Türkiye solunda “stratejik” vasfını hak eden tartışmalar ancak konjonktürün ezici ağırlığı altında gündeme gelebiliyor. “Somut durumun somut analizi”, yapısal-tarihsel etkenlerden bağımsız kılınmış bir güncel gündeme sıkışmak, aktüel olanın sınırları dahilinde düşünmek şeklinde anlaşılıyor çoğu kez. Böylece sosyalist hareketin yeniden inşası, solun birliği, bir yeniden harmanlanma yaşanması gibi başlıklar altındaki arayışlar, mesela CHP’nin “sağ adaylar” göstermesi gibi aktüel siyasal gelişmelere verilen refleksler düzeyinde kalıyor maalesef.
Geçerli düstur, “kendi yağında kavrulmak” olunca, uluslararası siyasal işçi hareketinin son yüz elli yılda biriktirdiği stratejik külliyata da başvurulması nadiren gündeme geliyor. Başvurulduğu kadarı da toplumsal mücadelelerin ve solun ülkedeki gelişkinliğiyle alakası olmayan örneklerden kaynaklanıyor. Marx’ın Fransa’daki devrimci alt üst oluşlar tarihine dair yazdıkları, I. Dünya Savaşı öncesi kıta Avrupası’ndaki işçi hareketi ve Alman sosyal demokrasisi bağlamında ya da 1917 sonrasının devrimci atılım konjonktüründe kaleme alınanlar, stratejik ufku tayin etmeye devam eden, etmesi gereken bir külliyat elbette. Ancak kabul etmek gerekir ki bu külliyatın önemli bir bölümünde ortaya konan deneyim ve argümanlar, içerisinde hareket edilen reel güç ilişkileriyle bir paralellik arzetmiyor.
İşçi hareketinin oldukça cılız olduğu, toplumsal hareketlerde ciddi bir canlanma söz konusu olsa da sosyalist hareketin bir bütün olarak siyasal güç ilişkilerini belirlemekten uzak olduğu bir evrede siyasal hafızamızı başka tarihsel örnekler üzerine de kışkırtmakta yarar var. Friedrich Engels’in hayatının son yıllarında ciddi bir canlılık göstermeye başlayan Amerikan emek hareketi ve solu üzerine yazdıkları pekâlâ işlevli örneklerden biri olabilir. Bağlam farklı (çok farklı) olsa da sınıf hareketinin gelişkinlik düzeyi ve devrimci-radikal solun durumu açısından bakıldığında, Engels’in Amerikan sosyalistleriyle yazışmalarındaki naçiz tavsiyeleri pekâlâ Türkiye’li sosyalistler için de yol gösterici olmasa bile, izi sürülecek yolu kısmen de olsa aydınlatan bir küçük işaret fişeği işlevi görebilir.
O halde “teşbihte hata olmaz” diyerek başlayalım: Engels’e göre,1880’lerin sonunda ABD’de hızla gelişmekte olan işçi hareketi için tayin edici öncelik, “kendi bağımsız platformuna sahip siyasal bir emekçi partisinin oluşturulması” meselesidir. Emekçilerin hâkim sınıfın değişik siyasal akım ve eğilimlerinden örgütsel ve programatik olarak bağımsız olacak bir siyasal örgütlenme biçimine yönelmesinin zaruri oluşu, Engels’in bu dönemde Amerikalı sosyalistlerle yazışmalarının merkezi temasıdır. 29 Kasım 1886’da şöyle yazar: “Harekete yeni katılan her ülkede tayin edici ilk adım daima işçilerin bağımsız bir siyasal parti olarak örgütlenmesidir. Bunun nasıl gerçekleştiği, bu parti ayrıksı bir işçi sınıfı partisi olduğu müddetçe önemli değildir.”
Engels için bu yeni partinin programının kimi eksiklik ya da hatalar içermesi, bazı noktalarda bulanık olması tayin edici bir mesele değildir. Ona göre programdaki karmaşa ve belirsizlik, zaman içerisinde pekâlâ üstesinden gelinebilecek geçici mahiyette bir sorundur. Örgütlenen ve kendi çıkarları doğrultusunda harekete geçen kitlelere dışarıdan “doğru” teori dayatmak, bir teorik hijyen arayışı içerisinde olmak söz konusu olamaz. Önemli olan kitlelerin kendi kendini örgütlemesi, kendi yanlışlarından öğrenmesi ve kendi siyasal eyleminden gereken sonuçları çıkartmasıdır. Aynı mektupta şöyle yazar: “Kitlelerin gelişmek için zaman ve şansı olmalı. Böyle bir şansa da ancak kendi hareketleri mevcut olduğunda sahip olurlar. Bu hareketin formu önemli değildir, yeter ki bu, kendi hatalarından öğrenip, deneyim kazanıp ilerleyebilecekleri onların bizzat kendi hareketi olsun.”
