AKP’nin de bir parçası olduğu neo-liberal-muhafazakâr hegemonyanın asli dinamiklerinden birisi patriyarkadır. Patriyarkal ideoloji çerçevesinde AKP’nin her bir özdeş figürü, gerek kapitalist gerekse muhafazakâr söylem ve edimlerini şekillendirir; çeşitli teknikler ve iletişim kanalları aracılığıyla bunu topluma nüfuz ettirmeye çalışır. Keza patriyarkanın ve kapitalizmin görece uyumlu hali, kadın bedeni üzerinden yürütülen sembolik savaşta cisimleşmesinden ötürü AKP’nin pek çok politik tutumunu belirlemektedir. Üreme stratejilerine ilişkin çocuk sayısı tartışmaları, kürtajın yasaklanması, “anne sütü bankasının” kurulması projesi, erkek şiddetinden mağdur olan kadınlar ve çocuklar için kurulan sığınma evlerine “vaize” atanması projesi gibi örnekler, AKP’nin patriyarkal mantıkla son dönemlerde hayata geçirmeye çalıştığı kimi uygulamalardır. Bu uygulamaların kadınları sınırlandıramadığı durumlarda ise bizatihi hükümet yetkilileri devreye girerek kamuya açık direktif ve yasaklamalarla neo-liberal-muhafazakâr hegemonyanın patriyarkal unsurlarını tamamlamaya çalışırlar.
Bahsi geçen sürecin en son ve somut örneği AKP’nin yörüngesindeki ATV’de düzenlenen, neo-Osmanlı konseptine uydurulmuş ismiyle “Veliaht” adlı yarışma programında gerçekleşti. Programın sunucusu Gözde Kansu’nun kıyafetindeki dekolte detayından rahatsız olan Hüseyin Çelik’in sonradan (yine hükümete yakın Beyaz TV’de) yaptığı bir açıklamada “Dün bir kanaldaki, yarışma programında sunucu öyle bir kıyafet gitmiş ki olmaz bu yani. Kimseye karıştığımız yok ama çok aşırı. Dünyada da kabul edilemez” sözleri Gözde Kansu’nun işine son verilmesi ile sonuçlandı.[1] Akabinde yürütülen tüm tartışmalar üç aşağı beş yukarı “bağnaz bir adam”, “dekolte” ve “tahammül sınırları” sacayaklarına oturtuldu. Kimi tartışmalar “bir kişinin ekmeği ile oynamak” minvalinde gelişirken, kimi tartışmalar “AKP’nin kadınlara ilişkin muhafazakâr eğilimine” odaklandı. Şüphesiz farklı yönlere vurgu yapan tüm tartışmaların haklılık payı bulunmaktadır. Ancak Gözde Kansu ve Veliaht vakasına tüm parçaları yerli yerine oturttuğumuzda bir “anlam” kazandırabiliriz. Ve göreceğimiz şu olur: AKP’nin kadın bedenine ilişkin hegemonya ve birikim stratejileri AKP’nin kimlik kodunun da bir doğrulamasıdır. Biyolojik ve ideolojik yeniden üretim bağlamlarında kadın bedenine ilişkin iki telos karşımıza çıkmaktadır:
a) Biyolojik yeniden üretim bağlamında kadın bedenine yönelik plan, üç ve daha fazla çocuk doğurmaya ilişkin yıllık ücretli izinlerin uzatılması ve planlanan maddi yardım teşviki aracılığıyla gerçekleştirilmeye çalışılmaktadır. Öncelikle nüfusun arttırılarak iç tüketici kütlesinin genişletilmesi; Richard Sennett’in Yeni Kapitalizmin Kültürü’nde kısmen bahsettiği yeni düzenlenen sosyal güvenlik sistemi dahilinde daha çok kişinin prim ödemesi, bunun artan kamu harcamalarından oluşan “açığı kapatması”; en önemlisi de üretime ve istihdama dönük olarak ucuz ve esnek çalışabilecek emek-gücü temini gibi başlıklarla karşılaşırız.
b) İdeolojik yeniden üretim bağlamında ise kadın, neo-liberal ve muhafazakâr endoktrinasyonun uzamı sayılabilecek aile içinde çeşitli roller üstlenir ve atfedilen ilk vazifesi, sisteme eklemlenmeye müsait bireyler yetiştirmektir. Bu bakımdan ailenin yapıtaşı olan kadın, biyolojik yeniden üretimdeki rolünü, mevcut eşitsiz konumunu devam ettirerek, ideolojik alanda da sürdürür. Kadının kritik sorumluluklarından birisi, emek-gücünün ilk disipline edildiği alanın “öğretmeni” olmasıdır. Diğer bir sorumluluğu ise din-ideolojisinin temel ilkelerinin içselleştirilmesine hizmet etmektir.
