Aslında tarih bu işte. Bir dedektif gibi araştırmak ve sonuçlar bulmak. 1571 yılında başlayan yeni Kıbrıs tarihinde resmen artık Kıbrıslıtürklerinin de adı geçmektedir. Fakat şimdilerde bazı tarihçiler 1571 yılından önce bile Kıbrıs’ta bir Kıbrılsıtürk varlığının olduğunu vurguluyorlar. Profesör Dr. M. Akif Erdoğru “Kıbrıs’ta Osmanlılar” adlı kitabında 1571 öncesi Latinler,Rumlar, Nesturiler, Tatarlar, Ertmeniler, Franklar, Araplar, Moralılar, Mağribiler, Cenevizliler, Venedikliler, Maruniler(Maronitler), Süryaniler, Makedonyalılar, Macarlar, Bulgarlar, Katalanlılar, Fransızlar, Yafalılar, İspanyollar, Lombardlar, Türkler ve başka diğer ulusların bulunduğunu ve yaşadığını iddia etmektedir.Yazara göre Kıbrıs Ortodoks Kilisesi adanın sosyal, dini ve kültürel birliğini şekillendirdi ve Frank döneminde feodal bir yapı kuruldu(Erdoğdu, 2008,sf.6). Aynı yazar kitabında şunları da yazmaktadır:
“Adanın bu karmaşık dinsel ve etnik yapısı içinde Türkler de yerlerini aldılar. Dolayısıyla Kıbrıs Türklüğünü, 1571 Osmanlı fethine bağlamak doğru değildir. Ortaçağlarda çoğunlukla Hrıstiyan Türklerin adada yer almalarının nedeni Bizans İmparatorluğunun ordusunda ücretli asker istihdam etme politikası ve uygulamasından dolayıdır. Nitekim hem Haçlı Orduları içinde hem de Bizans ordusunda yer bulan Hıristiyan Türkler veya Hıristiyanlaştırılmış (baptised) Türkler adada asker olarak yerleştirildiler…” (sf.9).
Adaya yerleştirilen Kıbrıslıtürklerin mezhep veya dinleri konularında da tartışmalar yapılmakta ve bu tartışmalarda daha fazla buraya Anadolu’dan getirilenlerin Alevi oldukları söylenmektedir. Bu konuda Nazım Beratlı “Kıbrıslıtürklerin Tarihi” adlı kitaplarında bol bol söz etmektedir(Beratlı,1999,sf 36). Aynı sayfada Beratlı, “ Kara Hacı” diye bir Celali şefinden bahsetmektedir.Yine aynı yazar Kıbrıslıtürklerin Tarihi adlı kitabının 1. Cildinde de şunları yazmaktadır:
“Kıbrıslı Türkler, Anadolu’daki en önemli Alevi Türkmen Boyları’nın, adaya sürülmüş, Torunlarıdırlar”(Beratlı,1993,sf.128). Pek tabi ki Kıbrıslıtürkler arasında Afrikalıların ve Linobambakkilerin de önemli bir katılımı vardır, nitekim Beratlı kitaplarında bunlara da parmak basmaktadır.
Haşmet Muzaffer Gürkan “Dünkü ve Bugünkü Lefkoşa” adlı kitabında bize gene Kıbrıslıtürklerin Alevi-Bektaşi geçmişi üzerinde de bazı bilgiler vermektedir (sf.184,sf.185):
“”Kara Baba” ve Kurt Baba”: Lefkoşa’daki tarihi yer adlarından ikisini oluşturan ve iki sokağa adları verilen Kara ve Kurt Baba’lar büyük olasılıkla Lefkoşa’nın fethinde şehit düşen iki muharip derviştiler” demektedir.
Rahmetli Haşmet Gürkan bize daha da geniş bilgiler vermektedir bu konuda, kitabında:
“Bu muharip dervişler, Osmanlıların yayılma dönemlerinde bizzat savaşlara katılan ve sağ kalırlarsa Türk gruplarının yeni alınan topraklarda yerleşmelerine öncülük eden derviş sınıfıydı. Orta Asya kökenli olduklarından ya da o yörelerin geleneğini sürdürdüklerinden “Kara” ve “Kurt” gibi eski Türk adları taşırlardı.
