşağı yıllarında katledilen 6 Kıbrıslı öğrenciden 2’si, o dönemde Türkiye 78 kuşağı solunun kendi arasında patlak veren siyasi kavgalarda öldü.
Diyebiliriz ki 1970’li yılların ikinci yarısında, Türkiye solunun ne enternasyonalist dayanışması doğru bir zemin üzerinde gelişti, ne de 78 kuşağının pratiğinde “Birlik, Mücadele ve Dayanışma” anlayışı vardı. Bu nedenle 78 Kuşağı sosyal yaşamında ve siyasal mücadelesinde “enternasyonalist dayanışma” pratiğini doğallıkla içselleştiremedi. Sonuçta “enternasyonalist dayanışma”nın Türkiye’nin solunda pratik bir karşılığı ol(a)madı. Ama kavga, çatışma ve kinik bir öfke sürekli canlı tutuldu. Bunun 78 kuşağına sol için anlamıysa, hizipleşme ve amip gibi bölünmelerin yanı sıra bazen sol içerisinde ölümlere yol açan şiddete dayalı kavgalar ve nihayet provokasyonlar oldu.
Dönemin örgütlerindeki siyasi kadroların solun birliğine karşı soğuk bakmaları, gönülsüz bir tutum takınmalarına, sekter tutumlarına, biraz da içerisinde bulundukları coğrafyadan ve bölgenin sosyo-ekonomik az gelişmişliğinden kaynaklı, “cesurluk ve erkeklik” öğelerini öne çıkarmalarına yol açtı. Sonunda mevcut rejimi olduğu kadar birbirlerini de hedef aldılar. Kısır bir döngüyle kendini tekrar eden bu siyasal süreç ise solun gücünü birleştirmesinin en büyük engeli oldu.
Böylece, kendi arasında bir dayanışma geleneği ve dolayısıyla kültürü olmayan Türkiye 78 Kuşağından kaynaklı solun, o çok dillendirdiği “enternasyonalist dayanışma” sözcüğünü pratikte uygulayabilmek bir hayaldi ve öyle kaldı.
Elbette dünyada komünist bir enternasyonal’in yokluğu, solun dünya çapında bölünmüşlüğü de bunda önemli bir pay sahibi oldu…
…………………………………..
Peki Avrupa ve Amerika’nın Batılı genç kuşağı, 68 kalkışmasında “enternasyonalist dayanışmayı” veyahut da değişik ülkelerde kapitalist değerlere karşı birbirini tamamlayan benzer sokak isyanlarını örgütlemeyi nasıl başardı?
Mevcut kapitalist rejimin kurumlarına, kurallarına ve yaşam tarzlarına karşı ayaklanan, sokağa çıkan, üniversiteleri işgal eden, devletlerinin kolluk güçleriyle çatışan 68 Kuşağının batılı gençliği ulusal sınırları nasıl aşabildi?
Sanırım isyanlarının ulusal sınırları aşmasında Avrupa’nın devrimci gençliğine her şeyden önce coğrafyalarının “gelişmişliği ve kalkınmışlığı” yardımcı oldu. Ayrıca Avrupa’da hukuk ve demokrasinin göreli gelişmişliği bu ülkelerdeki gençlerin, Orta Doğu gibi diktatörler ve asker-bürokrat kastlarla yönetilen otoriter rejimlere karşı en önemli avantajıydı.
Böylece birbirine komşu ülkeler olan Fransa, Almanya, İtalya gençliğiyle, ülkelerini deniz ayırmış olsa da İngiltere’deki gençler, eş anlı eylemler düzenleyebildiler. Eylemlerinde dayanışabildiler. Belirtildiği üzere, sosyal gelişmişlik ve ekonomik kalkınmışlık seviyesi görece yüksek olan bu ülkelerdeki demokratik hak ve özgürlüklerin insanların yaşamında daha çok içselleşmiş olması, Doğu, Orta Doğu ve Güney Amerika coğrafyasına dahil ülkelerle karşılaştırıldığında, devletin solcu gençlere karşı yönelen şiddetini daha yumuşak kılıyordu.
O yıllarda batılı ülkelerde, ne Türkiye’deki gibi askeri darbe geleneğini vardı, ne de gençlerin Türkiye’deki kadar ağır işkence görüp idam edilmeleri söz konusuydu.
İnsan hakları ihlalleri konusunda batılı ülkeler, söz konusu kendi vatandaşları olunca elbette çok daha hassastılar.