AKP’nin neo-liberal, yani kamu hizmetlerin bedelinin ödenmesi, sigorta primlerinin yatırılması, özel sektöre müşteri yaratmak ve emek-gücünün temini; muhafazakârlığın, yani ailenin kutsiyetinin devam ettirilmesi ve en küçük tüketici birimin ilmihalinin yeniden yazılması-korunması gibi başlıkları kapsayan hegemonya projesinin patriyarkal unsurları, politik-ideolojik çizgilerine serpiştirilmiş haldedir. Ne var ki, politik ve biyopolitik bağlama tekabül eden ve sağlık teknolojileri aracılığıyla kadın bedenini dönüştürmeye / sisteme uyumlu hale getirmeye yarayan faaliyetler incelendiğinde patriyarkal tutumlarını belirli bir hatta izlemek mümkün hale gelmektedir. Özellikle doğuma endekslenmiş düzenlemeler, kadınları aslen kuluçka makinelerinden farksız görmektedir.
Sosyal ve sağlık politikalarında pronatalizm olarak cisimleşen eğilimler her fırsatta çocuk sayısı tartışmasına kilitlenmektedir. AKP Ar-Ge Başkanlığı tarafından düzenlenen “Nüfus Politikaları ve Türkiye’nin Geleceği” çalıştayında konuşan AKP Genel Başkan Yardımcısı Süleyman Soylu’nun “Kamuoyunda ‘3 çocuk’ olarak bilinen söylem, Türkiye’nin doğurganlık hızını belli bir dengede tutmayı ve genç nüfus avantajımızı sürdürmeyi amaçlayan stratejik bir bakış açısıdır” ifadesi çocuk sorununa “stratejik bakış açısıyla” baktıklarının bir kanıtıdır. Buna göre AKP’nin popülasyon hedefi 2050 yılında 100 milyon kişiyi geçmektir.[2] Nüfus politikaları üzerinden yeni rejimin yeni resmi ideolojisinin yeni taşıyıcılarını oluşturma gayreti sadece politik arenada değil, bilimsel alandan da destek görmüştür. TÜİK, yaptığı nüfus artış hızı projeksiyonları ile “2011–2025 nüfus artış hızının geleceğe yönelik yapılan tahminlere göre, nüfus artış hızı 2033 yılına gelindiğinde binde 4.8’e, 2046 yılına gelindiğinde de binde 0.1’e gerileyeceğini” ve 2046’ta Türkiye nüfusunun 92 milyon 276 bin kişiyle” sınırlı kalacağına dair tahminlerde bulunmuştur.[3] Pronatalist gaye için bakanlıklar arası koordinasyon sağlanmış ve Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı, Maliye Bakanlığı arasında bir işbirliği gündeme gelmiştir. İşbirliği sürecine dışarıdan müdahil olan AKP Kadın Kolları, çocuk bakımında kullanılmak üzere yemek fişi gibi 300 liralık çocuk bakım teşviki ve İşsizlik Fonu’ndan alınacak yüzde 1’lik kaynakla “Aile Bakım Sigortası’ oluşturulması önerilerini getirmiştir. Ayrıca ekseriyetle esnek ve güvencesiz çalışmanın yaygın biçimleri olan yarı zamanlı, evden çalışma ve çağrı üzerine çalışma, yani esnek çalışma modellerinin geliştirilmesi, bu yolla anne adayı kadınlara istihdam sağlanması; ilaveten hâlihazırda bir kurum veya kuruluşta çalışan kadınların doğum izninin 20–24 haftaya çıkarılması önerisi kadınların ekonomik konumuna ilişkin planlamalardan bazılarıdır.[4] Yürürlüğe konması planlanan yeni sisteme göre ise çalışan kadınların doğum izinlerinin artırılmasını içeren “çocuk teşviki paketi”nde doğum sonrasında iki yıl öğlene kadar işe gitme imkânı getirilecektir.[5] İlgili zamansal (kısmi süreli çalışma, serbest çalışma vb.) ve mekânsal (ev-ofis, ev eksenli fason üretim, vb.) planlar, aynı zamanda kadınların sosyal güvenlik mekanizmalarından istifade etmesine yönelik imkânları da beraberinde getirmektedir. Üç değil, beş çocuk yapan kadınlar için 10 yıl borçlanma hakkı verilmesi, bu süreleri askerlik veya yurtdışı borçlanması gibi yöntemlerle ödeyen kadınların 10 yıl erken emekli olabilmesi yine pronatalist teşvikler kapsamında değerlendirilebilir.[6]
