Perşembe öğleni klavyenin başına geçtim. Aklıma gelen konular la yazımı nasıl ele alıp yorumlama düşüncesine dalıyordum. Fakat etraf gerçekleri ve yayın gündemi arasına yeniden sıkışıyordum. Yaşanan olaylar ve istenen algılar la kalsaydım, şahane bir Kıbrıslı övgü makale yazardım. Biraz dikkat ve bazıları ile konuşunca birden yazacağım şahane Kıbrıs övgülü modundan sıyrılıp, garip paradoksa doğru yöneldim. Hep çelişkiler le algılamaların adeta kuşatılan düşünce mahkûmu gibi gelişiyordu izlenimler. Hele biraz sora başlayacak “eylem” konusunun figürleri aklımı karıştırdı. Hem adı “protesto ve isyan” konuluyor; Fakat gelin görün ki ateşli tepkiciler konuyu daraltmak ta ısrarlı. “Aman sisteme dokunmayın ha! Biz sadece yapılan zamma karşıyız” duyguları çok fazla sırıtıyordu. Duyulan tepki sanki öfkenin değişime ulaşmasını engelleme gaz alma değeri de vardı. Hele oyunu sahneye koyan figürlerin ayni zamanda sistemi en çok savunan kesimler olması nedeni ile beni epey kuşkulandırdı. İlerde bu tip olguları hep sorguladığımız gibi yine şuanda yapılacak protesto araçlı eylemi de galiba sorgulama tehlikesi vardır. Brüksel sokaklarında Elçi parası ile gidip şov yapıp “hak isteyen” eksen, şimdi de zam olayına tepki duygularını sokağa taşıyorlardı. Bazı dış ülke okuyucum diyecek ki “tepki ve direniş önemlidir”! Fakat galiba değişim ve ayni kalma karmaşası bizde daha derinden gaz alma eylemi olarak da yansıyor. Aslında Kuzey Kıbrıs gerçeğini anlamadan buradaki protestoları kavramak güç. Gerçi son tepkiler le dünya öfke ile değişimin buluşmadıkça anlamsızlaştığının örnekleri çok sık yaşıyor. Fakat Kuzey Kıbrıs’ın başka politik ve sosyolojik gerçekleri de vardır. En ilginci olan sokak eylem örgütlenmesini ezilen kesim örgütleri değil işbirlikçi elitin resmen avanta alan kesimlerinin sahiplenmesidir. Bundan dolayı diyorum ki “kolayca tepkinin saptırılma koşulu vardır”! Böylesi çelişkiler ve birbirine uymayan gerçekler le yazımı Kuzey Kıbrıs yörüngesine oturtuyorum…
Geçenlerde Radyo Mayıs programında program yapımcım bana şu basit iltifatı söyledi: “Özkan abi senin beynin kütüphane gibidir. Aklın kolay kolay unutmaz” dedi. Niye mi bunu anımsadım? Çünkü yazıyı yazmaya başlarken aklım beni yetmişler sonuna taşıdı. Siyasal fakültesinin bahçesinde Devrimci Gurup üst eğitim çalışmasını yapıyorduk. Bazı arkadaşlar şu tartışma konusu ile hazırlanmamızı önerdi: “Kıbrıs’ta oluşan bazı tepkilerin sınıfsal analizi nedir”? Konu tamda Kıbrıs’ın kuzeyinde o zaman çiftçiler traktörler le eylem yaptılar. Elbet talepleri daha fazla para ve avantalar oluyordu. Karşıtımız CTP ve Türkiye’deki öğrenci kuruluşları olayı hemen “halkın iktidara karşı sınıfsal çıkışı” olarak yorumladılar. Oysa benim gibi bazı arkadaşlar özelikle olayın çiftçiler açısından olma kadar, eylemi Hacı Ahmet’in başkanlığında yapmaları da kuşkular la yaklaşmamızı tetikliyordu. Bunun üzerine ben birkaç arkadaş la olayı hazırlama görevini aldım. Daha sora yapılan çalışmada iyi bir hazırlık la önemli sonuçlara yönlendik. Daha sora ben ve birkaç arkadaş bu çalışma ile ülkeye gelince Halk der derneklerinde sunduk. Şimdi son olayları yaşarken o günkü bazısı yerleşen ama bazısı da soradan gelecek tehlikeler le adeta başlangıç adımlarımızdaki tesbitlerin doğruluklarını şimdi yaşlanan dünyamda son eylem ile yeniden anımsıyorum. Şimdi bazı önemli bilgiler le o olay la oluşan başlangıç ile günümüze gelen birikim ile yazıma önemli analizler le devam edecem…..