Engels bu dönemdeki yazışmalarında sürekli olarak aynı vurguyu yapar; emekçi ve ezilenlerin kendi mücadeleleri aracılığıyla oluşan kolektif deneyimlerinin inşa edici karakterinin ısrarla altını çizer. 16 Eylül 1886’da şunları yazar: “İnsanlar kendi çıkarlarının bilincine ancak çam üstüne çam devirerek, tökezleyerek varabilirler. Bu işçiler için de geçerlidir. Sendikaların, sosyalistlerin, Emek Şövalyeleri’nin müsebbibi olduğu karmaşa daha bir müddet devam edecek ve işçiler ancak kendi hataları aracılığıyla öğreneceklerdir. Ancak önemli olan, kitlelerin harekete geçmiş olmalarıdır, ilerlemekte olmalarıdır, büyünün bozulmuş olmasıdır.”
Engels için hareketin teorik bakımdan ne kadar donanımlı olduğu, program açısından kıta Avrupası ile aşık atıp atamayacağı konuları ancak ikincil meselelerdir. Onun için belirleyici olan şey, politik-programatik kesinlikten ziyade doğuş aşamasındaki hareketin emekçileri seferber edebilme, onlara ulaşabilme kapasitesidir. 28 Aralık 1886’da şöyle yazar: “Hareketin teorik bakımdan mükemmel derecede doğru bir çizgiden başlayıp ilerlemesinden ziyade, yayılması, uyum içerisinde gelişmesi, bütün Amerikan proletaryasını kapsayıp onun içinde kökleşmesi daha önemlidir.” Hareketin gelişiminin gerçek kıstası kâğıt üzerindeki devrimci programın gelişkinliği değil, emekçilerin bir sınıf olarak örgütlü siyasal ve toplumsal mücadeleler deneyiminin yol göstericiliğidir. “Teorik berraklığın ‘durch Schadenklugwerden’den [kendi yanlışlarından öğrenmek] başka etkili yolu yoktur. Bütün bir sınıf için, özellikle de Amerikalılar gibi pratik bir ulus söz konusu olduğunda, bundan başka yol yoktur. Önemli olan, işçi sınıfının bir sınıf olarak hareket etmeye başlamasıdır.”
Engels’e göre programatik-politik olarak daha gelişkin siyasal grupların bir sekt olarak kalıp kitlelerden yalıtılmaktansa reel harekete dahil olması gerekir. Engels ABD’de bulunan ve Alman sosyal demokrasisinin programını benimsemiş göçmen işçi gruplara sürekli olarak bu yönde tavsiyelerde bulunur. Ona göre yapılması gereken, soyut siyasal ilkeleri hareketin dışında ve ona rağmen savunmak değildir. Bu tip gruplar, “genel işçi sınıfı hareketine katılmalı, onun faktische[reel] başlangıç noktalarını kabul ederek düşülen her hatanın, uğranılan her yenilginin çıkış programındaki eksiklik ve yanlışlardan zorunlu olarak kaynaklandığını gösterecek tedrici bir çalışma tarzı içerisinde olmalıdır. Yani onlar, Komünist Manifesto’nun ifadesiyle, bugünün hareketinde geleceğin hareketini temsil etmelidirler.”
Hareketin hâkim sınıftan bağımsız gelişimi ve emekçilerin kendi politik deneyimleri, siyasal berraklığın tek gerçek garantisidir. 28 Aralık 1886 tarihli mektubunda şöyle yazar: “Her şeyden önemlisi, harekete kendisini pekiştirecek zamanı tanıyın. Başlangıç aşamasında insanların gırtlağına henüz tam olarak sindiremeyecekleri, ancak kısa zamanda mükemmel bir biçimde anlayacakları şeyleri boca etmek yanlışına düşmeyin. Gelecek Kasım ayında samimi bir işçi sınıfı partisinin bir ya da iki milyon oyu, doktriner anlamda mükemmel bir platformun edineceği yüz bin oydan kesin olarak daha iyidir.”
Engels inşa halindeki işçi sınıfı hareketinin çoğulcu karakterini bilhassa vurgular. Çoğulculuğun adeta bir lüks addedildiği günümüzde Engels’in bu vurgusu gerçekten şaşırtıcı. Ona göre komünistler işçi hareketinin çoğulluğunu tanımalı, bu çoğulculuğa uygun bir siyasal faaliyet biçimini benimsemelidirler. 27 Ocak 1887 tarihli mektubunda Marx ile kendi siyasal deneyimlerinden örnekler vererek bu durumu izah eder: “Almanya’ya bahar 1848’de döndüğümüzde işçi sınıfının kulaklarına hitap etmek için o gün tek yol olan Demokratik Parti’ye katıldık. Bu partinin en gelişkin kanadıydık; ancak neticede yine de onun bir kanadıydık. Marx, Enternasyonal’i kurduğunda onun genel programını kaleme alırken ona, o devrin bütün işçi sınıfı sosyalistlerinin (Proudhoncular, Pierre Leroux taraftarları, hatta İngiliz sendikalarının en gelişkin kesimlerinin) katılabileceği bir biçim verdi. İşte bu açıklık nedeniyle Enternasyonal Enternasyonal olabildi. 1864’te ya da 1873’te sadece bizim platformumuzu açıkça kabul etmiş kişilerle çalışmış olsaydık bugün ne noktada olurduk?” Komünistlerin toplumsal mücadeleler içerisinde sınıf hareketinin farklı eğilimleriyle birarada bulunması, Engels için son derece doğal bir durumdur: “Kendi pratiğimizin bize, kendi ayrıksı pozisyonumuzu, hatta örgütümüzü bir kenara atmak ya da gizlemek ihtiyacını duymaksızın işçi sınıfının genel hareketinin bütün aşamalarında onunla birlikte hareket edebileceğimizi gösterdiğini düşünüyorum.”
