Yaşamım boyunca birçok olaya direk tanık oldum. Önemli konularda oldukça araştırmalar yaptım. Siyasal alanda resmi eksenli düşüncelerden tutun, Türkiye devrimci hareketler içinde hep araştırma yapan birisi oldum. Kuzey Kıbrıs sürecinde Türkiye öğrenci hareketi olan Devrimci gurupta önemli araştırmalara oldukça katıldım. Yine buradaki Halk der yapısında önemli siyasal taşlarda ideolojik katkılarım oldu. Birçok düşüncenin açılımını ve yeni sosyalist düşünce oluşumunda epey görev aldım. Kültür alanında Kuzey Kıbrıs derneklerinde müzisyen ve araştırmacı olarak birçok konuda önemli birikimle katıldım. Türkiye’de lise döneminde Halkevlerinde önemli görevler aldım. Siyasal yapılardan kopma dahi beni bu işlerden soğutmadı. Bolca birikimli araştırmalarla olayları hep izledim. Zaten bunun günümüz göstergesi güncel ve haftalık gazetelerde yaklaşık haftalık 10 makale yazmakla kanıtlamaktayım. Şimdi eminim bende aynen bunları soracaktım: “Durup dururken, neden kendini anlatma ihtiyacı duydun” sorusu mutlaka geldi. Hemen yanıtını vereyim: “Zaten başlıktan yanıtı sırıtıyor”! Çünkü tanık olduğum veya araştırmasını senelerdir yaptığım birçok konuda yayınlanan eserlerin bu denli hiçleştirme karşısında birkaç söz etme ihtiyacından kaynaklanmaktadır. Doğrusu; biz resmi çevreleri veya ret edenleri eleştirirken, birden hesapta bizim telden çalan veya adını “bilimci” koyan kimselerin yazdığı eserlerde de yaşananların ya hiçleştirme veya saptırma gibi örnekler giderek bollaşıyor. Özelikle adını araştırma koyarak bazı iyi amaç güden insanların da bilgi aldıkları kesimlerin şimdiki rollerine göre bilgi vermesiyle, resmen özelikle Kıbrıs tarihi ve kültürü oldukça bambaşka yola sokuldu. Hele çoğu araştırma yapanın kaynak sıkıntısı nedeniyle inanılmaz kişilerden aldığı her bilgiyi, “eşittir” doğru kabullenip eser yazmasıyla, resmen bambaşka bir gerçekler rüyasına girdik. Tıpkı şimdi yaşananları değil istenenleri konuşma eğilimi gibi…
Basit gelse de oluşan birikimim ve yaşanılan çok basit ama çarpıcı olan konumdan başlayacam: Genelde şu yanlışa Kuzey Kıbrıs’ta araştırma yapanlar ne kadar iyi niyetli olursa olsun kolayca düşer. Birisiyle konuşur ve sanki konuştukları birikimli insanmışçasına ne derse onu doğru kabullenip veri olarak kullanır. Bu yanılgı zorunluluğu bir anlamda elde birikmiş arşiv olmaması ve konuyla ilgili akademik bilgilerin yokluğu da önemli öteki eksiklikle buluşuyor. Buna birde algı yanlışı eklersek: Örnek; kolayca birinin anılarıyla kesin bilgi gibi kullanıp resmen kolayca kandırılma eğilimi çoktur. Oysa adı üstünde; Yazılan anılar olup onların doğruluğu tartışmalıdır. Hatta özelikle incelediğim birçok anısal eserde, yazarın kendini kurtarma eğilimi ile ret etme durumları sıkça karşıma geldi. Ayni şekilde birçok kaynakta konuyla ilgili konuşanların adeta olayla fazla alakası olmadığı da hep yaşanılan paradoks olmaktadır. Özelikle yakın siyasal olaylarda bunu sık sık rastlıyoruz. Örnek mi; Yaşadığım Dilirga yöresinde olan birçok olaya dayalı bazı kitaplar yazıldı. Bunları incelerken, resmen yazarın kendine dokunmayanı ötelediği, bazı temel olguları ise hiç yazmama paradigması sırıtıyordu. Yine örgütsel olarak seksenler ortasına kadar semineriyle, yöneticiliği ve siyasal araştırmacısı olduğum Halk derle ilgili eserlerde de oldukça eksiklikler ve resmen birileri olmadıkları rolü sırf abartarak olmuş gibi yazdırdıklarına tanık oldum. Bu 2 olay zaten bizi nedenli yanlışlarla ileriye günlerimizi taşıdığımızın önemli kanıtlarıdır.
Ayni durumu kültür konusunda da resmen yaşıyoruz. Hele 2 olumsuzluk konuyu tetikliyor: “Projelerle kültürleşme ve ret yolu ve bilgisizlikle örülmek”! İsterseniz buna özelikle buranın kültürünü tarihini bilmeyen ve burada yaşamayan yoğun kitlelerin de olduğunu eklersiniz. Tüm bunlara rağmen bir şeyler yazılıyor. Herkes dar penceresinden sunuyor. CTP eksenine bakarsanız; Sanki yetmişlerde Devrimci Gurup veya Halk der denilen bir siyasal yapı yoktur. Hatta görülen işkenceyi dahi kendi yandaşıyla sınırlarlar. Oysa çok başka yanlış da olayları günümüz gözüyle ve çıkar dürtüsüyle bezedikleri için geçmiş günümüz veya geçmiş ile koşulları pek bulunmaz. Oysa Yetmişlerde öylesi olaylar yaşandı ki ve öyle araştırma süzgeci geçildi ki bu birikimler günümüze doğru aktarılsa, çok önemli bilgi ve gelecek dersi içermektedir. Bunu yine ne yazık ki yine kaçırıyoruz!
