Kuzey Kıbrıs’ta polislerin göstericilere, zanlı ve sanıklara işkence ve kötü muamele yapmış olduğu iddialar zaman zaman medyanın gündemine gelmektedir. En son olarak 2013 yılı Eylül ayının ilk haftasında da işkence yaptığı iddia edilen polislerin terfi almış olduğu gündeme gelmiştir. Söz konusu iddiaların doğru olması demek işkencenin daha da sistematikleşeceği anlamına gelmektedir. Çünkü işkence fiillerinin cezasız kalması işkenceyi mümkün ve sürekli kılan en temel etmendir. İşkence failleri ve sorumluları, hukuki ve fiilli açıdan cezaya karşı korundukları oranda, yeniden işkence yapma cesareti bulmakta ve toplumda işkence tehdidi sürekli kılınmaktadır. İşkence suçlularının yargılanması ve faillerin cezalandırılması, sadece mağdurun değil tüm toplumun adalet duygusunun tatmin edilmesini sağlar.(1) Aynı zamanda, işkence ile suçlanan kişilerin gerçekten işkence yapıp yapmadığı ortaya çıkar ve masum olmaları durumunda böyle bir damga ile yaşamak zorunda kalmazlar.
Her ne kadar işkence veya kötü muamele KKTC yasalarınca bir suç olarak düzenlenmemiş olsa dahi, KKTC iç hukukun parçası olan uluslararası insan hakları sözleşmeleri işkencenin tanımını yapmıştır. Tabii ki, işkencenin suç olarak düzenlenmemiş olması işkence yapanların Ceza Yasasının kasti hasar ve darp gibi suçlardan cezalandırılamayacağı anlamına gelmemektedir ancak işkencenin suç olarak düzenlenmesi işkence yapanların daha ağır ceza almasına yol açacaktır. 26 Haziran 1987 tarihinde yürürlüğe giren ve 28/2004 sayılı yasa ile onaylanıp KKTC iç hukukunun parçası haline gelen Birleşmiş Milletler İşkence ve Diğer Zalimce, İnsanlık dışı veya Onur Kırıcı Davranış veya Cezalandırmalara Karşı Sözleşme işkence ile ilgili olarak aşağıdaki tanımı yapmıştır:
“Kendisinden veya üçüncü bir kişiden bilgi veya itiraf elde etmek, kendisinin veya üçüncü bir kişinin işlediği veya işlediğinden şüphe edilen bir suç için cezalandırmak veya kendisini veya üçüncü kişiyi sindirmek veya baskı altında tutmak amacıyla veya her türlü ayırımcılığa dayalı nedenlerle bir kişiye kasıtlı olarak ister fiziksel, ister ruhsal olarak şiddetli acı verilmesi veya eziyet yapılması eylemi işkencedir.”
Ancak, işkence suçunun oluşması için söz konusu fiilin bir kamu görevlisi veya resmi sıfatla hareket eden bir başka kişi tarafından veya bu görevlinin veya kişinin teşviki, rızası veya muvafakatiyle işlenmesi gerekmektedir. Yeterli yoğunluğa ulaşmayan ve amaç unsuru taşımaması nedeniyle işkence olarak kabul edilmeyen diğer zalimane, insanlık dışı veya onur kırıcı muamele veya ceza fiillerinin bir kamu görevlisi ve resmi sıfatla hareket eden bir kimse tarafından işkenceye varmayan diğer fiiller insanlık dışı, onur kırıcı muamele veya ceza fiilleri olarak tanımlanır.
