Münür Rahvancıoğlu’nun hazırladığı “Kıbrıslı Türk Devrimci Hareketi-HALK-DER” adlı kitapta burada 20 sayıdır çeşitli görüş ve tartışmalara da yer vermekte olduğumuz görüşlerle ilişkili birkaç sayfa var (sf. 289-293). Dolayısıyla milliyetçilik, Kıbrıs tarihi , tarihsel hatalar konusunda bu kitapta (Bu kitabı okurken bunların da yansıtılması gerektiğine kara verdim, u.ı) tartıştığımız konularla ilgili pek de es geçilmemesi gereken görüşleri bu sayfalara iktibas ederek yansıtmayı düşündüm… Münür’ün iznini alarak bu görüşleri de buraya alıyorum (Rahvancıoğlu,2009,sf.287-293):
“…Kıbrıslılık ve Kıbrıslı Türklük yaklaşımları ise sol içerisindeki temel ayrışma eksenini oluşturmaktadır. Tarihsel olarak revizyonist gelenek “Kıbrıslı” olduğumuzu, devrimci gelenek ise “Kıbrıslı Türk” olduğumuzu tespit eder. Revizyonist geleneğin çeşitli versiyonları bu “Kıbrıslılık” iddiasını farklı gerekçelere dayandırmaktadırlar. Öncelikle şunu belirtelim ki; Kıbrıs’ta bir Kıbrıs ulusunun var olduğu ve Kıbrıslı Türklerin de bu ulusun parçası olduğu iddiası, romantik olduğu kadar hayalci ve gerçeklerden uzak bir yaklaşımdır. Kıbrıs’ta politik anlamda Kıbrıs ulusuna dair hiçbir bilimsel veri yoktur. Öte yandan Uluslararası hukuk tarafından tanınan yasal Kıbrıs Cumhuriyeti’nin yurttaşlarının Kıbrıs ulusunu oluşturduğunu iddia etmek ise tamamen yasalcı bir yaklaşımdır. Uluslar , devletlerin varlığı sonucunda oluşmazlar, Aksine devletler, uluslar tarafından oluşturulmuşlarsa varlıklarını devam ettirirler. Kıbrıs Cumhuriyeti yeni sömürgeciliğin zaferi olarak emperyalistler arası uzlaşmalar sonucunda kurdultulmuş yapay bir devlet olduğundan, hiçbir ulusal birliktelik yaratmamış, aksine çatışmalar ve gerilimlerle geçen yılların ardından dağılarak Kıbrıslı Elenlerin kontrolüne geçmiştir. Kıbrıslı Türkleri coğrafi olarak Kıbrıslı diye nitelemek ise hiçbir politik anlam içermez. Afrikalılar da coğrafi olarak Afrikalıdır ancak Güney Afrika Cumhuriyeti ile Mısır arasında her anlamda dağlar kadar fark vardır. Veya Çin de Asya’dadır. Hindistan Asya’dadır. Başlı başına bu durum, Çin ve Hindistan’da yaşayan onlarca halkı politik öze sahip özneler yapmaz. Kıbrıslı Türkler coğrafi olarak Kıbrıs’lıdırlar ancak bunun politik olarak ne de ulusal olarak “salt Kıbrıslı” diye tanımlamazlar. Coğrafi tanım ise konumuz bakımından bir anlam ifade etmemektedir.
“Kıbrıs Türk halkı gerçeğini atlayan, Kıbrıs’ta halk olmuş, halklar olmuş gibi eğreti geçiştirmelerle yatmak tam bir oportünizmdir. Kıbrıs Türk halkının egemenlik hakkını, Türkiye’ye, en genelde emperyalizme karşı kullanmasının gereği kadar, güneye karşı da kullanması önemli bir yasadır. Şövenizmi kırmanın, federasyona giden kapıları aralamanın başka da yolu yoktur. Kişiliğini bulamamış, kendi kaderine hükmetme yeteneği gösteremeyen bir halk, toplum, federasyon örgütlenmesinin eşit ortağı olamayacağı gibi halk olma gerekçelerini dahi tamamlayamayacaktır”
Kıbrıs’ta 1950’lere kadar tek bir halk olmaya doğru ilerleyen iki temel kimlik vardı. Bu iki kimliğe yığınlar, ortak çıklarları doğrultusunda emperyalizme ve yerli işbirlikçilerine karşı birlikte mücadele vererek bir Kıbrıs ulusu yaratabilirlerdi. Kıbrıs ulusal kimliğinin oluşmaması ve bunun yerine iki halkın maddi bir gerçeklik haline gelmesine neden olan tarihsel-politik olgular geçtiğimiz sayfalarda aktarıldı. Bunun yerine Müslümanlar önce Türkleşti, ardından Kıbrıslı Türkler haline geldi. Hristiyanlar ise önce Elenleşti, ardından Kıbrıslı elenler haline geldi. Bu sürecin temel sorumluluğu ortak ulusal mücadele yerine kendi şövenist liderlerinin peşine takılan revizyonist sol yapılardadır. Ancak bu çevreler süreç kendilerinin dışında yaşanmış, ortaya çıkan durumda payları yokmuş gibi davranmayı adet haline getirmiş çevrelerdirler. Bunun sonucu olarak da revizyonist yapılar mücadelesini vermekten çekindikleri gerçekliği yazarak ve demeç vererek gerçek kılabilecekleri yanılsamasına kapılmışlardır. Ortada olmayan bir şeyi, “Kıbrıslılığı” varmış gibi savunmak bunun en