iktibasMustafa SönmezTürkiye artık yönetenlerin yönetemeyeceği bir konjonktüre girmekte
yazarın tüm yazıları:

Türkiye artık yönetenlerin yönetemeyeceği bir konjonktüre girmekte

Yeniçağ podcastını dinleyin

mustafa_sonmezFikret Başkaya ile Mustafa Sönmez’in yaptığı söyleşisi

Fikret Başkaya: Yükselen ülkeler [ emerging countries] grubu veya BRICS beşlisi, dünya nüfusunun %43’ünü barındırıyor, dünya GSYH’sinin de %27’sini [2011] temsil ediyor. Brezilya, Rusya, Hindistan, Çin ve Güney Afrika’dan oluşan beşlinin ekonomik bir aktör olarak dünya sahnesinde yerini alması, şimdilerde Güney denilen bizim tarafımızdaki ülkeler için bir şans ve bir manevra alanı da yaratmış durumda. Tabii böyle bir oluşum dünya jeopolitiği bakımından da önemli. İşte Suriye savaşında bunu gördük… Eğer başta Rusya ve Çin olmak üzere, bu beşli direnmeseydi, Suriye’de de Libya senaryosunun tekrarı [remake] kesin gibiydi…

Fakat bi sorun var; Her ne kadar bu ülkeler grubu triad emperyalizminin [ABD, AB, Japonya + Kanada ve Avusturalya] karşısına bir güç odağı olarak çıksalar da, ne kapitalizmi ne de neoliberal finansal küreselleşmeyi sorun ediyor değiller… Dolayısıyla kapitalizmin tüm olumsuzluklarını üreterek yola devam ediyorlar. Kapitalizm dahilinde de insana ve doğaya zarar vermeden yol almak mümkün olmadığına göre, bu süreç nereye ve nasıl evrilebilir sorusu ister istemez akla geliyor. Size göre bu sürdürülebilir bir “proje” mi? Her bir ülkenin iç çelişkileri bu projenin bu haliyle sürmesine izin verir mi?

Mustafa Sönmez: BRICS ülkelerinin yeni bir “kutup” olarak yükseliyor görünmelerini ekonomik ve politik olarak iki türlü değerlendirmek yerinde olur. Bu ülkelerin ekonomik olarak yükseliş halinde olmaları, “neoliberal kurgu” dışında değil, bir kere; bunu unutmamak gerek. Ulaştıkları sonuç, çerçevesi IMF-Dünya Bankası tarafından çizilen ve patronajı ABD tarafından yürütülen neoliberal aşamadaki emperyalizmin işbölümünde alınan rolleri hakkıyla oynamaları ve oradan etkili bir yer tutmalarıdır.

 

Bu rol, Rusya için enerji tedarikçisi, Çin, Hindistan, Brezilya ve G.Afrika için ise enerji dışı hammadde, maden tedarikçiliği; sanayi, özellikle merkez ülkelerin kendilerinde tuttukları yüksek katma değerli halkaların dışındaki üretim zinciri halkalarında üretimde yüksek performanstır. Başta, Çin ve Hindistan, kendi işgüçlerinin yoğun sömürüsü ile “sanayi ihracatçısı” ekonomiler durumuna geldiler. Çin, cari fazla veren bir ülke olarak basamak atladı. BRICS’in geldiği yer, rollerini aşmamaları kaydıyla, diğer merkez ülkeleri rahatsız eder boyutta değil henüz. Ne zaman rahatsızlık başlar? Merkezin alanına girmeye, rol çalmaya başladıklarında. Çin, bunu hedefliyor. Sanayide ucuz sanayi üreticisi olmakla kalmadı, sınırları zorluyor, ileri teknoloji ürün üreticisi, giderek yüksek katma değerli hizmet üreticisi olmaya da azimli. Ancak, şu gün için işbölümünün sınırları içindeler ve sistem, bu hallerinden , bu büyümelerinden kaygı duymuyor, tersine küçülmelerinden endişe ediyor. Çünkü, kurguyu tamamlayan aktörler bunlar. BRICS üyeleri de rollerini oynarken farklı bir alan geliştirmiyorlar. Dünya ekonomisi içinde, oradan daha fazla pazar almak üzere çabalıyor ve oyunu yine onun kurallarına göre oynuyorlar. Özelleştirmeciler, esnek emek rejimini ihmal etmiyorlar, sosyal devlet olmak gibi bir kayguları yok, rekabet gücü elde etmek için her yolu mübah görüyorlar ve bunu sonucudur ki, G.Afrika, Brezilya, Rusya, gelir bölüşümünde en yüzkarası ülkeler durumundalar, Çin ve Hindistan da bölüşüm hızla bozuluyor. Anti-sendikal icraatta, kadın ve çocuk emeği sömürüsünde ise Batı’ya parmak ısırtıyorlar.