Engels, Amerikalı sosyalistlerle yazışmalarında ikamet etmekte olduğu İngiltere’den örnekler vererek iki ülkede de işçi sınıfının burjuvazinin farklı akım ve eğilimlerinden bağımsız kendi siyasal örgütlülüğünü yaratma gereğini sürekli olarak vurgular. İşçilerin “hâkim sınıfın çeşitli kesimleri tarafından oluşturulmuş eski siyasal partilerden bağımsız ve onlara karşı, ayrı bir siyasal parti” inşa etmek gereğinin altını tekrar tekrar çizer. Böyle bir adım, “emekçi kitlelerin (…) kendilerini bütün diğer sınıflara karşı bir sınıf olarak hissetmeleri ve bu hisse bir ifade vermeleri için” gereklidir. Mesela 10 Kasım 1894’te şöyle yazar: “Buradaki hareket sizinkinden kısmen daha ileride olsa da Amerika’dakine benziyor hâlâ. Emekçilerin iki resmi parti dışında ve karşısında kendi partilerini oluşturmaları gerektiği yönündeki kitlesel içgüdü giderek güç kazanıyor.”
Engels’in emekçilerin kendi siyasal örgütlemesini inşa etmesi gereğini ifade ederken kastettiği kıymeti kendinden menkul sektlerin inşası değildi elbette. İngiltere ile ABD işçi hareketini kıyasladığı 1 Ocak 1895 tarihli bir başka mektubunda şöyle yazar: “Buradaki sorunlar sizinkilerle hemen hemen aynı. Sosyalist içgüdü kitleler arasında giderek güç kazanıyor. Ancak bu içgüdüsel izlenimleri açık talep ve fikirlere tercüme etmek zamanı geldiğinde insanlar hemen anlaşmazlığa düşüyor. Kimileri Sosyal Demokrat Federasyon’a kimileriyse Bağımsız İşçi Partisi’ne yöneliyor, bazılarıysa sendika örgütlenmesinin ötesine gidemiyor. Kısacası sektten başka hiçbir şey yok; parti yok.”
Bir partinin oluşması, Engels’in kullandığı metaforla, “işçi sınıfı mücadelesinin bu ilk dağınık müfrezelerinin” birleşerek “ortak bir ordu” oluşturmasına bağlıdır. Bu bakımdan devrin işçi hareketinin başlıca eğilimlerinin (Henry George taraftarları, Emeğin Şövalyeleri ve Sosyalist İşçi Partisi’nin) ortak bir platformda buluşması zaruridir. Engels’in İngiltere’de Emekçi Sınıfların Durumu’nun ABD baskısına yazdığı önsözde vurguladığı üzere, “Birbirinden bağımsız yapıların tek bir ulusal emek ordusunda birleşmeleri, (bu geçici platform ne kadar yetersiz olsa da yeter ki gerçek bir emekçi sınıfı platformu olsun) Amerika’da atılması gereken bir sonraki büyük adım budur.”
Engels’in yazılarından yüz küsur yıl sonra ABD siyaseti hâlâ hâkim sınıfın iki siyasal partisinin egemenliği altında. Mevcut siyasal kurumsallaşmaya topyekûn meydan okuyabilecek ulusal çapta bir siyasal alternatif hâlâ yok. Engels’i iyimserlikle, beklentilerinde temelsiz olmakla, sınıf mücadelesinin rotası hususunda şematik oluşla vs. eleştirebiliriz. Ancak çuvaldızı Engels’e ya da Amerikan işçi hareketine batırmakla yetinmeyip iğneyi de “kendimize” saklayalım. Türkiye’de sosyalist hareketin emekçi ve ezilenlerin gündelik mücadele deneyimlerine yaslanan, hâkim sınıfın çeşitli fraksiyonlarından bağımsız bir birleşik siyasal özne inşa etmek hususundaki ataleti düşünüldüğünde, Engels’in yazdıklarını hatırlamamak elde değil. Hani söylemek manasız ama yaşasaydı, Amerikan sosyalistlerine yönelttiği nasihat ve eleştirilerin önemli bir bölümünü bu ülkenin sosyalistlerinden de büyük ihtimalle esirgemezdi.