Bunun içindir ki Birinci ve İkinci Dünya Savaşı’nda, birbirleriyle savaşan ve yüz binlerce ölü veren Fransız Alman gençleri sokaklarda kendi burjuva hükümetlerine ve kapitalist iktidarlarına karşı kol kola eylemler gerçekleştirdiklerinde, bu ülkelerden hiçbir hükümet yetkilisi ve asker, onlara hainlik basmadı. Şiddet uygulamak ve işkence etmek cesaretini kendilerinde ve devlet kurumlarında bulamadı.
Doğu’da Türkiye 68 kuşağında Deniz Gezmiş ve arkadaşları için darağaçları kurulur, Mahir Çayan ve arkadaşları ölçüsüz şiddet uygulanarak devletin kolluk güçleri tarafından kanlı bir katliamla katledilirlerken, Batı’da 68 kuşağına önderlik eden pek çok öğrenci, sonraki yıllarda kendi ülke ve kıtalarında önemli siyasi roller oynadılar.
Daniel Cohn Bendit bunlardan birisi.
Daniel, 68 gençlik olaylarının liderlerindendi. Batı’daki 68 olaylarında “Kızıl Dany” lakabıyla anılıyordu. Almanya’da doğan ancak Fransa’da büyüyen “Kızıl Dany” bu iki ülke arasında gidip gelen döneminin militan gençlerindendi.
Her iki ülkedeki eylemlerde en önde yer aldı.
Her iki ülkede rejim karşıtı eylem ve söylemlerinden dolayı siyasi gözaltılar ve tutukluluklar yaşadı.
Türkiye’de ise 10 yıl sonra bile 78 kuşağının gözü pek çocuğu Erdal Eren daha 18 yaşını yeni doldurmuş iken ispat edilemeyen bir suçtan dolayı sırf devrimci ve rejim karşıtı Marxist bir örgüte sempatisi olduğu için idama gönderildi…
Ve şimdi kemikleri dahi toprak olmuş Türkiye’nin 68 ve 78 kuşağı gençlerine karşılık, Kızıl Dany ve onlarca yoldaşı, günümüz Avrupa yeşillerinin, Avrupa solunun, gerek kendi ülkelerinde, gerekse Avrupa Parlamentosu’nda en saygın milletvekilleri arasında yer almaktalar…
Bu örnek bile batılı 68’lilerle, içerisinde İkinci ve Üçüncü Kuşak Kıbrıslıtürk Solunun da yer aldığı Türkiye 68-78 kuşakları arasındaki mücadele farklılıklarını ve başarı şanslarını ortaya koyar.
Tabii 68’in Batılı gençlerinin, sanayi devrimini henüz tamamlamış ve çarpık kentleşme nedeniyle o yıllarda köy-kasaba kültürü ağır basan Türkiye 68-78 kuşağı gençlerden farklı olarak, sanayi devrimini tamamlamış, kapitalist kültürü içselleştirmiş, burjuva hukukunu tamamlayıp planlı kentlerde yerleşmiş olmaları da, iki coğrafyadaki gençlerin mücadelesinde kaçınılmaz farklılıklara yol açmıştır…
Belki de “Batının 68’lileri neden kazandı ve biz 68 ve 78 Kuşağı neden idam sehpaları, toplu katliamlar (Maraş, Çorum ve sonrasında Sivas-hp) faili meçhuller, işkenceler ve cumartesi anneleriyle dolu bir travma ve “yenilgi” yaşamak zorunda kaldık?” sorusunun cevabı da buralarda bir yerde aranmalıdır.
Bunlara ek olarak, o yıllarda Avrupa ülkeleri arasında seyahat etmek Avrupalı gençler arasında yaygın ve kanıksanmış bir durumdu. Halbuki 1970’ler ve 80’ler Türkiye’de, “seyahat kültürü”nün köyden kente akan bir nehir gibi plansız-düzensiz çarpık bir kentleşme ve üniversitelerde okumakla sınırlı olduğu ve fakirliğin yaygın olduğu yıllardı. Zaten Türkiye’de o yıllarda yurt dışına seyahat, birkaç aile ile kısıtlı yaygın olmayan çok lüks bir olaydı.
Haliyle iki coğrafyanın kentlerinde yaşam biçimleri de, oluşan kültürler de, ulusal sınırlar dışında yandaş aramayı benimsemek ve nihayet gösterilerde öne çıkan talepler ve dayanışma kültürü, kaçınılmaz bir biçimde büyük farklıklar gösteriyordu.