Dış politika penceresinden analiz edersek, BRICS üyelerinden G.Afrika ve Brezilya dışındakiler, zaten askeri güçlerini ihmal etmeyen, formel askeri harcamaları milli gelirlerinin en az yüzde 4-5’ini bulacak kadar silahlanan ülkeler. Rusya, eski sistemden gelen birikimini boşlamadı. Hala ABD den sonra en büyük silah endüstrisine ve ihracatına sahip. Çin ve Hindistan, çok hızlı silah alımları yapıyor, güçlerini tahkim ediyorlar. Bu, sonuçta onları dünya nüfuz paylaşımında ihmal edilmeyecek aktörler durumuna getirmiş bulunuyor. Öte yanda, ABD, içinde bulunduğu kritik ekonomik durum, Irak fiyaskosu ve iç kamuoyunun savaş aleyhtarı tutumu nedeniyle eskisi kadar saldırgan bir tutum içinde olamıyor, bu da Çin ve Rusya’nın elini güçlendiriyor.

Özetle, BRICS bloku ekonomik ve politik anlamda, dünya güç sahasında bir aktör olarak realite, ancak, muhteva olarak merkez ülkelerden kimyasal bir farklılık göstermiyorlar. Neoliberal kurgu içinde kalarak onlardan rol ve nüfuz çalmak peşindeler henüz. Bu ülkelerde iktidardaki sınıf bloku da bildik burjuva-yüksek bürokrasi ittifakı biçiminde. İşçi sınıfı, örgütsüz, baskılanmış ve otoriter rejimler tarafından yönetiliyor. Bu özellikle Rusya ve Çin için geçerli. Diğer üyeler, Hindistan, G.Afrika ve Brezilya’da ise ekonominin ‘zorunlulukları’, politik yönden otoriterliğin elini güçlendiriyor maalesef.

Fikret Başkaya: İçerde ve dışarda Türkiye’nin ekonomik performansına dair bir başarı öyküsü [ succes story] üretilmiş gibi görünüyor. Birileri Türkiye’yi “yükselen ülke” olarak görme eğiliminde. Bu algının reel dünyadaki karşılığı nedir? Size göre böyle bir başarı öyküsü neden ve nasıl peydahlandı?

Mustafa Sönmez: Türkiye’nin bir ‘yükselen ülke” olarak görülmesi, gösterilmesi anlaşılır bir şey. Türkiye 75 milyon nüfusu ile, jeopolitiği ile, geçmişten bugüne biriktirdikleri ile ‘yükselen ülke’ ligine kabul edilebilecek bir ülke. Nedir yükselen ülke olmak? Merkez’in işbölümünde dağıttığı rollerden, ilk halkada pay alabilecek ülke olmak. Yani merkezin sermaye ihracında ilk gözeteceği ülkeler arasında olmak. Doğrudan yabancı yatırım düşünüldüğünde ilkler arasında olmak, sıcak para ihracında ilkler arasında olmak, kredi biçiminde sermaye ihracında ilkler arasında olmak. Türkiye’de, özellikle 2001 krizi sonrası gerçekleştirilen emek-karşıtı dönüşüm sonrası böyle bir ülke olarak görüldü ve hızla sermaye ihracı yaşandı. AKP dönemindeki sermaye girişi 400 milyar $ . Bu, 90 yıllık TC tarihinin 80 yılında yaşananın 10 katı büyüklüğünde ve dörtte üçü borç büyüten sermaye ihracı… Bu borçla yıllık ortalama yüzde 4,5-5 büyüyen ve sermaye girişine bağımlı hale getirilen bir ülkeye elbette “mucizevi ülke ” tanımı yapılacaktı uluslararası sermaye ve güdümündeki medya tarafından. IMF’ye parmak ısırtacak kadar ve seleflerinden birkaç gömlek daha çok neoliberal bir AKP, bütün kapitalist alemi şaşırttı ve likit bolluğu yaşanan dönemde adres olarak seçildi. Küresel kriz döneminde de geçici de olsa park edilecek alan olarak görüldü ve finans kapitale, özellikle de spekülatif sermayeye kazandırdığı yüksek faizlerle de takdire şayan görüldü. Ancak kargalı, tilkili bu La Fontaine masalı bitti. Artık başta The Economist, Financial Times gibi büyük finans kapital medyaları “mucize”yi en kırılgan olarak ilan ediyorlar. Mucize masalı, en azından 4 aydır, Mayıs’tan bu yana sona erdi.