AKP’nin fiili yasal düzenlemeler eşliğinde kadın bedenini doğrudan doğruya denetlemeye çalıştığı diğer uygulamaları din-ideoloji kapsamında değerlendirilebilir. Bunların en bilineni sosyal hizmetler başlığı altında vaize atamalarında karşımıza çıkmaktadır. Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı ve Diyanet İşleri Başkanlığı’nın ortak projesiyle erkek şiddetinden mağdur olan kadınlara sığındıkları mekânlarda dini telkinlerde bulunulması planlanmaktadır. Vaizeler sığınma evlerinde manevi bakım hizmeti sunarak, şiddetten dolayı travma yaşamış kadınlara psikolojik yahut ahlaki telkinlerde bulunacaklardır.[7] Fiziksel ve/veya sözel şiddet edimleri nedeniyle mağduriyet yaşayan ve psikolojik düzeyde manipülasyona açık kadınlara din-ideolojisi içerisinden söylemlerde bulunacak vaizelerin muhafazakâr aile yapısını önerecek olmalarını görmek güç değildir.[8] Yine pronatalizm ve esasında ideolojik yeniden üretimle ilgili olan diğer bir örnek ailenin kutsiyetinin kökleştirilmesi bağlamında “irşat” dernekleridir. Maraş’ta Türkoğlu Müftülüğü, aile içi şiddet ve boşanmaların önüne geçebilmek için yirmiden fazla kadın görevlinin yer aldığı “irşat” (doğru yolu gösterme, uyarma) ekibi oluşturmuştu. Bu ekipler boşanmak üzere olan veya aile içerisinde sorun yaşayan kadınları telefonla arayarak ya da ev ziyaretleri gerçekleştirerek “ailenin birliği”, “ailenin önemi” üzerine konuşmalar yapıyordu. Özellikle dini söylemlerin tercih edildiği konuşmalarda hukuki perspektif yerine ilahi çıkar yolları sunulmaktaydı.
AKP’nin kurumlararası işbirliği yoluyla gündelik yaşamı dinselleştirme ve patriyarkal etkenleri kuvvetlendirme örnekleri aynı zamanda Diyanet İşleri Başkanlığı ile Sağlık Bakanlığı ve Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı aralarında imzalanan işbirliği protokollerinde de görülebilir. Her iki bakanlığın eylem alanı içerisindeki tanımlı spesifik hizmetler için Diyanet’in personel ve alan desteğinden yararlanma, pragmatist bir işbirliğine gitme kararı alınmıştır. Sağlık Bakanlığı ile Diyanet arasındaki protokole göre ülke genelinde sağlık alanıyla ilgili politikaların tanıtılması ve duyarlılığın arttırılması için camiler, Kur’an kursları, din görevlilerin katıldığı toplantılarda din-ideolojisi aracılığıyla bir etki alanı oluşturulması amaçlanmakta; bunun din görevlileri aracılığıyla gerçekleştirilmesi planlanmaktadır. Protokoldeki konu başlıklarından ikisi ana-çocuk sağlığı ve aile planlamasıdır.[9] Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı ile imzalanan protokole göre ise “aile yapısının ve değerlerinin korunması”, “aileyi tehdit eden problemlerin çözülmesi”, “ailenin güçlendirilmesi”, “aile fertlerinin bilinçlendirilmesi” gibi amaçlar için Diyanet’in imkânlarından istifade edilecektir. İlgili protokolde “Türk aile yapısı” karakterinin ana hatlarıyla sergilenmesi-izahatı-bilinçlendirme faaliyetleri gibi amaçlar için “özel sosyal destek hatlarının” kurulması, kültürel ve dini konularda toplantılar düzenlemesi de bu protokol kapsamındadır. Hutbe, vaaz, dini konuşmaların dışında konferans, sempozyum, panel gibi etkinlikler için gerekli personel ve bütçe kaynaklarının kurumlararası tedariki yine aynı protokolde not düşülmüştür.[10] Her iki Bakanlık ile Diyanet arasındaki protokoller bitiş tarihi bakımından ucu açıktır.