Avrupa’nın büyük kentlerinde yaptıkları gösterilerde, Batılı 68’li gençler kendilerine “uluslararası ortak bir mücadele dili” bulmuşlardı. Asıl amaçları “daha çok özgürlük”tü. Sokaklara meydanlara çıkıyor daha özgür bir üniversite, kendilerinin karar verecekleri bir yaşam tarzı için, geleneklere karşı geliyor, polisle çatışıyor, okulları işgal ediyorlardı.
Bunu da sadece kendi ulus devlet sınırları dahilinde değil, Fransa’da, Almanya’da, İngiltere’de, Amerika’da… Aynı anda dayanıştıkları pek çok batılı ülke gençleriyle birlikte talep ediyorlardı.
Bu arada, mevcut rejimin ne kadar yasakları, kanıksanmış olan ne kadar emredici kuralları varsa, seksten uyuşturucuya, komünizmden emperyalizme, ırkçılıktan cinsiyetçiliğe, savaştan barışa, müzikten felsefeye, her şeye kendileriyle ilgili kararları yine kendilerinin vermesini ve devletlerin ve hükümetlerin de buna saygı göstermesini istiyorlardı.
Batının gençleri “özgür birey” olarak sokaklarda isyan ediyordu.
Burjuva anlamda da olsa demokratik hak ve özgürlükler açısından Avrupa’nın çok gerisinde kalmış, yaşamında feodal geleneklerle yoğrulmuş, İslami muhafazakarlığın ve ırkçılık ve nefret söylemleri ile malul ulusalcığın etkin olduğu Türkiye solunun, o yıllarda Batı’nın 68 kuşağı ile aynı talepler etrafında örgütlenip dayanışması, ortak, özgür ve sol bir dil bulması elbette mümkün değildi.
Dahası Batı’nın 68 kuşağı gençleri Marksizm-Leninizm dahil tüm siyaset ve ideolojileri derinliğine tartışır ve sorgularken, o yıllarda Türkiye’de “Komünist Partisi” kurmak, “Komünist propaganda” yapmak ve bu ideolojiyle ilgili sözlü, yazılı veya görsel propaganda yapmak suçtu. Karşılığı da hapislik, uyarına gelirse dönemin “TC derin devleti”nden kaynaklı faili meçhul siyasi cinayetlere hedef olmaktı.
Devletinin gazabından sakınmak için de sol örgütler misliyle içe kapalı, otoriter ve sıkı bir gizlilik ile adeta sekeri bir disipline sahipti.
Kişinin özgürlüğü, kendisinin değil, örgütünündü.
Aslolan örgütün kararıydı ve kişi her şart ve şurt altında buna uymalıydı.
Uymayan, bir şekilde dışlanırdı.
Öte yandan Prag’da, Çek ve Slovak gençleri Rus tanklarının önüne dikildikleri zaman, en büyük desteği aradaki “demir perde”ye rağmen yine batılı 68 kuşağından bulmuşlardı. Buna karşın Türkiye’de ne bizden önceki 68’liler, ne de biz 78 Kuşağı, Batıdaki 68 Kuşağı gençliğinin kavgasını, orada tüm bu olup bitenleri on yıl sonra bile tam anlamıyla anlamış bile değildik.
Çünkü Marzim-Leninizm Türkiye 78 Kuşağı için özgürlük, örgütün otoritesinden ne bağımsız ne de özgürdü. Otoriteyi ve şiddeti içselleştirmiş bir kuşaktık.
Şiddete dayanan devrimi, Proleterya Diktatörlüğünü, ezilen ve sömürülen sınıfların tıpkı kendisini ezen ve sömürenler gibi iktidar olunca ezmesini savunuyorduk.
Nasıl bilinçleneceğini bir türlü kestiremediğimiz işçilerin, devlet iktidarını devralıp, devrimden sonra dahi şiddet uygulamaya devam etmesini benimseyen, ama özgürlüğü, devrimin çok sonrasına, sınıfsız topluma erteleyip öteleyen bir kuşaktık…
Sanırım o yıllarda kendi devrimimizle uğraşmayı yeterli görüyor ve kendi ulus-devletimizi (Türkiye Cumhuriyeti-hp) dönüştürmeyi (ki biz Kıbrıslıtürk 78’liler o yıllarda, ne Kıbrıs Cumhuriyeti ile fiili bir ilgimiz vardı, ne de KKTC ilan olunmuştu-hp) içeride mücadeleyi reddetmemekle birlikte, daha çok dış etkenlere bağlı buluyorduk.
