Halil Karapaşaoğlu’nun Afrika Gazetesinde “Apartman boşluğu” başlıklı köşesinde yayınlanan yazısı
Camdaki çatlak…
Topraktaki yarık…
Ağaçtaki kesik…
Hangimizi etkilemez?
Hangimiz düşüncelere dalıp gitmez?
Yazı; biraz çatlak, yarık ve kesik gibidir…
* * *
Bir insan yaratalım…
Yüzüne biraz çatlaklık…
Yarıklık ve kesiklik koyalım…
Çok değil abartmadan…
Ve bir anda karşınıza çıkartalım…
Yüzünün hissettirdiklerini…
Unutmak mümkün mü?
Yazı; çatlak, yarık ve kesik gibidir…
* * *
Her ne kadar birçok edebiyatçımız…
Katılmasa da…
Köşe yazıları edebi bir türdür…
Roman, öykü, şiir, tiyatro oyunu gibidir…
Küçümsenmesinin nedeni…
Hızlı tüketilmesi…
Zaman karşısında çok fazla direncinin olmamasıdır…
Gazetelerde yayımlandıklarından…
O gün için…
Bilemediniz üç dört gün için güncelliklerini korurlar…
Daha önemlisi…
Yazarların yaptıkları işin ciddiyetinin farkında olmamalarıdır…
Köşe yazıları yazmak zor zanaattır…
İşçilik ister…
Kelimeler ve düşünceler üzerinde düşünme kaldırır…
Ritim, kurgu, söz dizimi, felsefe, diyaloglar…
Yukarıda saydığım edebi türlerin hepsini…
Köşe yazıları, kendi bünyesinde barındırabilecek…
Geniş bir zemin sağlamaktadır yazarına…
Köşe yazılarını sadece gazeteciler yazmaz…
Köşe yazarlığı gazetecilerin işi değildir sadece…
Edebiyatçılarımız, bu tarzı küçümsemektedir…
Kendilerine güvenmemeleriyle birlikte…
Düşünce tembeli olmalarından kaynaklı…
Bu alandan uzak durmaktadırlar…
* * *
Köşe yazılarının bize yarattığı bu özgür zeminden…
Köşe yazarları farkında mıdırlar?
Düşünce, sözcük işçiliğini ne kadar hakkıyla yerine getirmektedirler?
Bir dönem en uç noktalardaki…
Farklı kesimlere hitap eden gazeteleri almıştım…
Dikkatli olarak değerlendirdiğiniz zaman fark edeceksiniz ki…
Köşe yazılarından ne edebi bir tat almak mümkün…
Ne de farklı bakış açılarıyla sarhoş olmak…
Ne yazık ki…
Politikacıların ve politik demeç veren kişilerin kullandığı…
Sığ dilden çok da farklı değil…
Genelde var olan bir olay üzerine…
Kendi yorumunu getiriyor köşe yazarı…
Bu yorumların neredeyse hepsi Kıbrıs sorununa…
Geçmişte yaşanan politik olaylara bağlanıyor…
Bu düşünce kabızlığını gösteriyor…
Dille hiçbir meseleleri yok…
Ne yazıdaki ses dizimine dikkat ediyorlar…
Ne de yazılarındaki kurguya…
Fethi Naci şairler için“dil gurbeti” olarak tanımlamıştı bu tarz vakaları…
Bu konu için ne kadar geçerli olur bilemiyorum ama…
“Söze zulmeyleme” de demişti yine dille ilgili sığlığı ifade etmek için…
Ne kadar can alıcı…
Söze zulüm etmek…
Entelektüel anlamda ne kadar yetkin gazetecilerimiz?
Kitap okumaktan…
Gezip, görmekten bahsetmiyorum…
Hayatı düşünmekten…
Hayatın içinde barındırdığı farklı disiplinlerden beslenmekten…
Bunlarla ilgilenmekten bahsediyorum…
Bunun içinde sosyoloji, felsefe, sinema da var…
Marangozluk, makinistlik…
Çobanlık, çorbacılıkta…
Salt düşünce değil…
Güncel, pratik hayatın içindeki faaliyetlerdir de vurgulamak istediğim…
* * *
Merak ettiğim diğer bir konuda…
Köşe yazarı yazdığı metni kaç defa okumaktadır…
Yazdığı metni ne kadar önemsemektedir…
Kendi bile yazdığı metne önem vermezken…
Okuyucu nasıl önem versin…
Bu toplumsal anlamda da…
Büyük sıkıntılar yaratmaktadır…
Köşe yazılarını sürekli okuyan bir okuyucu…
Kendini köşe yazılarıyla geliştirmektedir…
Bu bağlamda okur diğer metinlerle…
Ne kadar ilişki içine girebilir?
Diğer metinlere yönelebilir mi?
Bu, sürekli Kıbrıs yemekleri yiyerek oluşan bir damak tadının…
Belki Çin mutfağına…
Belki Fransız mutfağına rastladığı zaman…
Hiç zevk almaması…
Damağının başka tatlara açık olmaması gibi değil midir?
* * *
Yazı çatlak, yarık ve kesiktir…
Yazı kendini tanımlayan şeylerin…
Reddidir de aynı zamanda…
Öyle güzeldir ki…
Çirkini de sever…