Halil Karapaşaoğlu’nun Afrika Gazetesinde “Apartman boşluğu” başlıklı köşesinde yayınlanan yazısı
Hangi yağmur hangi rengi bırakmaz üzerimize?
Hangi renk dayanamaz, titrer dokunduğu zaman tenimize?
Her şeyin bir rengi vardır, yalnızlığımızın rengi nedir?
Sevgiyi taşımak ağır olmasaydı…
Sevgi taşınamayacak hale dönüşmeseydi yüreklerimizde…
Yine de yalnız olur muyduk?
Oturur muyduk kendi kendimize…
Kalabalıkların içinde karnaval yaparmış gibi…
* * *
Elinden bir an olsun düşürmediğin telefon…
Gün gelmiş yalnızlıklarımızın tatmini olmuş…
Yüreğin içindeki sevgisizliğin yerini doldurmuş…
Dünya sen ne zaman bu hale geldin?
Dünya bu kadar mı zor seni avuçlarımızın içinde taşıyıp…
Bağırmak kocaman bir gökyüzüne?
Sabah uyanır uyanmaz, belki merhaba demeden sevgilisine…
Elleriyle saçlarını okşayamadan sevgilisinin…
Avuçlarını yüzüne dahi dokundurmadan daha…
Elinde telefon Facebook’a koşuyor millet…
Yataktayım diyor…
Biraz sonra sevgilimle sevişeceğim…
Belki erken boşalacak o…
Belki ben de boşalacağım…
Daha sonra dokunmadan birbirimize…
Hızlı bir şeyler yiyeceğiz…
Üstüne güzel bir sabah kahvaltısı…
Adım adım yazacağım ne yaptığımı…
İşten çıkıp, eve geldiğimi…
Evden çıkıp işe gittiğimi…
Dünya bu kadar mı zor seni avuçlarımızın içinde taşıyıp…
Bağırmak kocaman bir gökyüzüne?
* * *
Neden böyle yapıyor insanlar…
Neden bir mekâna gittiğiniz zaman…
On dakika bilemediniz on beş dakika sonra…
İnsanlar telefonlarına sarılıyor…
Ve başlıyor diğerinin…
Bir başkasının hayatını dikizlemeye…
Didik didik etmeye…
O kadar mı utanıyoruz konuşmaya…
O kadar mı korkuyoruz yüzleşmekten…
O kadar mı kötü bu yüreğimiz ki…
Sevgisiz de diyebiliriz sanırım…
Konuşacak…
Dertleşecek bir tek arkadaşımız bile yok…
* * *
Kapanmışız bir odaya…
Hantal vücudumuzla abanmışız Facebook’a…
Ne bok yapmışsak, sıçtığımıza kadar yazıyoruz…
Yaz babam yaz…
İnsanlığın şerefine…
Devrimin şeferine…
Yaz babam yaz…
* * *
The Big Brother is Watching you!
1984…
George Orwell…
Bazıları ajan diyor Orwell’a…
Bazılarıda ilerici bir sosyalist…
Stalin döneminin en büyük eleştirmenlerinden…
Totaliter rejimleri allak bullak etmiş…
Geçen gün bir arkadaşım…
Orwell’ın bir ajan olduğunun doğrulandığını söyledi…
Benim için fark etmez…
İster ajan olsun ister olmasın…
The Big Brother bizi izlemiyor muydu?
Kontrol etmiyor muydu hayatlarımızı?
Gerisi teferruat…
Şimdi her birimiz birer “Big Brother” olmuşuz…
İzliyor ve izleniyoruz…
Hatta sanal ortam sayesinde başkalarının yaptıklarımızı beğenmesi ya da beğenmemesi…
Bizi sevindiriyor bazen de üzüyor…
Bizlerde ona göre başkalarının yaptıklarımızı beğenmesini umursadığımızdan…
Bu beğenileri kıstas aldığımızdan…
İddia ediyorum ki, davranışlarımızı, yaptıklarımızı bu beğenileri kazanmak için şekillendiriyoruz…
Devletlerin, polislerin, askerlerin bizleri kontrol etmesine hiç de gerek yok…
Biz siyasal erk için…
Toplumun normlarının, ahlak değerlerinin zedelenmemesi için bunu Facebook aracılığıyla yapıyoruz zaten…
Her birimiz diğerini kontrol ettiği ve denetlediği için birer polis, asker hatta devletin kendisi oluyoruz…
Yaşadığımız her şeyi sanal ortama aktarmayı sevdiğimizden…
Bundan dolayı ister istemez neyi yaşamamız ve neyi yaşamamız gerektiğinin kararını da bilinçaltımızdan iktidara göre, kabul gören ahlak değerlerine göre şekillendiriyoruz…
* * *
Sevgi taşınamayacak kadar ağır gelmiş olmalı ki…
Gizlenmeye ihtiyacımız var…
O kadar yorulmuş ki yüreklerimiz…
Gerçeğe dokunmak, koklamak onu tatmak belki de…
İstemiyoruz…
Yalancı aşklara, sevgilere, dostluklara sarılıyoruz…
Sanallığa sarılıyoruz ki…
Gözyaşlarımızı kimse görmesin…
Hüzünlüyken kimse fotoğraf çektirmesin…
Hep gülsün gülermiş gibi yapsın…
Sahte gülümsemeler sokağına…
Hoş geldiniz vesselam…