yaklaşımlarHalil PaşaKıbrıs Sorunu eninde sonunda çözülecek - Halil Paşa
yazarın tüm yazıları:

Kıbrıs Sorunu eninde sonunda çözülecek – Halil Paşa

Yeniçağ podcastını dinleyin

halilpasaBuna inanmaktan öte, eminim de.

1963 Aralığından beridir tam ortasından ikiye bölünmüş başkentinin, 1974 yılında Türkiye’nin askeri müdahalesiyle 30 yıllığına iki cemaat arasında kesilen insani ilişkiler nasıl geride kalmışsa…

2003 yılında adalıların adına “barikatlar” ya da sınır “kapıları” denen, asker, polis, gümrükçü ve memurlarla kuşatılmış noktalarından geçerken, kimlik göstermek zorunda kaldığımız ve kimliği olmayanlarımızın da karşıya geçemediği bugünleri de geride bırakacığız.

Türkiye’nin askeri cunta yıllarını hatırlatırcasına, sürekli yanımızda bulundurmak zorunda kaldığımız ve cüzdanımıza sokup çıkarmaktan pek çoğumuzun hızla yıpranıp yarılıp uçlarından lime-lime dökülen kimliklerimizle içinde yaşamakta olduğumuz şimdiki zamanı…

Ve; “bir keresinde Lefkoşa’nın Kuzey mahallesinden, Güney’indeki bir sokağa çaktırmadan kimliksiz gidip gelmeyi bile başarmıştım…” mealinde pek çok komik ve trajik anılarımızın absürtlüğüne, “gülelim mi ağlayalım mı o zamanki hal-i pür melalimize” modunda mevcut zamana dair hikayelerimizi…

Bütün bunları sanki hiç yaşamamışız ya da çok uzakta kalmışlar gibi anılarda bırakacağımız günler yakın…

Rüyada görsek hayra yormaya korkacağımız yepyeni bir yaşam ve zaman dilimine…

Çok değil, az kaldı…

Uzatmayayım…

Demek istediğim şu ki; takvimler ikibinyirmiyi gösterdiğinde, çözüm konusunda epeyce yol almış bir Kıbrıs’ta yaşıyor olacağız…

Yaşamın aslında değişimin ta kendisi olduğundan emin”, muhafazakarlığa, yeknesaklığa ve rüzgara karşı yelken açmış bir “marjinal solcu” olmayı içselleştirmiş birisinin böyle şeyler yazıp ilan etmesi kadar kolay bir şey olamaz elbette…

Ve elbette Kıbrıs Sorunun çözümü konusunda kesin bir tarih vermek, sadece “marjinal solcu” olmakla değil ama fazlaca da iyimser olmayı gerektiren bir husus…

Ancak bugünün Avrupa’sında yer alacaksanız eğer, böyle denizin ortasında bulunan küçük bir adanın ortasından ikiye bölünmüş siyasal coğrafyasıyla, bölünmüş ekonomisiyle, iki başlı bir idare ve tüm bunların devamı için tonlarca merminin, topun tüfeğin ve de on binlerce askerin mevzilendiği koşullar altında…

Ve ürettiğinden çok tüketmeyi hak bilerek yaşamanın, ne insani, ne mantıki ve ne de ekonomik bir tarafı olmalı ve yoktur da!.

Dahası, dağları, tepeleri bayraklarla süslenmiş, ovaları ve deniz kıyıları uzayıp giden dikenli tellerle çevrili ve o tellerin üzerinde asılı “askeri yasak bölge” levhalarıyla daha çok  “askeri garnizon”u andıran…

Öte yandan refüjleri çer-çöp, tarlaları naylonlarla dekore edilmiş, trafiği keşmekeşe, belediyeleri batmanın eşiğindeki adanın Kuzeyini bu hal-i perişanından kurtarmaya talip ve “taraftarı bol siyasal partiler”inin birbirine benzedikleri için artık umut olmaktan çıktıkları bir ortamda…

Üstüne üstlük, plansız yapılaşmaların sırıttığı çarpık kentleşmelerin her gün toz-toprakla yıkandığı, her ay sonunda maaşları ödeyip vartayı atlatmayı ilk hedef olarak kanıksamış yöneticilerin de “idare-i maslahat” ile sürdürüle(meye)n yönetimleri altında…

Pek çok devlet çalışanının da, “alemin enayisi ben miyim?” düsturuyla iş yapmamayı adet, “minimum çabayla maximum para kazanmayı” da alışkanlık haline getirdikleri bir yönetim yapılaşmasıyla…

Adaya dışarıdan bakan birisi için bütün bunların anlamı, Kıbrıs’ta bu haliyle artık sürdürülebilir bir yaşamda inat etmenin, içinde yaşayanların kendi kendine eziyetten öte bir anlam ifade etmeyeceğidir.