Zaten yazmış olduğum gibi, Avrupa ve Amerika gibi ülkelere ve hatta yurt dışına çıkma alışkanlığı, sayıları bir elin parmakları kadar olan 78 kuşağı Türkiye gençliği gibi, haliyle biz adalı Kıbrıslı 78’liler de içe dönük ve de oldukça “evcil” yaşamlara sahiptik. “Avrupalılarda olduğu gibi yurt dışına seyahate çıkmak” henüz bir kültür olarak yaşantımıza girmiş değildi. Ve zaten o kadar maddi imkana sahip olanlarımızın sayısı da kısıtlıydı.
Bütün bunlar Türkiye’nin hem 68, hem de 78 kuşağına dahil olan biz Kıbrıslıların da enternasyonalizm ve dayanışma kültüründe Batılı yoldaşlarımıza kıyasla dezavantajlarımızdı diyebilir miyiz?
Sanırım diyebiliriz…
O yıllardaki Türkiye’nin ve kendisini çevreleyen siyasal coğrafyanın verili koşulları altında, ev ödevimizi (Türkiye Devrimi-hp) (7) yetiştirme telaşındaki bir öğrencinin halet-i ruhiyesi içerisinde, Emperyalizme karşı “ulusal çaplı devrimciler” olarak kalmayı kendimize daha çok mu yakıştırıyorduk?
Yine bunu da sanırım diye cevaplayabiliriz…
Zaten bu imkansızlıklar dışında, işin teorik derinlikleriyle uğraşacak kadar pek zamanımız da yoktu… Çünkü bir yanda jandarma ve polis baskısı, diğer yanda ülkücülerin saldırıları ve nihayet zaman zaman solun kendi arasındaki kavgaları. Bütün bunların arasında sadece okullarda değil, sokaklarda, meydanlarda, miting alanlarında, gecekondularda, zaman zaman sendikal grevlere verilen desteklerde…
Bütün bu devrimci eylemlilik hallerini, değil bir öğrencinin, üniversiteyi terk ederek “profesyonel devrimci” olmayı seçmiş olanlarımızı imkansızı başarmaktı…
Ve tabii ki öyle de olmadı!..
Türkiye 68 ve 78 kuşağı iki kere denedi ve ikincisi çok ağır bir yenilgi oldu.
İşte bu nedenlerden dolayıdır ki; Türkiye solunun 20. yüzyılın ikinci yarısında dünyadaki pek çok sol hareketi ıskaladığını ve içine kapanık muhafazakar-milliyetçi kıskaçlar içerisinde, şiddete ve otoriterliğe başvurarak yolunu bulmaya çalıştığını ve sonunda 12 Eylül ve devamında büyük bir soykırıma maruz kaldığını söyleyebiliriz…
Son olarak Türkiye 68 ve 78 Kuşaklarının, Türkiye’de arkalarında cesaret ve devrimci kararlılık dışında bir mücadele geleneği bırakamadan yenildiklerini söylemek mümkün müdür?
Böyle iddialı bir sonuca varmanın, ancak o yılları yaşayanların özeleştiri temelinde, enine boyuna ve derinliğine tartışmalarıyla mümkün olabileceğini yazarak sonlandırmış olayım yazımı…
78’in özeleştirisi, 78’lilerin kendinden sonrakilere bir borcudur.
Hem bugünün solunu anlamamız açısından, hem de yarına ışık tutacak olması bakımından da önemlidir.
(1)27.082013 tarihli Haber-Türk’te, Suriye’ye müdahaleyi tartışma programında eski Dev Genç Başkanı Bülent Uluer, Suriye’de hapis yatan 78 Kuşağı devrimcilerin, “Nerede Mamak?…” diye Türkiye cezaevlerini neredeyse arar olduklarını söylemişti.
(2)Türkiye Komünist Partisi
(3)Ho Chi Minh, Kim Il Sung, Che Guevara, Regis Debray…
(4)Arnavutluk Emek Partisi
(5)Proleter Devrimci Aydınlık, Bugün Ergenekon ve Balyoz davalarından mahkum olan Doğu Perinçek’in liderliğindeki siyasal grubun 1970’li yıllardan kalma adı.
(6)Çin Komünist Partisi
(7)Ayrı bir tartışma konusu olsa da, Kıbrıslı 78 Kuşağı gençlerin, o yıllarda öğrenimleri sırasında bulundukları bu ülkede, Türkiye Devrimini daha çok önemsemiş olduğunu düşünüyorum.