Olayları, şöyle seçimler sırasında söylenenlerden ve tartışmalardan başlayarak değerlendirmek istiyorum. Seçimler öncesinde durumumuz neyse gene devam etmekte aslında. Memlekette değişen birşey yok. Gene Türkiye’ye bağımlıyız ve gene son sözü Türkiye söylemektedir. Protokoller de seçimler öncesinden önce ipotek altında uygulanacak demiştik. Şu andaki açıklamalar da bunu göstermekte. Bağımsız ve egemen olmayan bir ülkede ne kadar isterseniz seçim yapın sonuçta gelip dayanacağınız gene aynı konular olacak ve size hükümette olsanız bile kendi tahakkümlerini empoze edeceklerdir diyorduk, öyle de oldu. Bakın aşağıdaki açıklamalarda veya alıntılarda bile ağırlıklı hükümet partisinden olan milletvekili veya bakan olan şahıslar bile bizim bundan birkaç ay önce söylediklerimizin aynısını söylemektedirler. Yani geldik dayandık aynı noktaya. Dört ay önce seçim olan ülkede sanki de hiç seçim olmamış gibi aynı yozlaşma devam etmektedir. Protokollar tekrar halkın başına boza edilmiştir. Yani bir bakıma seçimlere katılan halk bu protokolları da onaylamıştır ve şimdi kayıtsız şartsız bunların ağırlığını yaşayacaktır. Elektrik veya çarşıya zam da aslında bu protokollerin bir şekilde uygulanmasıdır. Genç ve gülen yüzler ise sadece bir fantaziden bir hayalden öteye gidememiştir. Son sözü söyleyen başkasıdır ve son sözü gene o söylemektedir. Şöyle bir aşağıdaki alıntılar da maalesef evet , maalesef diyorum, bizi haklı çıkarmıştır. Keşke çıkmasaydık ama gerçek de bu… Biz seçimlerden sonra hayal görmenin boşuna olduğunu gene bir hüsranın yaşanacağını söylüyorduk, öyle de oldu gene. Boykot gibi bir pasif eylemi bile uygulayamayanlar başka nasıl bir eylem yapacaklardı? Halka seçim sandıklarına gidip oy kullanmayı önermişlerdi. Şimdi tekrar hüsran yaşanıyor. İşte alıntılarla tüm bunlara yanıt veriliyor:
Kıbrıs Ada Haber’de okuduğumuz alttaki haber ne kadar haklı olduğumuzu göstermekte:
“Sayın Maliye Bakanı yaptığı açıklamada Türkiye ile imzalanan protokole uyulacağını, revizyona dahi gerek olmadığını ifade etti”.
Yine Ada Haber’de şu tartışma da önemli. Her zamanki gibi bu açıklamalara kızan CTP’nin” marjinal kızı” Doğuş Derya bakın aynı haber ajansında şunları söylüyor:
“Maliye Bakanı Zeren Mungan’ın ekonominin kayıt altına alınması yönünde yapılacak icraatlar ve ilgili Bakanlar Kurulu kararlarını açıklamasının ardından, CTP Milletvekili Doğuş Derya’dan tepki gecikmedi.
Mungan: Bu icraatların ekonomik protokolün uygulanmasına hizmet etmekle suçlayan Derya, ‘el altından’ mali protokolün uygulanmaya çalışıldığını savundu.
Derya, sosyal medya üzerinden Mungan’a seslenerek, “Sen kimsin, seni bakan yapan kim?” diye sorarak, “Ya sen yanlış partidesin ya da ben “ dedi.
Aslında kırk yıldır bilinen tablolar bunlar. Malumun tekrarı demiştim. Yani CTP’ye aday olan genç yüzler gerçekten diyalektik bilim olarak birşeyler bilselerdi bana göre büyük iddialarda da bulunmazlar ve meclise yeni şahısların girmesiyle rejimin veya meclisin veya düzenin de kırkyıllık malumun alimi olacaklarını bilmeliydiler. Gelgelelim ki UBP’nin de hükümeti sırasında uygulanmaya geçen protokol sonunda şu istatistikler de bayağı dikkat çekmekte, aynen Yeni Düzen Gazetesi’nden alıntı yapıyorum:
“2010 yılında 1716 olan ‘zarar’ beyan eden kurum sayısı, 2011 yılında 1966’ya çıkmıştı. Kurumlarda zarar durmadı, 2012’de daha da arttı. 2012 yılında 2 bin 93 kurum ‘zarardayız’ Dedi “
“2093 kurum zarar beyan etti, 26 şirket kapandı!”