Neoliberal sistem dünyada nice belek silme ile posmoderin yaklaşım yüzeyseleşeme başarısını gösterdi. Sol kesime de geçmiş deneğim birikimlerini sildirterek başarısını kanıtladı. Ayrıca yine sınıfsal bakış ile yorumlama düşüncesini de sildirti. Hatta değişim ve başka dünya arayışlarını da yok saydırtma noktasına gelindi. Böylelikle tek sistem içinde en iyi olma hedefli bir politik tek tip yapı oluşturuldu. Hatta sol geçinen ve etikeltlerini ağzından düşürtmeyenlerin liberaleer gibi ayni düşünceyi savunma noktasına getirdi. Bunalr hepsi varolan sosyal tepkielrde ve politik iş yapmada direk yansıttı. Öyle yansıttı ki dün neoliebral anlayış diğe eleştirdikleri kuraları bizat koltuğa oturunca aynisini “en iyi” diğe yapan kişiliklere sık sık karşımızda bulur olduk. Ayni durum tepkiler için de sözkonusu* Bakın sisteme dokundurmayan kimi çevre şimdi zam nedeni ile tepki gösteriyor. Göstermek le kalmayıp, kitlesel öfkeyi de hesaplayarak bunu kulanmaya çalışıyorlar. Kimisi yönetimi de kurtarma amacında, kimisi de bundan pay alma peşindedir. Çok basit bir durumu söylemekten kaçınmayacam: Eylemi organize edenlerin ayni zamanda elektrik özeleştirmesini de istediklerini kaçınız aklınıza getirdi? Dahası; Dün Brükselde işbirlik payı isterken, şimdi zama karşı olmanın kriterlerini birlikte düşündünüzmü? Fakat eleştirileri artırmadan şu eksiklik de sırıtıyor: Zam nedeni ile tepkierl oluyor. Fakat tepkiler ne sınıfsal noktaya geldi, nede değişim savunma yörüngesine kaydı. Sadece zam etkisi ile oluşan bir dağınık tepki vardır. Sosyal olarak değişimi veya sınıfsal olarak dönüşümlü tavır yoktur. Hatta bunu örneğin değişim ile sokağa çıkılsa şuanda bu işi organize edenler brakın desteği, direk karşı çıkacaklardı. Birde hemen şunu anımsatmadan olmayacak: Kısa zaman önce yine yoğun örgütlerin böylesi bir tepkisi olduydu. Başbakanlık önünde sert konuşan şimdiki organizatörlerin hemen sora nereye gidip başkalaştırklarını anımsarmısınız? Anlık tepki kulanma ve birilerin nemalanma gerçekleri hep bizde yaşanmaktadır.
Kuzey Kıbrıs sosyal ve sınıfsal açıdan çok çarpık bir yapılanış yaşandı. Bunu isterseniz sadece 74 sorasına araştırırsanız dahi anlarsınız. Ganimet ekonomik anlayış, yandaşlı paylaşım, gelişigüzel kayırmalar ve aktarma nifus anlayış ile bir çarpık yapı yapılanıyordu. Yasal olarak eskiden gelme Kıbrıs Cumhurieyti ve İngiliz sömürge yasalarına yeni ganimaet tipi paylaşım ve yeni ilhak politik olgularla karıştırılıyordu. Kişiye göre yasalar dahi çıkarıldı. “Rayıf Denktaş emekli yasası gibi”! Ganimet ve yandaşlaşma yeni işbirlikci ilkeler le gelişmeler ayni zamanda çıkarları ve yasaları da şekilendidriyordu. Eklektik ve günün çıkarına göre yeni işbirlikci yapı yönetim adıyla oluşuyordu. Paylaşımdan işe almalar yoğunlukla yandaşlaşma düzeğinde oldu. Çalışma yaşamında veya üretim adıyla yapılan desteklemelerde oluşturllan işbrilikci egemen elitler de hep b bu kuralarl rol aldı. Sonuçta çalışanın emekci gibi sınıfsal olguları az olan, egemen işbirlikci elitlerin kayırıcı korumalar la acağip bir yapı oluştu. Kamu adına oluşan yapılar ise arpalık ve yandaş kayırmacı ilkeler le geliştirildi. Böylelikle haklar değil avanltaların bol olduğu garip yapı oluştu. Ayrıca sürekli nifus aktarmalar la direk müdahaleler sonucu sosyolojik yapı hep zorlandı. Gün oldu tarım adına getirilenler oldu. Gün oldu seçim müdahalesi için insan taşındı. Doksanlarda sermaye el değiştirme hareketi ile kaçak işçi adıyla yeniden nifus kayışı oldu.Üstelik buradaki çarpıklıklar kadar gelen nifusun da değişken özelikleri sonucu ülkemizde ortak paydaşlı ezilen sınıfsal örgütlenme koşulu da kırıldı. Şimdi bunun en somut örneğini şurda yaşıyoruz. Resmen göz göre göre haklara karşı saldırılar olurken, bazı arpalık halindeki kurumlar el değiştirme hareketinin kurbanı olurken, hala avanta hak önünde olan çoğu kesimler karşımızda duruyor. Zaten ben özelikle çoğu yerde haklar yerine ayrıcalıklı avanta talebleri olduğuna hep tanık oldum. Sağlıkta metalaştırma ve kamusal özün yok edilme hamleleri olurken dahi bazı kesimelrin ısrarla hak adına ek mesayi avanta arayışları ironisi bundan dolayı yaşanıyor.