Neo-liberal-muhafazakâr hegemonyanın devletin ideolojik ve/veya baskı aygıtları aracılığıyla tesis etmeye çalıştığı kusursuz birliktelik aynı zamanda ideolojik düzlemde belirli bir ölçüde çelişkiler de barındırmaktadır. Malumunuz kapitalizmde emek-yoğun kitlesel üretim ve birikimin gerçekleştirebilmesi için kadın-erkek-çocuk fark etmeksizin tüm bireyler emek piyasası içerisinde yerini almalıdır. Ancak patriyarkanın ağırlık kazandığı durumlarda kadınların aile-içi uzama sıkıştırılması, ev içinde ödenmeyen emek olarak yeniden-üretim faaliyetlerini karşılaması kapitalist mantığın emek gücü siyasetine ters düşmektedir. Ne var ki, neo-liberal-muhafazakâr hegemonya projesinin özgül sentezleri bu noktada devreye girerek kadınlar için evi terk etmeden emek piyasasında da konumlanabileceği çözümler yaratmaya çalışmaktadır. Türkiye’de de yakın döneme ait, AKP iktidarı döneminde buna benzer örnekler sıralanabilir: Temmuz 2013’te İŞKUR ve MÜSİAD tarafından düzenlenen bir toplantıda kadınların istihdamının ev dışı ve ev içi yolları konuşuldu; Halkbank, girişimciliği teşvik etmek ve kadın istihdamını arttırmak için “Kadın Girişimcilere İlk Adım Kredisi” vermeye başladı; Citibank kadınlara yönelik “Mikro Girişimci” uygulaması ile kadınların istihdama girişlerini kolaylaştırmak için finansal destek sunmaya başladı. Bu ve bunun gibi kadın istihdamına yönelik benzer uygulamalar, çeşitli kurumların raporlarına istihdam artışı olarak yansımıştır. TİSK’in hazırladığı Ocak 2012-Ocak 2013 istihdam raporunda 723 bin ev kadınının iş gücüne katıldığı; yine aynı raporda kadın istihdamının hizmetler sektöründe 303 bin, sanayide 139 bin, tarımda 66 bin ve inşaatta 7 bin kişi arttığı belirtilmişti. Kalkınma Bakanlığı’nın Haziran 2013 İstihdam Değerlendirme Raporu’nda kadınlarda işgücüne katılma oranının bir önceki yıla göre 1,3 puan artarak yüzde 31,9’a yükseldiği; istihdam oranı ise söz konusu dönemde bir önceki yılın aynı dönemine göre kadınlarda 0,8 puan artarak yüzde 28,5 olduğu açıklanmıştı.[11] TEPAV’ın istihdam izleme bültenine göre Mart 2012’de 12,2 milyon olan ev kadını sayısı 12 ay sonra 11,4 milyona inmiştir. İşgücü dışı nüfus içinde ev kadını oranı da yüzde 43,8’den yüzde 41,4’e kadar düşmüştür. Ev kadını statüsündekilerin azalmasıyla işgücüne katılan kadın sayısı da artmıştır. Mart 2012–2013 döneminde kadın işgücü sayısı 751 bin yükselmiştir. Bunlardan 603 bini istihdam imkânı bulmuş, istihdamdaki kadın sayısı 7,5 milyona yaklaşmıştır.[12]
AKP’nin patriyarkal söylem ve eylemlerine karşın kadın istihdamındaki artış hem paradoksal hem de belirli bir düzeyde tutarlıdır. Çünkü yeni rejimin sermaye birikiminin temeli, Marx’ın ve Engels’in vahşi kapitalizm döneminde bahsettikleri[13] türden güvencesiz ve ucuz emek piyasası mensuplarına, yani kadın ve çocuk işgücüne endekslidir. Ne kadar yasaklanmaya çalışılsa da kadın emeğinin kâr maksimizasyonundaki işlevi ve istihdamı ile işgücüne katılımındaki artış oranları, kapitalist mantığın patriyarkaya ağır basması aynı zamanda AKP’ye içsel diyebileceğimiz türden bir libidinal rekabete yol açmaktadır. “Engelleme” ile “zaruriyet” arasındaki paradoksal durumu şu an için dengede tutan etken, aile içi ödenmeyen emeğe el konma biçimidir. Silvia Federici’nin Caliban ve Cadı kitabındaki haklı tespitinde olduğu üzere kapitalizmin her aşamasında karşılaşabileceğimiz ve özellikle ödenmeyen emeğe el konma anında cisimleşen ilksel birikim, kapitalizmin asli dayanaklarından birisini teşkil eder. Bakım faaliyetlerinin ev içinde devlete külfet olmadan karşılanması, kadının ev içinde tutulabilmesiyle doğru orantılıdır. Sermaye birikimin gerçekleşmesi amacıyla ucuz işgücü olarak kadın emeğinin varlığı ile patriyarkanın görünmezleştirdiği kadın emeğinin varlığı arasındaki gerilimli ilişki, bir ayağı evde olan kadınlarla ile aşılmaya çalışılmaktadır.