“987 kişi zarar beyan etti… 2012 gelir yılı için beyanda bulunan 10 bin 849 kişiden neredeyse yarıdan fazla ‘vergiden muaf’ şekilde beyan sunarken, 987 kişi de ‘zarar’ beyanında bulundu.
-Arttıkça Artıyor….2010 yılında 1716 olan ‘zarar’ beyan eden kurum sayısı, 2011 yılında 1966’ya çıkmıştı. Kurumlarda zarar durmadı, 2012’de daha da arttı. 2012 yılında 2 bin 93 kurum ‘zarardayız’ dedi”.
Görüldüğü gibi Türkiye’nin ekonomik protokolünün 2009 sonrasında uygulanmasıyla ekonominin görülen kısmı bu duruma geldi. Burada açıkta veya işsiz kalan binlerce insanın sayısı yok. Hele hele bu teşebbüslerin 1200 TL asgari ücreti vererek adeta açlık sınırında çalıştırdığı insanların durumları da ifade edilmiyor. İntiharlar ve mazbatalardan da bilgiler verilmiyor bizlere. Oysa yaşayarak gördük ki yıkım daha da büyük. Bugün Türkiye’deki yoksulluk sınırı bile 3446 TL sınırına gelip dayanmışsa, Kıbrıs’ta dört bin TL alan bir memur veya öğretmen hayde hayde çoktan yoksulluk sınırında çalışmakta. 1200 TL maaş alan bir işçi ise elbette değil açlık sınırının altında ama saptaması yapılamayacak bir durumda bulunmakta.
Kıbrıslıtürklerin Kuzey Kıbrıs’ta adeta Mardin’in ekonomik seviyesine indirilen ekonomik refah seviyeleriyle tutunmaları imkansız. Hele hele öncelikle bilinmesi gerek de TC protokollerinin en büyük amacı Kıbrıslıtürklerin ekonomik seviyelerini en alta çekmekti. Bugünkü yapısı ile meclisin egemen kararlar alacağı şüpheli. Ama ben yiden ekonomik önlemler konusunda önerilerimi karınca kararınca yazmakı istedim.Bu durumda gerçekten halkını ve ülkesini kurtarma amacı taşıyan bir hükümetin yapması gereken aynen şunlar olabilir:
- Türkiye ile ciddi ciddi bu konular tartışılır, sonuç alınmazsa Kıbrıslıtürklerin temsilcileri dehal kendi ekonomik önlemlerini alır
- Bankalar ve muhasebeye el konur, bankalar ve muhasebe kontrol altına alınır. Türkiye bankalarında bulunan Kıbrıs Türk mevduatlarının yerli bankalara akması derhal Türkiye’den talep edilmelidir.
- Tüm gelir getirici ekonomik kaynaklara el konur bunların içinde TC şirketlerinin kumarhaneleri ve gazinoları da vardır.TC oricinli büyük otellere el konur ve bunları devlet çalıştırmaya başlar. Gelir de ortak kaynağa girerek gene halka dağıtılır. Elektrik santralı da gene devlet ve hükümet kontrolü sıklaştırılarak istenilen yapıda halka ucuz enerji sağlamaya dönüştürülür.
- Tüketim Kooperatifleri kanalıyla halka her türlü ucuz madde satılmaya başlar. İthalat ve ihracatı da hükümet kontrol altına alır. Devlet veya hükümetin kendisi dıştan gıda ve lüks maddeleri getirmeye başlar. Aynen Venezuella’da olduğu gibi tüketim depoları veya devlet supermarketlerinden halka her türlü tüketim eşyası ve gıdalar ucuza satılmaya başlar.
5-Eğer TC, bütçeye eskisi gibi katkıda bulunmayacaksa artık gelir tek bir kazana girmeye başlar ve herkeser eşit bir şeklilde bölüşüm ve dağılım başlar.
Ne isterse olsun, bu yukarıda yazdıklarım şu anda bir düşünceden öteye gitmiyor ama bizi presa gibi ezmeye çalışacaklarsa mecburen bu önlemleri uygulamak gerekmektedir ve Kıbrıslıtürklerin adada yaşamaları için başka bir alternatif de görülmemektedir. Protokoller de bir önceki hükümet döneminde görüldüğü gibi sadec e Kıbrılsıtürkler için kabus demektir. Bu yukarıdaki önerilerin, sendika, örgüt ve partilerde olduğu gibi ortak halk formlarında ve medyada açıkça tartışılmasına başlanmalıdır.
Kıbrıstürk halkı bir barışa ve bir çözüme kadar adada tutunmak için yukarıdaki önlemleri ve önerileri acil olarak konuşmaya ve uygulamaya başlamalıdır.