Bizdeki araştırmaların önemli handikapları şunlardır: Özelikle eliler sorası resmi ideolojik baskılanma hep Kıbrıs’ı ret etme üzerinden oluştu. Olaylar “biz” çemberine sıkıştı. Nerde ise kültürel olgular “Rumculukla” ret edildi. Bir resmi kıskaçlı “Anadolu ideolojik” kuramı oluşturma amacı güdüldü. Aslında bu Kıbrıs’ın yeni sömürge sürecinde yeni ilhaklaşmanın ideolojik temeli de oldu. Yürütülen psikolojik korkuyla da çoğu olay ya hiçleştirildi veya bambaşka konuşturuldu. Bu kural sonuçta araştırmalarda hep karşımıza gelir. Bazı olaylarda korkuyla çekinme veya ne yazık ki abartı övgü duygusuyla bambaşka kişiselleştirilip anlatılıyor. Onun için mutlaka daha ilk adımdan araştırma yaparken genel sistemi, ülkesel birçok bilgiyi bilerek başlamak şart. Bunu neden diyorum: Çünkü ayni zorlukları yaşayarak bende geçtim.
Çok basit bir örnek verelim: Kültür araştırmasında özelikle müzik ezgilerin otantik durumlarıyla oldukça ilgiliydim. Bulduğumuz eserlerin ismini dahi bulmak bazen paradokstu. En basitiyle gerçek isimler dahi sorun olurdu. Sanırım Susta oyun adı dahi “sıfır puan verme” gerçeği buna yeter ve artar. Bir ezginin adını arıyorduk. Has der ekibi Boğaza giderken ben sağlık sorunlarıyla boğuşmam nedeniyle katılamadım. Araştırma sorası bazı arkadaşlar kasetleri bana verip incelemem istendi. Özelikle isim aradığımız ezgiyle ilgili bilgi olduğu söylendi. Kaseti çözerken, yaşlı bir kadın ilgili müziğe “Gleftigo” dedi! Hemen bazı arkadaşlar bunu kullanmamızı önerdi. Benim birikimim olmasa zaten kanıtlanan bu bilgiyle isim hemen konurdu. Ben onlara; “Gleftigo başka bir türdür; ilgili ezginin adı olamaz” dedim. Bunun nedenlerini sıraladım. Oysa şimdi çoğunun yaptığı gibi olsaydı ilgili ezgi Gleftigo olarak anılacaktı. Bu bilgi size bir şey ifade ediyor mu?
Araştırmalarda dezavantajlarımızı söyle özetlemek mümkün: Elde birken bir arşiv kuramı yoktur. Eskiden beri ret etme davranışı birçok doğruyu yok etti: Araştırma demek önüne gelenin doğru olarak söyleneni kabul etmek değildir: Önemli birikimle konuya hâkim olmak gerekir. Özelikle şu yanlış hep yapılır: Tekilden başlayan ufak buluntuyla hemen genele gidilir. Unutulur ki Kıbrıs’ta oluşan korku ile yapılan propaganda tersliği sonucu birçok doğru yok edilmek istendi. Öyle olmasa Halk der gibi veya Devrimci gurubun yaptıkları benim dahi bazen anlamakta zorlandığım sonuçlar karşıma gelir miydi? Üstelik o dönemi yaşayan insanların şimdi eyer sistemle özdeşleşmişse geçmişle ilgili herhalde o dönemi doğru aktarma şansı olmayacaktır.
Tekrar edelim: Anılar veya kişisel tatminle aktarılan ile bilimsel akademik araştırma ayni değildir. Bunu dahi unutan çok. Hatta bazı resmi sözcülerin ağzıyla olayın doğru olduğunu savunan çok! Bunlardan çıkan net gerçek zaten her yayından sora bilen belirli kesimin tepki koymasıdır. Hele yaşamadığı halde yaşadığını söyleyip parsasını toplayanlarda artıkça inandırıcılık ve güven yıkılmaya devam ediyor.
Zamanında Kıbrıs’ı Emperyalizmle tartışan ve araştırma yaparken, şimdi AKP işbirlikçi veya sistem kaymakçı olma ikileminde anlatacaklarının kaçı doğru olur? Yanıtı zaten kendisi verir. Hani döneklerle geçmişi öğrenmek veya yasaklıdan doğruyu istemek nedenli bilimsellik olur onu tartışmakla işe başlamalıyız.
Günün çıkarına endekslenen, metalaştırılan eğitim süreçli akademisyenlik ve yakına yandaşa göre konuşmanın doğallaştığı dönemde çoğumuz yaşadıklarımızın bildiklerimizin nasıl kirletip kullanıldığını duydukça elbet tepki duyarız. Onun için araştırma yapan ve gerçekleri bilenlerin doğru yelpazede buluştukça daha gerçekçi ve öğretici eserler ortaya çıkar. Önüne gelen hem de kendini övme adına anı yazanla bilimsellik oynamak artık akademisyenliğin yazarlığın bilgisel hastalığı oldu.