arşivUlus Irkad12 Eylül'e doğru Türkiye ve Kıbrıs -3- - Ulus Irkad
yazarın tüm yazıları:

12 Eylül’e doğru Türkiye ve Kıbrıs -3- – Ulus Irkad

Yeniçağ podcastını dinleyin

ulusSuat Parlar 12 Eylül’ün oluş sürecini anlatmaya devam ediyor (sf.77):

“Ekonomik durum bir kez daha çıkmaza giriyor ve Türkiye uluslararası finans kuruluşlarına başvurmak zorunda kalıyordu. Bunun bedeli ise alışılmış istikrar önlemlerinin uygulamaya konulmasıydı. 9 Ağustos 1970’te AP hükümeti önlemleri açıkladı. Bu önlemler 1958 yılında olduğu gibi devalüasyon kararıydı. 1958 devalüasyon ve IMF reçeteleri ile 27 Mayıs 1960 darbesi arasında iki yıl. 1970 Ağustos ayında yapılan devalüasyon ve IMF’ye verişlen taahhütlerle 12 Mart 1971 darbesi arasında bir yıldan az bir süre varken, 24 Ocak 1980 devalüasyonu ve IMF programının uygulanmaya konulmasından dokuz ay sonra, 12 Eylül darbesi tezgaha konuluyordu. 12 Mart rejimi bu iktisadi programı demir yumrukla hayata geçiriyordu.

12 Mart rejiminin en temel özelliği bu dönemde (söz konusu 12 Mart 1971 ile, genel seçimlerin yapıldığı 14 Ekim 1973 tarihleri arasındaki devreyi kapsar) 1960’tan itibaren güçlenmekte olan ve ticari sermayeye benzer özellikler taşıyan montaj sermayesi nitelik değiştiriyor ve büyük sanayi sermayesine dönüşüyordu. Yatırımların hacmi, alınan iktisadi tedbirlerin yönü, üretimin niteliği, bu dönüşümün 1967-1971 arasında sürdüğüne ve 1971 Martı sonrasında iyice pekiştiğine işaret ediyor. Artık Türkiye’de egemen unsur montaj değil, sanayidir. Bu temelde Türkiye ikinci sınıf kapitalist bir ülke oluyordu. Neden ikinci sınıf? Sanayileşme dışa bağımlılık temelinde gelişiyor ve böylece mülkiyet, teknoloji, Pazar ve işleyiş mekanizması olarak bu niteliği iyice belirginleşiyordu. Türkiye’de sanayi sermayesinin egemenliği yoğun bir tekelleşme ile iç içe beçiyordu”

Fikret Başkaya, “Paradigmanın İflası” adlı kitabında(2007,303-305) 12 Eylül’e doğru giden sınıfsal ve ekonomik süreci şöyle anlatmaktadır: “1970’li yılların sonuna gelindiğinde, belli başlı üç faktör Türkiye ekonomisinin yapısal bir krize sürüklenmesine neden oldu. Bunlardan birincisi, sağlanan dış kaynağın bağımlı büyüme sürecini sürdürecek seviyede olmaması; ikincisi 1950’lerde gerçekleştirilen altyapının, (özellikle de elektrik enerjisinin) yetersiz kalması, daha da önemlisi 1950’lerde başlayan emperyalist şartlandırma sonucu petrole bağımlılığın artması, 1974’ten sonra ardarda gelen petrol şoklarının ödemeler dengesini tıkaması; üçüncüsü de, iç pazarın da artık sınırına yaklaşılmış olması ve oldukça yüksek ücretlerin karlılık oranlarını kemirmesidir.

