arşivUlus Irkad12 Eylül’e doğru Türkiye ve Kıbrıs -6- – Ulus Irkad
yazarın tüm yazıları:

12 Eylül’e doğru Türkiye ve Kıbrıs -6- – Ulus Irkad

Yeniçağ podcastını dinleyin

ulus1980’li yıllardan sonra herkes, 12 Eylül’ün Türkiye’deki toplumsal yaşamın bütün yönlerini ve alanlarını yeniden yapılandırdığını belirtmekte, müdahalenin bütün toplumun çehresini değiştirerek bugünkü sorunlara da yolaçtığını kabul etmekteydi.

1980 öncesiyle 12 Eylül arasında bir sebep-sonuç ilişkisi kurularak, şöyle ya da böyle, 12 Eylül ve onun şekillediği yapı, “etki-tepki” prensibiyle açıklanıyordu.

Aslında bir bakıma da doğruydu çünkü politika alanındaki çatışma bakımından 12 Eylül tam bir Milat haline gelirken, 12 Eylül’e karşı çıkmak, onun sonuçlarına karşı çıkmakla sınırlı bir karakter kazanıyordu.

12 Eylül aynı zamanda bir tarihsizleştirme operasyonuydu.

Elbette, emekçi sınıfları vahşi kapitalizm koşullarına mahkum eden, Türkiye’nin bütün zenginliklerini emperyalistlere fütursuzca peşkeş çeken, Türkiye’yi dünyanın en büyük açık hava hapishanesi haline ve tam bir toplumsal çöküntü momentine getiren bir rejim olarak  12 Eylül, yarattığı bu ve benzer sonuçlardan dolayı, ülkesini ve bu ülkenin insanlarını seven herkesin haklı nefretini kazanmıştı (Türkiye Sorunları, Erdal Utku,sf.9).

“Derin ekonomik ve sosyal çelişkiler toplumun bünyesinde yeni politik- ekonomik-kültürel ilişki biçimleri/eğilimleri üretirler. Mücadele halindeki sınıfların aktüel bir toplumsal mücadele ekseninde (örneğin bir içsavaş ekseninde) saflaşması aynı zamanda farklı politik-ekonomik-kültürel ilişki biçimlerinin de saflaşmasıdır. Mücadele içindeki sınıfların ilerici ve gerici karakterleri yalnızca ortaya koydukları açmaçlarla değil aynı zamanda mücadele içerisinde yarattıkları ilişki biçimleri ve diğer varoluş biçimleri ile belirlenir”(Erdal Utku,sf.10).

Ömer Laçiner, Birikim Dergisi, sayı 138’de (sf.4) şöyle bir yorum yapmaktadır:

“Benzer bir durum 12 Eylül darbesi ve rejimi için de söz konusudur. Türkiye toplumunun büyük çoğunluğu kendini demokrat, dokunulmaz-temel hak ve özgürlüklere sahip bireyler olarak görmediği, dahası bu değerleri kendi varoluşu için elzem, güçlü ve sağlıklı bir toplum için birincil gereklilik olduğuna inanmadığı için 12 Eylül’ü bu kıstaslar ekseninde yargılayıp mahkum eden anlatılara yüz vermez. Ancak aynı kıstasları tümüyle reddetmez. “İyi”liklerinden yararlanılabilir olduğunu bildiği veya duyduğu için 12 Eylül’ün bunları tarumar eden uygulamalarını ve iğdiş eden rejimini de alkışlamaz. Böylece 12 Eylül’e dair o geniş kabul gören yargıya varılır: Üzücü ama zorunlu. 12 Eylül’le oluşturulan ve 20 yıldır hala büyük ölçüde geçerliliğini sürdüren kurumsal yapının kimyası budur. Ama aslında Türkiye toplumunun kendine dair yargısını ifade eder bu. Demokrat olmaya özenen ama vasıfları buna uymadığı için, -zorunluluk- bunu ancak vasıflarının elverdiği, sınırını çizdiği bir noktaya kadar yaşayan bireyler olduğumuzu belirtmektir. Fakat sözünü ettiğimiz formül, bir yetersizlik itirafından ziyade demokrasi ve haklar kavramının bizzat kendi içindeki zaaf veya yetmezliği ima eder mahiyettedir ve aynı zamanda da “zorunluluğu” içselleştiren, benimseyen bir tınıya sahiptir. Birinci nokta “demokrasinin anarşiye gebe olduğu” veya demokrasinin  demokrasi düşmanlarına da hayat hakkı tanımak gibi bir çelişki ya da zaafla malul olduğu yolundaki beylik yargılara dayanarak kısıtlamaların gerekçesini oluşturur. Zorunluuk deyiminin öbür yüzü de “biz” e ait “gerçek”lere gönderme yapar. Bu “bize özgü gerçek”ler yorum sahibinin siyasal meşrebince iktisadi gerilikten jeopolitik “veri”lere kadar uzanan bir yelpazedir ve bu yelpazenin her unsuru tek başına bile demokrasinin, temel hakların kısıtlanma hatta çiğnenmesini haklı, zorunlu göstermeye yetebilir. Söz konusu bize ait gerçekler manzumesi, güç kuvvet, otorite ve “devlet” ihtiyacımızın asilliğini, belirleyiciliğini ifade eder. Bu, sadece, Türkiye’nin “kendine özgü” devlet kavramının oluştuğu, beslendiği yatak değil, hemen her  tür  toplumsal, bireysel ilişkilerde bir biçimde hükmünü yürüten “güç kültürü”nün de yuvasıdır. Fizik güce, onun doğrudan yaptırıma dönüşebilme kolaylığına ve diğer güç biçimlerini ve kaynaklarını kendine tahvil edebilme, ekleme mekanizmasının basitliğine ve her şeyden önce bu güç biçiminin “malzeme”sine niteliksel herhangi bir çaba, değişim gerekmeksizin zaten sahip olduğu inancına yaslanarak Türkiye toplumu, onun ortalama mensupları, doğrudan bir güçlenme imkanı ve çağrısı olmayan  hareketlere rağbet etmez. İster toplumsal ister bireysel mahiyette olsun, bu bir imkan ve mesaj sunan hareketleri, onun güç-iktidar mücadelesi vermek zorunda olduğu rakipleri karşısındaki güçlülük performansıyla orantılı olarak benimser  veya  destekler.

“12 Eylül öncesi” dönemin, yani 1970’li yılların ortaları geçildikten sonra, her biri “savaşçı” özelliklerine abanarak birbiriyle kıyasıya bir çatışmaya giren ve bu çatışmayı kazanacak olanın genel iktidarı, devleti de ele geçireceğine inandığı bir dönem yaşandı. “Devlet” gücünün ayrı bir güç olarak değil, sanki bu çatışan kutupların şiddetli çekimiyle sallanıp duran bir tür ortada mendil gibi gözüktüğü o ortamda, toplum çoğunluğu, çatışan tarafların her birine yoğun bir kitlesel katılımla akmaktaydı. Aynı insanlar, 12 Eylül darbesinin hemen ertesinde, süratle o safları boşalttı ve beliriveren “devlet” in gücüne anında itaat etti. Bu güç mantığı ve kültürünün işleyişi olarak okunmalıdır öncelikle. O safları boşaltmanın ve itaat moduna geçmenin “kardeş kavgasının sona erdirilmesinden duyulan ferahlık”, “can güvenliğinin sağlanması” gibi gerekçelere dayalı açıklamalar şüphesiz 1970’lerin o kutuplaşmasında gerçekten “ortada kalmış” bir kesim için doğru sayılabilir ama, taraflardan birinin “zafer”i kazanma ihtimalinin yüksek sayıldığı-1977 yılının ortasında olduğu -3-4 yıllık dönemde “çatışma” giderek şiddetlenirken, kitlesel katılımın da artması büyük çoğunluk için o açıklamalar 1980’e doğru, yani taraflar için zafer ihtimalinin sönükleştiği, deyim yerinseyse bir pat durumunun ortaya çıktığı durumda bir ölçüde geçerli sayılabilir”.

-DEVAM EDECEK-

- Advertisement -spot_img
- Advertisement -spot_img
5,999BeğenenlerBeğen
796TakipçilerTakip Et
1,253TakipçilerTakip Et
355AboneAbone Ol

yazılar

Yeniçağ Podcastını dinleyin