Yunanistan’da nazi çetesi Altın Şafak lideri ve kimi milletvekillerinin gözaltına alındığı, “partiye” karşı ciddi bir polis operasyonunun gerçekleşmekte olduğu haberlerini nasıl yorumlamak gerekiyor? Bu kısa yazı bu konuda hızlı bir düşünme denemesi… Hemen başlayalım:
1- Pavlos Fissas cinayeti “maksadını aşan” bir nazi kabadayısının işgüzarlığı değil, Altın Şafak için “vites yükseltmeye” dönük planlı bir gerilim stratejisinin parçasıydı. Naziler sonbaharın başından itibaren “ipleri germeyi” önlerine koymuşlardı. Amaçları, bir iç savaş atmosferi yaratmak ve bu atmosferi kullanarak “kaos ve anarşi” karşısında düzeni tesis edebilecek yegane güç olarak kendilerini toplumun geniş kesimleri ve elbette sermaye (ve devlet) nezdinde kabul ettirmekti. Riskli ama “tutarsa” nazileri siyasal alanın tayin edici gücü haline getirecek bu sıklet büyütme stratejisi doğrultusunda eylül ayı faşist sokak saldırılarıyla geçti. Fissas cinayeti artan, yaygınlaşıp sıradanlaşan bu saldırılardan bir tanesiydi.
2- Altın Şafak’ın gerginlik stratejisi tutmadı. Saldırılar toplumu sindirmeyi, pasifize ve paralize etmeyi hedefliyordu. Fissas cinayetinin siyasal sonucu tam tersi oldu; genç sanatçının ölümü Yunan toplumundaki köklü antifaşist reflekslerin muazzam bir uyanışına vesile oldu. Büyük ve militan antifaşist sokak eylemleri hızla ülkenin dört bir yanına yayıldı. Naziler birkaç gün neredeyse sokağa çıkmaya cesaret edemediler. Sonbaharın, yeni kesinti paketlerinin, özellikle de kamuda işten çıkarmaların yaratacağı tepkiler nedeniyle “sıcak” olacağı zaten bekleniyordu. Ancak antifaşist öfke, kamuda yaygınlaşan grevlerle çakışınca cidden “patlayıcı” bir alaşım ortaya çıkmaya başladı. Yeni Demokrasi (bir de PASOK var elbet) hükümeti zaten büyük oranda itibar yitirmiş, ekonominin toparlanmaya başladığına dair “success story”si alay konusu olmuştu. Şimdi bir de nazilere yönelik tepkinin hükümete karşı yönelmesi ihtimali de söz konusuydu. Yeni Demokrasi zaten uzun zamandır nazilerin (mesela göçmenlerle ilgili meselelerde) programını benimsemek ve dahası nazi çetelerinin önünü açmak, onları koruyup kollamakla itham ediliyordu. İtham lafın gelişi, Yeni Demokrasi üyeleri, yayınlarında sürekli olarak Hitler’e methiyeler düzen bu çeteyle koalisyon hükümeti kurabileceklerini ifade edecek kadar nazilere yanaşmaktaydılar.
3- Peki ne oldu da bu flört nihayete erdi? Ne oldu da Yeni Demokrasi hükümeti (şimdilik de olsa) nazilerin üzerine böyle şiddet ve kararlılıkla gidiyor? Hükümet sokaktaki antifaşist kabarışın yeni bir grev dalgasıyla birleşerek yaratacağı dinamikten, kendisini de alaşağı edecek bir “sıcak sonbahar”dan korktu. Korku onun “ileriye doğru” kaçmasına yol açtı; yani hükümet nazilere karşı polis operasyonlarının önünü açarak sokağın hararetini dindirmeyi denedi. Bu hususta kendisine hiç beklenmedik bir yardımcı da bulunca eli bir hayli rahatladı. Syriza ve YKP, sokakta antifaşist tepki büyür ve grevlerle bütünleşme emareleri gösterirken hareketi hükümeti yıkacak bir yönelime sokmaya çalışmak yerine onu frenlemeye, belli sınırlar dahilinde tutmaya çalıştılar. Ana muhalefetteki radikal sol koalisyon Syriza, Fissas cinayetinden sonra, bırakın hükümetin istifası meselesini gündeme getirmeyi, nazilerle işbirliği ayyuka çıkmış içişleri bakanının istifasını isteme gereği bile duymadı. Nazizm karşıtlığını neoliberal yapısal dönüşüm politikalarıyla bütünlük içerisinde ele alarak