Tayyip ile Fethullah arasında sürtüşme yeni değil ve elbette bunca sürtünmeden sonra yangın çıkması doğaldı…
İlk kıvılcımı bulmak bu sürecin nereye evrilebileceğini anlamak için önemli…
Ahmet Şık’tan alıntılamak gerekirse Fethullah Gülen Cemaati ile diğer İslami cemaatler ve tarikatlar arasında her zaman belli bir mesafe olduğu sır değil. Milli görüş geleneğinden doğan AKP ile Gülen arasındaki buzları eriten Ergenekon soruşturma sürecinin başlamasıydı diyor Şık…
Ahmet Şık, 2012’de MİT krizini 7 Şubat darbesi olarak nitelendiriyor. Bu çatışmada önemli evreydi. Ancak önemli kırılma 31 Mayıs 2010 tarihinde Mavi Marmara baskını ile başladı.
Gülen ile diğerleri arasındaki ayrışma Batı ile kurulan ve gelecekte kurulacak ilişkilere bakış açısında kendi gösteriyor. Bu nedenle kriz büyüdükçe Erdoğan’ın ve çevresinin “anti-emperyalist” dile vurgusu farkı belirginleştirme olarak da algılanması gerekir.
Mavi Marmara çatlağı 12 Eylül 2010’daki anayasa referandumu ile yeni bir şekle doğru hızla yol aldı. 2011 seçimlerinde, Erdoğan ustalık dönemini başlattı. Bir iddiaya göre, Erdoğan, 12 Eylül referandumunda, yüzde elli sekizlik oy oranına ulaşmanın verdiği özgüvenle, Gülen Cemaati’ne ilk restini çekti. Erdoğan, Fethullah Gülen Cemaati’nin 2011 seçimlerinde AKP’den vekil yapmak istediği 30 ismin 26’sını veto etti.
Evre evre büyüyen kriz 17 Aralık 2013’te açık çatışmaya dönüştü, sıkça kullanıldığı hali ile kansız iç savaş başlamış oldu.
Bu çatışma ve krizlerle cemaatlerin ilişkileri ve yaptıkları ortalığı net şekilde serildi…
En başa dönmek ve bazı noktaların üzerinden yeniden geçmek nerde olduğumuz hatırlamak açısından önemli…
Örneğin AKP bir koalisyon, cemaat ve tarikatların oluşturduğu zaman zaman başka kesimlerden de destek alan bir koalisyon…
Koalisyon parçaları çeşit çeşit, farklı farklı cemaat ve tarikatlardan, hatta dini gruplardan oluşuyor… Gülen Cemaati olarak bilineni en meşhuruna, kimi zaman Hizmet Hareketi de denmekte ama uzun yıllar onlara Nurcular denmişti… Ama AKP içinde Nakşibendiler daha önemli bir yer tutmakta ancak bölünmüşlük onların önemli bir sorunu… Örneğin Türkiye’de üye sayısı açısından en üstlerde yer alan Süleymancılar Nakşibendi Şeyhi Selahaddin İbni Seracettin’e dayanırmışlar ama zamanla bağımsız bir yol izlemişler… İsmail Ağa Cemaati, İskender Paşa Cemaati, Erenköy Cemaati, Menzil Dergâhı bilinen Nakşibendi tarikatlarıdır… Bizim Şeyh Nazım da Nakşibendidir…
İşlere biraz daha yakından bakmakta yarar var… Örneğin Erenköy Cemaati’nin Ensar Vakfı ve bu Vakfın kurucuları arasında da İstanbul Belediye Başkanı Kadir Topbaş var!
Tayyip’in, 3 Kasım 2002 Seçimleri sonrasındaki ilk cuma namazını Ankara’nın Dikmen semtindeki İskenderpaşa Cemaati kurucusunun adına yapılan Mehmet Zait Kotku Camii’nde kılması bu Cemaatle olan gönül bağının sembolik işareti olarak değerlendirilmişti.
Kamuoyunda bilinen siyasiler Erbakan, Özal, Tayyip, Gül hepsi çeşitli Nakşibendi Tarikatlarında yetişti veya gönül bağları oldu…
Burada akılda tutulması gereken not Nakşibendi Tarikatları ile Milli Görüş hep iç içe oldu. Ancak siyasette tarikatlar hep ittifak ile parti kurdu. 26 Ocak 1970 tarihinde Milli Nizam Partisi Nakşibendi-Nurcu-Kadiri ittifakıyla kurulmuştu. Ondan sonra kurulan da, dağılma da bu ittifaktakilerin aralarındaki ilişki temelinde oldu.
Bütün bunların Kıbrıs ile bağlantısını kurmak da önemli…
Örneğin gene akılda tutulması gerekir ki yukardaki tarikatlar ve cemaatler çoğunlukla kurdukları vakıflar aracılığıyla hareket ediyorlar.
Örneğin Hala Sultan İlahiyat Koleji yapan işleten ve genişletmeye devam da Kıbrıs İlim Ahlak ve Sosyal Yardımlaşma Vakfı!
KİSAV ve İlahiyat Koleji’nin sosyal medyadaki paylaşımlarına baktığınızda, farklı cemaatlerden destek aldığı ama ağırlıklı olarak rahatlıkla Nakşibendi Cemaatindekilerin bir çalışması olduğu söylenebilir… İlginçtir en yeni olmasına rağmen sorunsuz işlemekte ve gelişmekte!