Ülkemizin ilhak gerçeklerini ve yeniden sömürgeleşme yapılanma kuralları ile birlikte düşünülmedikçe sorunalr hiç anlaşılmaz. Biz daha yaşadığımız olayların adını dahi koymaktan uzak olan örgütlerden değişim bekliyoruz. İnsanlar ise parçalı şekilde kendilerine nasıl kayırmacılık verileceğini düşünüyor. Belediye denileni bizde derebeyliğe dönüştüren, hak olgusunu avanta kıyak la algılayan, paylaşımda üretimin katgısı değil yandaş kuralının işlediği garip sosyapıya ulaştık. İşin tehlikeli öteki gerçeği de şudur: Ülkemiz yeniden sermaye el değiştirme hareketi ile işbirlikcilerin dahi artık roleri bitiriliyor. Acentacı konumla veya vitrini kurtarma aracı haline getiriliyorlar. Onlar ise gelen tufanı görmeme ama var olandan alınıp kendilerine verme ikileminde takılıp kaldılar. Elektrik olayında olacaklar beli iken; Onlar hep özeleştirmeyi savundular. Zaten sınıfsal burjuva gibi düşünselerdi su olayına da yanlış bakmazlardı. Fakat yine sistemin kendini karşımızda buluyoruz. Vergi ödemeyen, elektrikte dahi ödemeyen kesim oluşları, kamusal hizmetleri dahi elerine geçirip satma yolu ile avanta sağlayan garip bir işbrilikci elit oluşturuldu. Ünüversitesi adını hizmet sektörü koyuyor, öteki kesimelr durmadan destek istiyor. Çalışan kamuda ek mesaği çeteleri oluşuyor. Rüşvetin gelişmesi ve kayırmalrın ayuka çıkma gerçekleri yaşanıyor. Aslında arada bir denilen “ulusal direnç” yalanı da tatlı geliyor. Fakat dünyada olmayan elit avantalar da burada uygulanıyor. Örnekmi* Emekli olan üst elite emekli iken dahi tahsisat risk ödenekleri verilmesi gibi! Nemi öneriliyor: Bazen Türkiyeden İMF paket tipi prokramlar; Avrupadan alınan metinelrin veya Türkiyenin kendinde uyguladığı yasaları aynen alıp burada hukuk yaparak düzelecek söylemli uygulamalar! Kimse şunu söylemez: “Burda yasaların hükümü yetkinin gerisindedir”! Öyle olmasa şimdi tartışılan elektrik ödeğen ödemeğen ayrımı gayet doğalaşırmıydı? Üstelik ödememe konumunda en güçlü kesimlerin olma gerçeği de varken!
Ülkenin ufak görünümü böyle. Şimdi yarın neyapacağı belli olmayan örgütlerin olan tepkiyi nereye yönlendireceği bilinmeğen bir protesto yapılıyor. Sadece öne çıkan kesimin kısa dönemli uygulamalarına bakarsanız kuşkuların olması gerektiğini de anlarsınız. Zaten genelikle egemen eksenli yapılan olaylara kimse fazla dokunmaz. Ama şöyle düşünün; bu eylemleri değişim amacıyla birileri yapsaydı ayni rahatlılık olurmuydu? Hani anımsayın; Kimine meclis önü açık ken bazılarına bibergazı sıkılıp hatta hala yargılanmaları devam ediyor! Daha neyi anlatacam? Tüm bu yaşadıkalrımızı daha çok önceden belirtik. Geliyoru dedik; Şimdi geldi dedik. Ama biz bunu sorgulayın deseydik ayni ekranlar konuyu böylesi haber dahi yaparlarmıydı?