antifaşizme sosyal bir muhteva vermek yerine, daha doğrusu zaten sokakta oluşan bu bağlantıyı “büyük siyasete” tahvil etmek yerine “anayasayı savunmaktan” dem vurdu. Faşizme karşı cumhurbaşkanı başkanlığında siyasi parti liderlerini toplantıya çağırdı. Parti liderliği sendikal harekete grevleri büyütmek doğrultusunda basınç oluşturacağına frene bastı ve yasa ve düzene saygılı, sorumlu, “iktidara gelebilir” bir profil çizmeye özen gösterdi. Weimar Almanyası’nda SPD’nin pozisyonunu adeta kopya ederek faşist tehlikeye karşı ne kadar itibarsızlaşmış düzen içi aktör varsa onlarla birlikte hareket etmeyi önüne koydu. Sokakta mücadele eden militanlarının hareketi yaygınlaştırma ve büyültmeye dönük reflekslerinin önünü aldı. Çarşamba günkü devasa antifaşist gösteriyi Altın Şafak’ın merkezine ulaşmadan alelacele bitirmeye çalışması, bunun son örneğiydi. Komünist Parti ise bir kez daha kendi “örgüt şovenizminin” kurbanı oldu. Hükümeti sokakta devirecek bir mücadele dalgasının Syriza’yı iktidara taşıyacağı (küçük) hesabından hareketle parti, işçi hareketinin grev dalgasını büyültmeyi değil, onu belli sınırlar içinde hapsetmeyi, silikleştirmeyi seçti.
4- Radikal solun ana aktörlerinin inisiyatifsizliği, Yeni Demokrasi (bir de PASOK) hükümetinin elini serbest bıraktı. Hükümet oluşan boşlukta Altın Şafak’ın üzerine giderek bir taşla iki kuş vuracağı hesabını yaptı. Böylece muhtemel kaosa ve siyasal şiddete karşı demokratik normalliğin ve düzenin tek garantörü olarak ortaya çıktı. Dahası, siyasal tartışmayı neoliberal yapısal dönüşüme karşı ve taraf olanlar saflaşmasından uzaklaştırarak, topa daha kolay hakim olacağı düzen ve normallik taraftarlarıyla kaos ve anarşi güçleri saflaşmasına yöneltti. Yani Altın Şafak’ın itibarsızlaşması, ona payanda olmuş hükümeti yıpratacağına, elini kuvvetlendirdi. Hükümet böylece bundan böyle sağ ve sol “aşırılığa” karşı yasa ve düzenin temsilcisi olarak eyleme geçmekte kendini daha rahat hissedecek.
5- Hükümetin yıldızını parlatsa ve şimdilik de olsa onun inisiyatif alanını genişletse de Altın Şafak’a yönelik operasyonlar Yunanistan’daki antifaşist hareket açısından hiç küçümsenmemesi gereken ciddi bir zafer. Altın Şafak’ın yaşadığı itibarsızlaşma sol için çok önemli bir moral güç kaynağı. Ancak rehavete kapılmamak gerek. Sokaktaki antifaşist basıncın dinmesi ve bir süre sonra nazilerin şu ya da bu biçimde yeniden siyaset sahasına dönmesi dikkate alınması gereken bir risk. Eğer naziler bu basınç karşısında dayanabilirlerse, hiç değilse çekirdek tabanlarını muhafaza edip örgütsel bütünlüklerini koruyabilirlerse bu meydan okumadan çok daha güçlü bir biçimde çıkabilirler. Solun ana bileşenlerinin antifaşist mücadeleyi kurumlara ve anayasaya teslim etmeye bu kadar yatkın olduğu koşullarda nazilerin “sistem karşıtı” tek güç oldukları iddiası giderek daha ikna edici olabilir. Naziler sıkıştıkları yerden başlarını bir kez daha yükseltememeliler. Bunu da yapabilmenin yegane yolu, neler yapabileceğini son haftalarda göstermiş olan antifaşist hareketin daha da büyümesi, sokakta, mahallelerde, işyerlerinde süreklileşmesi. Faşizme karşı mücadeleyi, faşizmi yaratan düzenin kurum ve kurallarına havale ederek köşeye çekilmek, daha dün nazilerin aslında nasıl da “cool” olduklarını anlatan ana akım medyanın son günlerdeki “militan” antifaşizmine bel bağlamak, radikal-devrimci hareket için kelimenin gerçek anlamında “ölümcül” bir hata olacaktır.