Senelerce resmi tarih okuduk ama şu anda resmi tarih veya gayrı resmi tarihin yazdıkları karşısında dilimiz uçuklamaktadır. Mesela Osmanlılar ilk Anadoluya yerleşirken önce Selçuklularla sonra da Bizanslılarla sıkı ilişkilere girdiler. Osmanlılar kendi kaynaklarını yarattılar ve komşu devletlerin daha kentsel ortamında etraflarındaki entellektüel ve dinsel, verimli ve tecimsel kaynaklardan yararlanmayı bildiler. Ölmekte olan Bizans İmparatorluğu’nun bu son Asya bölümünde hükümet etme yöntemlerini kurnazca gözlemleyerek Rumların yönetsel ve başka hünerlerinden yararlandılar. Türklerden çok Rumlarla yaşadıklarını Rumlarla dostça ilişkiler içinde olduklarını Mihaloğlu ve Malkoçoğlu adındaki Rum aileleri en yakın dostları arasına aldıklarını okumaktayız gayrı resmi tarihte. Bu ailelerin fertleri sonradan devlet katında da önemli görevler alacaklardı ve aynı zamanda Malkoçoğlu Milliyetçi tarihte de oldukça kendinden “Türk” olarak söz ettirecekti. Bu arada Türklerle Rumlar arasındaki evliliklerde de artış olduğunu ve bir karma toplumun oluştuğunu da okumaktayız gene. İlk dönemlerde Anadolu’ya giren Türkmenler Abbasi Halifeliğinde olduğu gibi paralı askerlik yaptılar. İstanbul’un Latin İşgali sonucu, Selçuklu sarayına sığınan ilk VIII. Mihail Palaiologos’un Bizans imparatorluk tahtına çıkması üzerine Karadeniz’in batı kıyısında bulunan bu yörenin yolunu tutmuşlardı. Bu Türkmenler, tahttan indirilerek bu kez kendisi Bizans’a sığınan Selçuk Sultanı İzeddin’in imdadına koştular. İmparatora karşı bir tehdit gösterisine girişmeleri üzerine, sultanın serbest bırakılmasını sağladılar ve onunla Kırım’a çekildiler. Fakat sultanın oğluyla bir muhafız birliği İstanbul’da kalmıştı. Hıristiyan oldular ve Bizans ordusunu takviye edecek bir Türk birliğinin çekirdeğini oluşturdular (Bk.Osmanlı İmparatorluğu’nun Yükselişi ve Çöküşü, Lord Kinross). Kantakuzen’in kızı Theodora ile Osmanlı Sultanı Orhan’ın evlendiğini de öğreniyoruz gene Gayrı Resmi tarihte. Oysa bu tip konular pek Ders kitaplarında işlenmemiştir. Bu arada Orhan ve Theodora’nın oğlu olan Halil’in korsanlar tarafından kaçırılmasından sonra Bizans İmparatoru’nun onu kurtarmak için akın düzenlediğini de öğrenmekteyiz. Çünkü Halil imapratorun da yeğeniydi. Bu arada Kıbrıs tarihinde de geçmekte olan 1571 sonrasında Anadolu’dan sadece Türkmenlerin getirildiği şeklindeki bilgiler de yanlıştır. Resmi kayıtlara göre buraya az da olsa Hristiyan Rum aileler de getirilmiştir.
Gene İttihat ve Terakkinin sırf iktidarını daha fazla pekiştirmek için darbeyle atadığı Mahmud Şevket Paşa’yı aslında kendi örgütünün öldürttüğünü de öğrenmekteyiz gayrı resmi tarihten. Ya da Mahmut Şevket Paşa suikastının İttihat ve Terakki tarafından bilindiği, fakat bu cinayete ses çıkartılmadığı yönünde görüşler vardır. İttihat ve Terakki sivil kanadının Mahmut Şevket’le olan uyuşmazlıkları dolayısıyla, Paşa’nın aradan çıkmasının- olay, İttihat Terakki’nin iktidarını sarsmadan, hatta onu kuvvetlendirerek oluştuğuna göre- onları sonradan, hatta onu kuvvetlendirerek oluştuğuna göre- onları sonradan memnun etmiş olması da mümkündür. Hatta Edirne’nin geri alınması konusundaki tutumu dolayısıyla İttihat Terakki’nin asker kanadının da bu ölüme fazla üzülmediğini tahmin etmek de mümkün görünmektedir (Bk.Resmi Tarih Tartışmaları, Fikret Başkaya, Sait Çetinoğlu).
1913’le birlikte Türkiye’de kayıtsız şartsız kaydıyla yüzyıllık Tek Parti dönemi başladığında muhalefetin tümü ya susturulmuş ya da sindirilmişti. Şimdi Türkiye’yi veya Osmanlı’yı bırakalım. Daha birkaç sene önce eski bir TMT’ci Şehit Tuncer konusunda bazı bilgiler açıklayınca hemen havada üstü örtülü tehditler uçuşmuş ve bu durumun deşilmesinin doğru olmayacağı bir şekilde üstü kapalı bildirilmişti. Evet, anlaşılacağı gibi gerek Osmanlı, gerekse Türk tarihi ve de hala daha yakın tarihte maalesef üstü örtülmüş ve toplumlararası kin artıran ama gerçeği başka türlü olan birçok olay işlenmeyi veya günyüzüne çıkarılmayı beklemektedir.
Mustafa Armağan, Osmanlı, İnsanlığın Son Adası adlı kitabında (sf.21) tarihle yüzleşmek üzerine şunları yazmaktadır:
“ Yüzümüzü yeniden bulmak, kendimizle yüzleşmekten, böylece tariihin içinde açtığımız şiddet yolunun içinde bu defa geriye doğru yeniden yürümeyi denemekten geçer. Avunmak ve avutmak çare olmaktan uzaktır burada. Biz tarihin “bu” noktasındayız ve tam da şimdi “bu” noktadayız. Öyleyse, bu noktaya nasıl ve niçin geldiğimizin muhasebesini yapmaktan başka çaremiz olamaz. Çare, yüzleşmektedir. Bizi yüzleşmekten uzaklaştıran ne varsa onları bir bir bulmak ve gerçek bir yüzleşme seansını yaşayabilmek için, kendimizi tanıyabilmek ve bir yüz sahibi olabilmek için tariihin yüzüne takılan maskeleri indirmek ve onu özgürlüğüne kavuşturmak gerekir. Tarih özgürleştikçe, “gizli olan” açığa çıktıkça, Sofokles’in sözlerine dönüyoruz burada yine, “meydanda olan” ama silinmiş olan yüz hatlarımız belirginleşmeye başlayacaktır”
Kıbrıs’ta Kıbrıslılar olarak tarihimizle yüzleşmeye ve gerçekleri ortaya çıkarmaya çalıştıkça yeni nesilleri daha sağlıklı yetiştirmeye başlayacağız. Tarih eğitiminin ana işlevi kaba ideolojik kontrolden, öğrenciye başka derslerle gerçekleştirilemeyecek gelişme ve kendiini geliştirme olanaklarının sağlanmasıyla, çocukların çok kimlikli, sorumlu, yaratıcı, aktif yurttaşlar olarak yetiştirilmeleri sağlanabilir. Bunu da yapmak mecburiyetindeyiz…