İşkence yasağı, kişinin vücut bütünlüğü ve vücut dokunulmazlığı hakkının ihlal eden ve diğer bütün insanlık dışı, zalimane ve onur kırıcı muamele ve cezaları içine alan, kayıtsız şartsız ve koşulsuz bir yasaktır. İşkence, evrensel bir şekilde öncelikle insan haklarının gelişmesinde bir temel taşı belge niteliğinde olan Evrensel İnsan Hakları Beyannamesi (EİHB) tarafından yasaklanmıştır. EİHB 5. maddesinde işkence görmeme hakkını “Hiç kimseye işkence ve zulüm uygulanamaz, insanlık dışı ya da onur kırıcı biçimde davranılamaz, ceza verilemez” şeklinde tanımlamıştır. İşkence yasağı Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (1950), Birleşmiş Milletler Sivil ve Medeni Haklar Sözleşmesi (1966), Amerikan İnsan Hakları Sözleşmesi (1969), Afrika İnsan ve Halk Hakları Şartı (1981) gibi belgelerle de koruma altına alınmıştır. Uluslararası İnsan Hakları sözleşmelerinin yanında, İşkenceye ve Diğer Zalimane, İnsanlık dışı veya Aşağılayıcı Muamele veya Cezaya Karşı Sözleşme (1984), Avrupa İşkenceyi önleme Sözleşmesi (1987) gibi sözleşmelerde özel olarak işkencenin önlenmesi ve cezalandırılması amacıyla hazırlanmıştır. Ayrıca, Uluslararası Ceza Mahkemesinin kurulma belgesi olan Roma Statüsü, Uluslararası İnsancıl Hukuk belgeleri olan Cenevre Sözleşmeleri ile de işkence yasaklanmıştır. Uluslararası Sözleşmelerin yanında işkence KKTC Anayasanın 14. maddesi altında da yasaklanmıştır. İşkence uluslararası teamül hukuku tarafından da yasaklanmış ve devletler uluslararası sözleşmelere taraf olmamış olsalar bile işkence yasağını uygulamakla yükümlü durumundadırlar. Aynı zamanda bir emredici hukuk kuralı olan işkence görmeme hakkına, uluslararası anlaşmalar çerçevesinde çekince koymak ve savaş hallerinde dahi askıya almak hukuk dışı kabul edilmektedir. İşkenceyi yasaklayan tüm uluslararası sözleşmelerin en temel ortak özelliği işkencenin mutlak bir şekilde yasaklanmış olup olağanüstü hallerde dahi işkence yasağının devletler tarafından askıya alınmasının hukuken mümkün olmayışıdır. Yukarıda sayılan uluslararası sözleşmelerden İşkence ve Diğer Zalimce, İnsanlık Dışı Veya Onur Kırıcı Davranış Veya Cezalandırmalara Karşı Sözleşme, Birleşmiş Milletler Medeni ve Siyasal Haklar Sözleşmesi ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmeleri, KKTC iç hukukunun da parçasıdır.
Her ne kadar da işkence “mutlak” bir yasak olarak nitelendirilmiş olsa da, işkenceyi önlemek
için yeterli olmamaktadır. Uluslararası sözleşmelerin denetim organlarının yorumları çerçevesinde işkence yasağının uygulanabilmesinin en etkili yollarından biri de işkencenin etkin bir şekilde soruşturulması ve cezalandırılmasıdır.
KKTC’de işkence iddialarının soruşturulması uygulamada Başsavcılık tarafından yapılmaktadır. Her ne kadar da KKTC Anayasası Başsavcılık kurumunun bağımsız olduğunu belirtmiş olsa da birçok ceza davasında sanıkların işkence altında ifade verdiklerini iddia ettiklerinde savcılar davalarını ispatlamak için bu iddiaları çürütmeye çalışmaktadır. Bu bağlamda, işkence soruşturmalarının bazı hallerde Başsavcılık tarafından yapılması çıkar çatışması doğurmaktadır. Zaten birçok mesele soruşturulmamakta veya etkin bir şekilde soruşturulmamaktadır. Bu durumda işkence iddiaları nasıl ve kim tarafından soruşturulmalıdır sorusu akla gelmektedir. İnsan Hakları hukuku işkence iddialarının tarafsız, bağımsız, resen, derhal ve etkin bir şekilde soruşturulması gerektiğini öngörmektedir. KKTC Başsavcılığının uygulamalarına baktığımızda bu kriterlerin hepsine uygun bir şekilde soruşturma yaptığın söylememiz güçtür. Bu bağlamda, işkence iddialarını yukarıdaki kriterler çerçevesinde soruşturacak bir kuruma ihtiyaç vardır. Zaten, İşkenceyi Önleme Sözleşmesinin Ek Seçmeli Protokolü’de işkencenin önlenmesi için “Ulusal Önleme Mekanizması” kurulmasını öngörmektedir. Her ne kadar da söz konusu Protokol KKTC meclisi tarafından onaylanmış olmasa da işkencenin önlenmesi konusundaki sorumluluklarını ortadan kaldırmamakta ve böyle bir kurumun kurulmasını engellememektedir.