İlginçtir, burada ilk, okul işine giren Nurculardı, Doğa Koleji ile başlamışlardı sürece, sonra sessizleştiler. Şimdilerde aniden okulun yasadışı devredildiği konuşulmakta ama konuşulmaya başlama süreci çok ilginç, tam da Tayyip ile Fethullah tartışmasının ısındığı dönemde mecliste DAK-DAİ’nin devri konusunda bir de araştırma komitesi kuruldu.
En son Mağusa’da Ada Bilim Eğitim Vakfı’nın okul açma sorunu patladı. Yeni başlayan bir süreç değildi ama bu da Tayyip ile Fethullah tartışmasının ısındığı bir dönemde, hem de Yenidüzen’de deşifre edildi. İlginçtir gene bu Vakfın da Nurculara yakın olduğu iddiaları güçlü…
Kıbrıs’ın kuzeyi de bu cemaatler arası savaştan etkilenmekte…
Hep söylenen, Eroğlu’nun Türkiye’de asker kanadına yakın olduğuydu… Asker için ise Kıbrıs konusu bir kırmızıçizgidir… 2002’de AKP hükümeti ile birlikte asker-cemaatler bloğunun kavgası ilk ve en sert Kıbrıs üzerinden oldu. Cemaatler bloğu burada partner olarak kendine CTP ve Talat’ı seçti, asker ise Denktaş ve Eroğlu’nu… UBP içinde İrsen Küçük döneminde ilahiyat koleji, kuran kursu, cemaatlere verilen menfaatler düşünüldüğünde UBP’nin cemaatlerle barışması için gönül almalar mıydı diye düşünmeden edilemiyor… Sunat Atun ve Ersan Saner’in Erdoğan ile “özel” ilişkileri ile Hacca gitmesi ve benzeri faaliyetler, UBP içindeki ilginç hareketlerdi ama Eroğlu son dönemde yeniden kontrolü ele geçirdi. Gene ilginçtir TC’li yetkililer ile Eroğlu’nun arası hiç iyi olamadı. Tayyip Eroğlu görüşmesi olağanüstü sayıldığı bir süreçten geçtik, Talat Tayyip dönemi ile kıyaslanınca çok ilginç duruyordu…
Bu arada Fethullah ile gönül bağı olduğu iddia edilen Ferdi Sabit Soyer’in yıldızı hızla bir dönemde söndü…
Gerçi Soyer’in yıldızının sönmesinin tek faktörü yoktur ama bu da faktörlerden biri olarak duruyor.
Ocak 2013’te Yenidüzen’de yazdığı makalesinde Soyer ‘Fethullah Gülen’in, İslami bir düşünür ve din önderi olarak ifade ettiği görüşlere gereken önemin verilmesi gerekir’ demişti… Hemen akla seçim öncesi 10 Nisan 2010 tarihinde Mehmet Ali Talat’ın Şeyh Nazım’a gitmesi ve el öpüp destek istemesi geliyor. Arkasından gelen soru ise CTP içinde Nurcu-Nakşibendi kavgası mı, cemaatlerin desteği için iş bölümü mü sorusunu akla getiriyor!
Eroğlu-Tayyip arası iyi değil demiştik.
Aralık 2013’te Tayyip ile Fethullah kavgası sertleşti, iç savaş kıvamına geldi… Tayyip’in başdanışmanı Yalçın Akdoğan’ın ‘Askere kumpas kurulduğu’ yönündeki köşe yazısından sonra birçok kesim askeri çevreler ve Tayyip barışıyor mu sorusunu sordu.
17 Aralık’ta iç savaş başladı, bir hafta sonra Yalçın Akdoğan bunu yazdı ancak ilginç bir nokta 14 Aralık’ta Davutoğlu Kıbrıs’a gelmişti. Her şeyin kopacağı, Eroğlu’nun bypass edilerek görüşmelerin başlatılacağı konuşulduğu bir zamanda, TC yetkilileri bu kez Eroğlu’nu terk etmemiş, tersine onun yanında yer almışlardı… Kansız iç savaşın başlamasından tam bir ay sonra Eroğlu, Ankara’da krallar gibi karşılandı. Bu ziyaret ile TC hükümeti onu kanatları altına almış oldu! Şimdi bunu Tayyip’in Fethullah’a karşı askere selam yola devam mesajı olarak okumak mümkün mü?
Yukarda yazılanların belki de ilişkisi tam da böyle değil… Belki de komplo teorileri etkisi ile süreci böyle okumaktayız, belki de tam da süreç bu anlattıklarımız üzerinden yürüyecek, bekleyip göreceğiz…
Bu süreçte asıl olan sermayenin kendi içindeki kavgasıdır. Yeşil sermaye yani cemaatçi sermayedarlar özellikle yerel yönetimlerdeki rant bölüşümünden ciddi gelir elde ettiler, şimdi bölüşümde kavga çıktı elbette ulusalcılar ve askeri kanat da bu kavgada taraf olacaktır.
Bu kavgayı iyi takip edip, kimin nerelere kaydığını görmek önemli, neyin gelişeceğini anlamak açısından da tüm bunları takip etmek gerek… Günün sonunda TC devletindeki iktidar sorununda yeni bir evreye doğru gidilmektedir. Ayrıca işbirlikçileri de tanımak için önemli bir süreçtir.
Ancak aslolan, bu bölüşüm kavgasında bir taraf tutmak değil, üçüncü bir cepheyi yaratabilmektir…
Takunyalılar, postallılar kendilerince, duruma göre hizaya girerken aralarındaki mağdurdan yana taraf olmak değil, kendi tarafımızı kavganın etkini ve gündemi belirleyeni yapmak asıl işimiz olmalı…