Sonuç yerine söylersek, Gözde Kansu’nun kovulmasından itibaren politik, ideolojik, ekonomik ve hukuki düzenlemeler, projeler, rakamlar üzerinden ortaya koymaya çalıştığımız tablo bize göstermektedir ki, AKP’nin kadın bedenine ilişkin pronatalist ve kapitalist stratejileri her seferinde birilerinin çıkıp kadınların davranışları, sözleri ve kıyafetleri hakkında açıklama yapmasına neden olmaktadır. Partha Chatterje’ye göre bu tip bir patriyarkal toplumsal kurguda “erotikleştirilmiş milliyetçilik” şeklinde tarif ettiği, doğrudan ve bilinçli bir şekilde devletlerin teritoryal alanının coğrafik bedene benzetildiği, üzerinde yaşayan kişileri ise birer uzva dönüştürüldüğü bu süreçte “devlet adamları” ilgili uzuvların kontrol hakkını eksiksiz şekilde kendisinde görür; her türlü pornografik ve baskıcı pratikleri sergileme haklarını işletmekten kaçınmazlar. Hüseyin Çelik’in hem muhafazakâr-patriyarkal hem de neo-liberal bir “veliaht” olarak bir kadını kamuya açık bir alanda hedef göstermesi, kendi ideolojisindeki ahlak kurallarını herkes için kabullenilebilir türden bir kıstas olarak sunması, yeni rejimin kadınlara ilişkin bakış açısını eksiksiz yansıtmaktadır.
________________________________________________________________________________
[1] http://www.haberler.com/huseyin-celik-sunucu-gozde-kansu-nun-kiyafetini-5153455-haberi/
[2] http://www.akparti.org.tr/site/haberler/3-cocuk-soylemi-stratejik-bir-bakis-acisidir/42083
[3] http://www.akparti.org.tr/site/haberler/3-cocuk-onerisine-tuikten-destek/8494
[5] http://www.haberahval.com/dogum-izni-18-haftaya-cikti.html
[6] İlaveten Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı’nın hazırladığı Türkiye İçin Nüfus ve Aile Politikaları Kapsamında Yapılan Mevzuat Çalışmaları” başlıklı pakete göre kadınlar doğum izinlerini askerlik borçlanması gibi yapabilecek, iki çocuk için 4 yıl borçlanabilen kadınlar yeni dönemde 3 çocuk için borçlanıp, bu süreyi sigortalılıktan saydırabilecek. http://www.zaman.com.tr/ekonomi_dogum-yapan-kadina-askere-giden-erkegin-haklari-veriliyor_2152058.html
[7] http://evrensel.net/news.php?id=47024
[8] Kadınların İslam dini nazarında ikincilleştirilmelerini kanıtlayan en net ifadelerden birisi: “Erkekler, kadınların koruyup kollayıcılarıdırlar. Çünkü Allah, insanların kimini kiminden üstün kılmıştır. Bir de erkekler kendi mallarından harcamakta (ve ailenin geçimini sağlamakta)dırlar. İyi kadınlar, itaatkârdırlar. Allah’ın (kendilerini) koruması sayesinde onlar da “gayb”ı korurlar. (Evlilik yükümlülüklerini reddederek) başkaldırdıklarını gördüğünüz kadınlara öğüt verin, onları yataklarında yalnız bırakın. (Bunlar fayda vermez de mecbur kalırsanız) onları (hafifçe) dövün. Eğer itaat ederlerse, artık onların aleyhine başka bir yol aramayın. Şüphesiz Allah, çok yücedir, çok büyüktür.” Nisa suresi, 34. Ayet, http://www.kuranmeali.org/4/nisa_suresi/34.ayet/kurani_kerim_mealleri.aspx
[11] Kalkınma Bakanlığı Sosyal Sektörler Ve Koordinasyon Genel Müdürlüğü, Haziran 2013 İstihdam Değerlendirme Raporu, sf 2–3, Haziran 2013
[12] TEPAV, İstihdam İzleme Bülteni, sf 12–13,Ağustos 2013
[13] Kapital’in ilk cildi ile İngiltere’de Emekçi Sınıfların Durumu’na bakılabilir.
Kaynak: http://www.birikimdergisi.com