İşkence iddialarının insan haklarına uygun bir şekilde araştırılması için “Ulusal Önleme Mekanizmasının” bağımsız ve özerk bir kurum olması gerekmektedir. Ulusal Önleme Mekanizması’nın görevleri arasında da gözaltı ve tutulma yerlerini, önceden haber vermeksizin veya haberli olarak ziyaret etme hakkı olması, denetleme yetkilerine sahip olması mekanizmayı daha işlevsel bir hale getirebilmektedir. Aynı zamanda Ulusal Önleme Mekanizmasının polis merkezleri ve karakollarını, her türlü gözaltı merkezlerini; cezaevlerini, psikiyatri kurumlarını ve idari tutuk yerleri dahil olmak üzere kamusal gözetim altında bulunan her türlü alıkoyma yerlerini de denetleme hakkı olması kapsam alanının artıracaktır. Doğal olarak, söz konusu mekanizmanın bağımsızlığının ve işlevselliğinin sağlanması için de önlemler alınması gerekmektedir. Bunların arasında, mali özerklik, rapor yayınlama hakkı, gerekli ayrıcalıklar ve dokunulmazlıklar, özel görüşmeler Yapma hakkı, ilgili tüm bilgiye erişim hakkı gibi güvencelerin sağlanması bağımsızlığının ve işlevselliğinin artmasına yardımcı olacaktır.
Ulusal Önleme Mekanizmasının kurulması uzun bir zaman alabilmektedir. Başsavcılık makamının da yukarıda belirtildiği şekilde tarafsız, bağımsız, resen, derhal ve etkin bir soruşturma yapmadığını göz önünde bulundurduğumuzda Bakanlar Kurulunun Fasıl 155 Ceza Usul Yasasının 4.(2) maddesinin (2) kendisine tanıdığı hakkı kullanarak uygun gördüğü bir kişiyi soruşturma memuru atama yetkisini kullanmasının işkence iddialarının soruşturulmasında etkin bir yöntem olabileceği kanısındayım.
Netice olarak, işkencenin önlenmesi, suçluların yargılanması, suçsuzların masumluğunun ortaya çıkması ve insan hakları kültürünün benimsenmesi açısından işkence iddialarının tarafsız, bağımsız, resen, derhal ve etkin bir şekilde soruşturulması hem hukukun gerektirdiği hem de siyasi olarak yapılması yerine getirilmesi gereken bir konudur. Bu bağlamda, dünyadaki diğer örnekler de incelenerek Ulusal Önleme Mekanizmasının kurulması için çalışmaların başlatılması insan haklarına değer veren bir hükümetin öncelikleri arasında yer alması gerektiğini düşünmekteyim.
1 Aysun Koç, Hülya çpınar, Nazan Sakallı, Nergiz Tuba Ataş, İşkenceye Açık Kapılar, Türkiye İnsan Hakları Vakfı Yayınları, mayıs 2009, İzmir.
2 Bakanlar Kurulu uygun gördüğü bir kimseyi ismen veya mevkii icabı işlenen herhangi bir suç ile ilgili olarak soruşturma yapmak için yetkilendirebilir.