Öyleyse?

Öyleyse adada denizden çıkacak “gazın kokusunu almış” bir AB ve ABD, kendi sorunlarının çözümünü güçlü olan birilerine havale etmek ve kendi kaderlerini de kendilerinden daha güçlü olanlara terk etmeye alışık bir tarihsel gelenekle malul cemaatlere sahip bu ada coğrafyasında…

İşin hallini, yani sorunun çözümünü, çıkacak gazın sonrasına bırakmaları düşünülemez…

…………………………………………..

Geçen hafta Berlin’deydim.

Onbeş yıl önce gittiğim Berlin’den çok farklı, yakın bir zaman sonra Avrupa’nın başkenti olacağını sandığım bir Berlin ile karşılaştım…

Kentin “East Gallery” bölgesinde, daha 23 yıl öncesine kadar şehri ikiye bölen ve şimdi üzerindeki rengarenk graffitileri ve “Diren Gezi” ile başlayıp “No More Wars, No More Walls, United World” sloganlarıyla hatıra olarak bırakılmış, duvarları dolaştık Kıbrıslı arkadaşlarımla.

Tarihi duvarların karşısına, hemen yanı başına, birer ikişer gökdelenler ve iş merkezleri inşa edilmeye başlandığına şahit olduk.

Sadece “Sovyet Sosyalizmi”nin değil, ABD ağırlıklı kapitalist-emperyalizminde, Berlin’in bölünmesinde önemli bir rolü olduğunu söylemek mümkün. İlginçtir sonradan şehri birleştiren de kapitalizm oldu. Ancak bunu “kapitalizmin zaferi ve tarihin sonu” sananlar, şimdi onun yalnızca dünyamızdaki eşitsizlik ve adaletsizliğin kaynağı değil, Avrupanın başkenti olmaya hazırlanan şehrinin tarihi duvarları dışında herhangi bir yapılaşmanın bulunmadığı boş ve bakir alanına da gözünü dikmiş, “çevre düşmanı” bir hal aldığına şahitlik ediyor.

Demek istediği şu ki; devrimin en son uğrayacağı şehirlerden birisi olduğunu düşündüğüm, içine doğduğum Lefkoşa’nın, altı yıl kadar sonra, absürt “sınır geçiş” hikayeleri de vurmayacak günlük yaşamlarımıza damgasını belki…

Ya ne vuracak?

Altı yıl sonra kapitalizmin, Lefkoşa’nın suretini allak bullak edişine şahit olduğumuzda, galiba yakın tarihi, Kıbrıs’ın yarım yüzyıl süren çözümsüzlüğünün yol açtığı, “şimdiki zamana dair absürt yaşam hallerimizi” konuşmayı da unutmuş olacağız…

Evet, görünebilir bir gelecekte adada çözüm olacak.

Belli ki bu arada çözümle birlikte bir süre daha, Milliyetçilik ve Kapitalizm illeti de devam edecek. Ama çözüm ve barış ile birlikte dünyalı ve insani bir sosyalizmi de konuşmanın daha çok dayattığı bir ortamı da yakalamış olacağız…

Kapitalizmin ancak o zaman kendi mezar kazıcılarını, hani bugün için ülkemiz “ulusal solu ve sağı”nın siyasal jargonundaki ol “siyasal marjinalleri” daha bir görünür kılacak…

Neyse; öyle ya da böyle…

Bugünün dünyası için çirkin bir sivilce ya da çıban görünümündeki Kıbrıs sorunu eninde sonunda çözülecek…

İkibinyirmi mi yazdım?

Evet ikibinyirmi!.

ikibinyirmi ki…

Adalıların, bugünün absürt yaşamlarını, ya da bambaşka konuları tartışıp konuştukları bir yıl olacak…

- Advertisement -spot_img
- Advertisement -spot_img
5,999BeğenenlerBeğen
796TakipçilerTakip Et
1,253TakipçilerTakip Et
355AboneAbone Ol

yazılar

Yeniçağ Podcastını dinleyin