Ekonominin krize girdiği yıllarda, 1950’lerden beri artık bir gelenek haline gelen (genel oyun da zorlaması sonucu) tarımsal sübvansiyonlar da sürdürülüyordu. Tarıma yapılan sübvansiyonlar ve destekleme alımları bu sektörde yaratılan değerin oldukça yüksek bir oranına ulaşmıştı (1963-1971) döneminde tarımsal üretim değerinin %22’si). Sanayinin döviz yutucu niteliği, ithal edilen, teçhizat, ara malı ve hammadde fiyatlarının aşırı yükselmesi ve ticaret hadlerinin aleyhte seyri (1950-100 alındığında dış ticaret hadleri 1973’de 95, 1974’de 77, 1975’de 68, 1976’da 70, 1977’de 69, 1978’de 71, 1979’da 70 olmuştu). Petrol faturasının aşırı yükselmesi, tarıma yapılan sübvansiyonlar ve destekler, sigortalı ve sendikalı büyük işyerlerinde ücretlerin görece yüksek oluşu (1977’de Türkiye’de ücretler Yunaistan’dakine eşitti, oysa Yunanistan’da kişi başına gelir Türkiye’nin 2.5 katıydı. 1977’de Türkiye’de ücretler Güney Kore’dekinin 3 katıydı), ucuz konut kredisi, sağlık hizmetlerinden yararlanmaları vb. da dikkate alındığında işçilerin görece yüksek bir “refah” seviyesinde oldukları anlaşılır. Dış ticaret cephesindeki tersine gidiş, (ihracatın ithalatı karşılama oranı 1975’de %29.5, 1980’de %38’e kadar düşmüştü) petrol fiyatlarındaki aşırı yükselmeye rağmen sübvansiyonlar, dış krediler ve işçi dövizlerindeki göreceli azalış, altyapının yetersizliği, Batı’dan ithal edilen enflasyon, artan dış borçlar (dış borçlar 1975-76 arasında %412 oranında artmıştı), dış ticaret hadlerindeki bozulma ödemeler dengesi kriziyle sonuçlandı. Türkiye’nin 1977 sonu ihracatı yaklaşık 1.7 milyar dolar iken, ithalat 5.8 milyar dolardı.

Ekonomik kriz, kaçınılmaz olarak sosyal ve politik alana da yansıdı. Artık 1920’lerden beri oluşturula gelen yapı ve kurumlarla, geçerli devlet ve toplum anlayışıyla krizi aşmak mümkün görünmüyordu. Öte yandan emperyalizmin içine girdiği yeni kriz döneminde, Türkiye’ye biçilen rol de değişecekti…Egemen sınıflar blokunun eski ilişkiler, kurumlar ve ideoloji çerçevesinde Türkiye’yi yönetebilme şansı kalmamıştı. Oldukça dinamik bir nitelik kazanan kitle hareketini de mevcut yasal ve anayasal çerçeve içinde massetmek kolay değildi. Zira demokratik kuruluşların baskısı (aydınlar, sedikalar, meslek odaları, dernekler üniversite gençliği vb.) mevcut yapıyı zorlamaktaydı. Dolayısıyla kurumsal-ideolojik yapıyı yeni bir temel üzerine oturtmadan, sadece baskıyla duruma hakim olunamayacağını 12 Mart baskı rejimi göstermişti. Baskıya, kurumsal-ideolojik düzenlemeler de eşlik etmeliydi….Devlet, mevcut yapılar ve işleyiş, ideolojik meşrulaştırma mekanizmaları veri iken, düzenin “sınırları” dışına taşma potansiyeli taşıyan toplumsal dinamizmi kıramaz durumdaydı. Üstelik muhalefet bizzat, devlet aygıtı içine de sızmış durumdaydı. Kısaca devlet yapısı yeni durumla başa çıkamaz hale gelmişti.

Artık ekonomik krizin aşılması öncelikle siyasal krizi aşmaya bağlıydı. Egemen sınıflar bloku, devlet aygıtına yeni bir biçim verilmeden siyasal krizin aşılamayacağını; siyasal kriz aşılmadan da ekonomiye yeniden yön vermenin ve güç dengelerini değiştirmenin olanaksızlığını kavramıştı… Nitekim, siyasal ve ekonomik kriz içiçe geçmiş, biri diğerini şartlandırır hale gelmişti. Birinin çözümsüzlüğü diğerinin çözümünü daha da zorlaştırır durumdaydı. Siyasal krizin önceliği vardı. Devlet aygıtının toplumu yönetmede “yetersiz kalması”, bir bakıma “felçleşmesi” egemen sınıfların hegemonya gücünü zaafa uğratmaktaydı. Elbette siyasal krizin derinleşmesi dış ilişkileri de (dış yardım, borç alma vs.) zorlaştırıyordu”.

-DEVAM EDECEK-

- Advertisement -spot_img
- Advertisement -spot_img
5,999BeğenenlerBeğen
796TakipçilerTakip Et
1,253TakipçilerTakip Et
355AboneAbone Ol

yazılar

Yeniçağ Podcastını dinleyin