Fikret Başkaya: Bir ülkenin dünya ekonomiler hiyerarşisinde bir üst basamağa sıçraya bilmesinin koşulu, sanayi alanında bir sıçrama yapabildiği durumda mümkündür. Bu alanda sanayi sektöründe hangi kritik sıçramalar gerçekleşti de “yükselen ülke” şarkıları söylenir oldu? Durum böyleyken, Türkiye ekonomisine dair söylemle gerçek arasındaki uyumsuzluk hakkında neler söylemek istersiniz?

Mustafa Sönmez: Türkiye için en kırılgan nitelemesi, başta döviz açığı ya da cari açık göstergesine dayanıyor. Milli gelirinin yüzde 7-10 arası bir açık, bir rekor ve katılaşmış, aşağı inmiyor. Bu hale getiren ise döviz kazanamayan ama harcayan bir ekonomi durumuna getirilmesi, içten içe kemiklerinin eritilmesi. Sanayileşmeyi, özellikle ihracatçı sanayileşmeyi es geçip dış rekabete konu olmayan alanlara kaçması; İnşaat, ithalatçılık, enerji satışı, kamunun terk ettiği alanlara konma, özel sağlık, eğitim gibi dış rekabete pek konu olmayan alanlara sığınma, günü kurtaran ama geleceği karartan tercihler. AKP Türkiye’si bu halde.

Fikret Başkaya: Bir ülke, bir ekonomi eğer dış ekonomik ilişkilerini içerinin ihtiyaçları doğrultusunda dizayn etmeyi başarırsa, orada ulusal bir ekonomik inşadan söz edilebilir. Dolayısıyla söz konusu ülkenin iç tutarlılığı olan, iddialı bir kalkınmacı perspektife sahip olması gerekir. Oysa sizin de çok iyi bildiğimiz gibi, Türkiye 1980’de ünlü “24 Ocak Kararları” ve onu destekleyen 12 Eylül askeri cuntasıyla kalkınmacılığa elveda dedi. Başka türlü ifade edersek, “içeriyi dışarının ihtiyaçlarıyla uyumlandırma” tercihi yaptı. Böyle bir tercih yapmak demek de son tahlilde “lümpen kalkınmaya” razı olmak, “kompradorlaşma rotasına girmek” demeye geliyordu…

Mustafa Sönmez: AKP’nin ekonomi vizyonu hiç olmadı, çünkü önde olan politik vizyonu ve hedefleriydi. Ekonomi, hedeflenen otoriter İslami düzen vizyonuna hizmet edecek, oy hacmini genişletecek araçtı. Dış borçlanmadaki tırmanışı, sürdürülemezliği hiç dert etmediler. Kemik erimesini dert etmediler. Günü kurtarıp günün hasılatını oya tahvil etmeye baktılar. Ama, duvara çarpmaları kaçınılmaz. Artık ters tepiyor. Çember daralıyor. Sırttaki borç kamburu, kemik erimesi ile yol almalarının sınırına geldiler. Memnuniyetsizlik kendi yarattıkları burjuvazi ve oy aldıkları kesimde de hızla yayılıyor. Özellikle ABD’nin krizden çıkma operasyonlarına start vereceği FED kararlarından, 2014 başından itibaren ekonomide başlayan ve iç çatlağı büyüyen siyasete hemen yansıyacak gelişmelere gebedir Türkiye. Bütün bunların farkında olarak yönetenlerin iyice yönetemeyeceği bir konjonktüre giriyor ülkemiz.

Yönetilenlerin ise, bunlar tarafından yönetilmek istemediklerini ama özyönetimlerini nasıl gerçekleştireceklerine dair yeni bir sunum, bir pratik sergilemeleri gerekiyor.

- Advertisement -spot_img
- Advertisement -spot_img
5,999BeğenenlerBeğen
796TakipçilerTakip Et
1,253TakipçilerTakip Et
354AboneAbone Ol

yazılar

Yeniçağ Podcastını dinleyin