Halil Karapaşaoğlu’nun Afrika Gazetesinde “Apartman boşluğu” başlıklı köşesinde yayınlanan yazısı
Edebiyat tarihinde Allah ve Edebiyat ilişkisi kuşkusuz kulağa çok heyecan verici geliyor…
Edebiyat, insanlığın tek tanrılı dine geçmesinden önce de vardı…
Konu itibariyle…
Sözlü halde var olmasıyla…
İnsan gördüklerini duyduklarını aktarmadan yapabilir mi?
İnsan gördüğü büyük bir hayvanı abartmadan anlatabilir mi?
Ya da ava çıktığında, öldürdüğü hayvanın hikâyesini kurgulamadan ifade edebilir mi diğer insana?
Kahraman olmak için kurguya, hayal gücüne, olmayan olaylara ya da karakterlere…
Gerçek olsa da olur sorun olmaz hiç bizim için…
İhtiyacı yok muydu?
İşte edebiyat insanın bir şeyi aktarmak istemesiyle belki de insandan önce vardı…
Yani Allah’ın icadından çok daha eskiydi…
Kökleri bizim zannettiğimizden daha derinlere gidiyordu…
* * *
Edebiyat “Allah’a” en yakın olan sanattır…
İlgi alanı o kadar bir geniştir ki, insanı aşan her şey dâhil içine girer…
Yeryüzünde ne varsa her şey…
Sosyoloji, psikoloji, felsefe, fizik, kimya…
Mimarlık, mühendislik…
Çöpçüler, maden işçileri, demirciler, dülgerler…
Torbacılar, keşler, alkolikler, serseriler, evsizler, gezginler…
Sanırım edebiyat Allah’tan daha öte de duran bir “şeydir”…
Allah kendine itaat etmeyeni sevmez…
Allah şeytanı da sevmez…
Günahkârların yeri yoktur Allah’ın katında…
Ama edebiyat şeytan dâhil gelmiş geçmiş bütün günahkârları kucağında besler…
Memelerinden süt içirir onlara…
Ve kuşkusuz Allah’ı rahatlıkla reddedecek kadar da isyankârdır…
Kendi kendinin varlığını bile reddedebilir…
O kadar da alçak gönüllüdür…
Kapınızın girişinde duran pas pas gibi onu yere serebilir, üzerine çamurlu ayaklarınızı silebilirsiniz…
Ya da tuvalette işiniz bittikten sonra tuvalet kâğıdı olarakta kullanabilirsiniz…
Allah bu işlerde işe yaramaz, ancak edebiyat ayaklarınızın altında da çiğner kendini, götünüzü de incitmeden iyi davranır ona…
Allah edebiyatı sevmese de yasaklasa da onu dönem dönem…
O Allah’ı da sever onun kullarını da…
Çok canı sıkılırsa, kafası atarsa bir gün…
Ne kullara bakar ne de Allah’a…
* * *
Edebiyatta Allah gibi kendine ibadet edilmesini sever…
Edebiyat okundukça, yazıldıkça var olur…
Hiç kimse okumasa yazmasa yok olur gider…
Allah’a da tapacak kimse kalmasa yeryüzünde…
Ne camilere ihtiyaç olur ne de kiliselere…
İbadet etmeninde dili yoktur…
Edebiyatında…
Hangi dilde olursa olur…
Ama her ikisinde de dil vardır…
Çünkü Allah’ın kullandığı dil da edebiyattır…
Edebiyatın ürünüdür…
Diyebilir miyiz Allah’ın dilini edebiyat yarattı?
Edebiyat diye bir şey olmasaydı Allah dilsiz kalacaktı?
Allah’ın dili olmasaydı ne olurdu?
Kuran-ı Kerim, İncil, Tevrat vs…
Olmasaydı ne olacaktı?
Demek ki dinin yayılmasını sağlayan da edebiyatın ta kendisi…
Allah’ı ilk reddeden da edebiyat…
Dini görmezden gelen…
Ona karşı çıkan…
Ata sarılıp, ağlamaya başlayan adam değil miydi yazan çizen?
Bıyıkları olan hani…
Deli biri…
* * *
Allah ve edebiyat…
Yeryüzünde milyonlarca insanın her gün kendilerine taptığı iki “şey”…
Biri diğerinden farklı ama…
Birini siktirettiğinizde başınızdan gülerler size…
Diğerine öyle bir şey demeye kalkışsanız geceden sabaha yaşatmazlar sizi…
Bir gecede temizlerler acımadan…
Sonra diğeri, ötekinin cinayetlerini yazmaya başlar…
Ve böyle devam eder bu hikâye…