Yabancı kaynaklar, Kıbrıs’ın fethinde bu muharip dervişlerin varlığını kanıtlayan bilgiler aktarır bizlere. Örneğin Lefkoşa’nın Türkler tarafından fethinde esir düşen Rahip Calepio, kendisini bir “derviş”in esir ettiğinden söz eder. Arşidük Salvator da Lefkoşa’yı anlatırken, Türklerin saygı gösterdiği iki şehit mezarından söz eder ki bunlardan biri Girne Kapısı Mezarlığı’nda türbesi olan “Geng Abdal” yani Cenk veya Genç Abdaldır” demektedir…
Bu verilen bilgilerden yukarıda sözü edilen Bektaşi Alevi tarikatı için Lord Kinross “Osmanlı” adlı kitabında bize birçok detaylar vermektedir. Osmanlı Fethiyle İslamiyet hakkında çok az şey bilen ya da hiçbirşey bilmeyen Balkanlar’ın Hıristiyan nüfusu, Asya Hıristiyanlarının aksine gönüllü olarak din değiştirerek asimilasyona pek elverişli değillerdi. Yerlerini alacak olan müslüman sömürgecilerin yetersizliği nedeniyle fatih tarafından ortadan kaldırılmaları da düşünülemezdi. Hala savaşmakta olan Murat, dahası burada yaşayan halkı polis baskısıyla kontrol etmek için yedek askeri olanaklardan yoksundu. Zorla Müslüman edilme politikası ise bu durumda Hıristiyanları kışkırtmaktan ve oluşturdukları tehdidi artırmaktan başka işe yaramazdı. Murat bu durumlarda Balkanlar’daki vassal devletlerin yerli Hıristiyan halkına karşı bir tür hoşgörü benimsedi. Asker sınıfının üyelerini Osmanlı hizmetine aldığı gibi, çok kez hala kendi prensleriyle derebeylerinin kumandasında olan binlerce Hıristiyan birliğini savaşçı olarak kullandı. Karşılığında vergiden muaf tutulmaları ve devlet arazilerinin kendilerine ayrılmış bölümlerinden yararlanmaları garantileniyordu(Kinross,2008, sf.42).
“Fakat asimilasyon sorunu çeşitli şekillerdeki bir köleleştirme politikası tarafından büyük ölçüde çözümleniyordu. Türklerin kendileri de önceki tarihleri sırasında böylesini yaşamışlardı. Köleleştirme işlemi savaş tutsaklarına ve zapt edilen yerlerin halkına uygulanıyordu. Bir yasa Osmanlı askerine tutsaklara sahip olma hakkı veriyordu. Meğer ki kişiler Müslüman olup bu dinin gereklerini yerine getirsinler…”(sf.42).
Hristiyanlıkta kalanlar tutsaklığı benimserlerdi ama Müslümanlar özgürlüklerini hemen kazanmaktaydılar. Bu arada tutsak olan Rumlar fidye parası vererek özgürlüklerini kazanıyorlardı. Hristiyanlıkta kalıp fidye ödeyenler askerlikten de muaf tutuluyordu ama bunun yanında bu şartları yerine getiremeyenler Müslümanlığı kabul ediyorlar ve bunların çocukları askere alınıyordu. İşte bu askerleri de kendine sadık askerler yetiştirmek için Padişahlar, onları Bektaşi tarikatına geçiriyorlardı. Bir bakıma Yeniçerilerin tarikatı Bektaşi tarikatıydı.
“Hristiyanlık yerine Bektaşilerin farklı Müslüman kurallarına göre yetiştiriliyorlardı. Orhan bu tarikatın inançlı bir hamisi olmuş, onlar için manastırlardaki gibi hücreleri olan tekkeler inşa ettirmişti. Şeyhleri Hacı Bektaşi Veli onları kutsar ve onlara kırmızı renkteki hilalle Osman’ın çift kenarlı kılıcıyla bezeli sancağını verirdi. Ceketinin kolunu ilk askerin başının üzerinden geçirerek forsu adlandırdı ve geleceğini öngördü: “Yüzü parlak ve ışıltılı, kolu güçlü, kılıcı keskin, oku sivri uçlu olacak. Girdiği her savaşta kazanan taraf olacak ve ancak zaferle dönecek”. Bu kutsamadan sonra yaya savaşçılarınkine benzeyen Yeniçerilerin börk denilen beyaz keçe başlığına (dervişlerin şeyhinin koluna benzeyen) at kılından bir tür sorguç takıldı ve ponpon yerine bir tahta kaşıkla süslendi. Forsun başka birliklerinkinden daha üstün bir yaşam düzeyini simgeleyen işareti kazanla kaşıktı; subayların ünvanları bile ordugah mutfağından alınmaydı; çorbacılar gibi. Alayın kutsal cismi, Yeniçerilerin yalnız yemek yemek için değil, birbirlerine danışmak için etrafında toplaştıkları kazandı”(sf.44).
Kıbrıs’taki Osmanlı Fethi sırasında Yeniçeri Ocağı’na bağlı Bektaşi Alevi Dervişlerinin mevcudiyetini ve gizemli bilgilerini de Kinross’un bu kitabında bulmuş olduk. Bu bilgiyle Kıbrıs’ta bilhassa Lefkoşa’daki “Kara Baba” veya “Genç Abdal” efsanelerinin de nereye dayandıklarını ortaya çıkarmış olduk. Aslında tarihi detaylandırmak işte böyle bulacağımız ipucu içeren bilgilerle olacak ve başka kaynaklarla da bunları muhakkak pekiştireceğiz.
KAYNAKÇA
Erdoğdu,A.(2008).Kıbrıs’ta Osmanlılar,Lefkoşa, Galeri Kültür Yayınları.
Beratlı,N.(1999). Kıbrıslı Türklerin Tarihi,2. Kitap.Galeri Kültür Yayınları,Lefkoşa.
Beratlı,N.(1993). Kıbrıslı Türklerin Tarihi, Galeri Kültür Yayınları, Lefkoşa.
Gürkan, H.(2006).Dünkü ve Bugünkü Lefkoşa, Galeri Kültür Yayınları, Lefkoşa.
Kinross.(2008).Osmanlı, İmparatorluğun Yükseliişi ve Çöküşü, Altın Kitaplar Yayınevi, İstanbul.