bariz örneğidir. Kıbrıs’ta bir Kıbrıs ulusunun oluşmasını istemek bir şeydir, ancak istediğimiz şey varmış gibi davranmak başka bir şeydir. Eğer Kıbrıs’ta bir Kıbrıs ulusu yoksa ve yaratılmak isteniyorsa, yürütülecek mücadele stratejisi bir ve aynı şeyler değildir. Bu sebeple de, Kıbrıs’ta bir Kıbrıs ulusu oluşmasının sol içindeki en büyük engeli, Kıbrıs ulusunun oluşması için mücadele etmek yerine, Kıbrıs ulusu varmış gibi davranan çevrelerdir. Kıbrıslılık savunucuları Kıbrıs’ta halkların değil toplumların (toplulukların) varlığından hareket ederler. Bu çevrelerin çeşitli farklı versiyonlarıyla savundukları aslında bir ve aynı şeydir. Kıbrıs’ta ulusal sorunun üzerinden atlayan kestirme bir yol bulma uğraşı Kıbrıslı Türk halkının varlığı reddedilir ve “Kıbrıslıtürk” toplumundan bahsedilirse, halklararası yakınlaşmaya daha iyi hizmet edileceği düşünülmektedir. Ancak buradaki “toplum” vurgusu da ezen ve ezilen sınıfları, üretim ilişkileri ve üretici güçleri ile sosyolojik bir olgu olarak toplum değil, toplaşmış insanlar yığını anlamındaki hiçbir politik içeriği olmayan toplumdur. Çünkü sosyolojik bir olgu olan toplumun içerisinde yaratıcı bir halk kesiminin var olduğu yadsınamaz bir bilimsel gerçektir. Bu durumda bu görüşe göre Kıbrıslıtürkler ve Kıbrıslırumlar” hasbelkader ayrı düşmüş “Kıbrıslılar” dırlar. Bu kesimler, halk gerçeğinden kaçmak için neden bu kadar “bilim dışı” bir konuma sürüklenmeyi göze almaktadırlar?
Bu sorunun yanıtı, Kıbrıs’ta solun baş belası haline gelmişl olan “halkların/ulusların kendi kaderini tayin hakkı” meselesinde düğümlenmektedir. Hakların kendi kaderini tayin hakkı konusu bir dönem çok yoğun şekilde tartışılmış, şimdi ise bir sonuca varamadan rafa kaldırılmış bir konudur. Ülkemizde kendi kaderini tayin konusunda iki temel tartışma ekseni vardır. a) kendi kaderini tayin “halkların” mı, “ulusların” mı hakkıdır? B) Kendi kaderini tayin hakkı her koşulda var mıdır? Bu tartışma eksenlerinin varlığı ile yukarıda aktardığımız “halk”-“toplum” tartışmalarının varlığı, (dile getirilmese de) temelde aynı korkudan beslenir. “Ya Kıbrıslı Türkler, Türkiye ile bütünleşmeye karar verirlerse!”
Bizim görüşümüzce “Kendi kaderini tayin hakkı” nın halkların veya ulusların bir hakkı olması arasında temel bir fark yoktur. Ulus, kendi kaderini belli bir doğrultuda tayin etmiş halktır. Halk ise zaten ulusun kurucu/yaratıcı öğesi, yaşayan özüdür. Kaderini bir kez tayin etmiş olan halk/ulus, bu hakkını bir kez kullanır diye bir olgu da yoktur. Bir halk/ulus tarihsel süreç içerisinde birden fazla kez kendi kaderini tayin edebilir. Aslında “kendi kaderini tayin hakkı” halkların/ulusların sömürgeciler tarafından değil, kendi iç dinamikleri tarafından yönlendirilmeleri gerektiğine dair bir vurgudur. Bu sebeple de “kendi kaderini tayin hakkı”nın kullanılmasını koşullara bağlamak bilim dışı bir yaklaşımdır. Sonuçta kararı verecek olan, halkın/ulusun kendisi ise, bu hakkın kullanılmasının önünde dikilmek yerine, devrimci, ilerici yönde kullanılması yönünde mücadele etmek gerekir. Ülkemizde bir Kıbrıslı Türk halkının varlığı kabul edilirse, bu halkın kendi kaderini tayin hakkının varlığı da kabul edilmek zorunda kalınacağından, revizyonist sol uzun yıllar Kıbrıslı Türk halkı gerçeğini görmezden geldi. Hala daha bu siyasetçi çevreler, bir Kıbrıslı Türk halkının var olmadığını, sadece toplaşmış insanlar anlamında bir toplumun var olduğunu iddia ederek gerçeklerden kaçmaya çalışmaktadırlar. Bu yaklaşımın, “ülkemizde bir Kıbrıslı Türk halkı varsa bile kendi kaderini tayin etme hakkının olmadığını çünkü bu hakkın sadece uluslar tarafından kullanılabileceğini” iddia etmeye varan bilim dışı versiyonları türedi. Kelimeleri çekiştirmekle solculuk yaptığını, ideolojik mücadele verdiğini düşünen ulemalar türedi. Ancak “bir kara kader olarak yüzyılların içinden süzülerek şekillenen Kıbrıs Türk halkı gerçeği”nden kaçmak olmadı…
-DEVAM EDECEK-
REFERANSLAR
Rahvancıoğlu.M.(2009).Kıbrıslı Türk Devrimci Hareketi(HALK-DER).Kalkedon, İstanbul.