yaklaşımlarHalil PaşaÇözüm uzansak tutacağımız kadar yakınımızda! ya barış? - Halil Paşa
yazarın tüm yazıları:

Çözüm uzansak tutacağımız kadar yakınımızda! ya barış? – Halil Paşa

Yeniçağ podcastını dinleyin

halilpasaYarım yüzyılı aşkın bir zaman geçti. Kıbrıslılar hala, milliyetçilikten muzdarip bir hasatlıkla malul çözümsüzlükleriyle bölünmüş bir adada yaşıyorlar.

Gerek Kıbrıslı Elenler, gerek Kıbrıslı Türklerin solda gözükmek gayretinde olan ve illa ki kendine özgü bir tür “ulusal solculuğu” da elden bırakmamakta direten iki partisi (AKEL-CTP) de, hala, hem milliyetçiliğin hem de çözümün bayraktarlığını elden bırakmak istemiyor.

Kıbrıslının her iki sağ cenahı da, oldum olası karşı tarafla iş birliğine karşı.

Ortak bir adalı yaşamı, değil inşa etmeye, tahayyül etmeye dahi tahammüllü değiller.

Aklı hala ilk ataları saydığı “eski Yunan”da takılı kalmış, dünyaya medeniyetin yayıldığı bu coğrafyadan zuhur etmiş bir cet’ten gelmiş olmanın ve yakın atalarının Bizans adıyla İmparatorluk yönettiği günlerle mağrur, “Megalo İdea”cıları bir yanda.

Altı asırlık bir zamana yayılmış ve daha geçtiğimiz yüzyılın başına kadar Türk olmayanların entrikalarıyla küçüldüğü varsayılan Osmanlı’nın ve onun devamıymış gibi algıladıkları Türkiye’nin denizaşırı genişlemesine ilk adımı atışıymış gibi heyecana gelip de adanın işgaline dayalı böbürlenmeyi zanaat edinmiş ve epeyce de alıcı bulmuş Turancıları öbür yanda…

Kuzey Batısındaki Avrupa’nın gerisine düşüş nedenini, yıllarca Osmanlı baskı altında kalmaya bağlayan ve hala Kıbrıs’ın Akdeniz ve Ege denizindeki diğer adaları gibi “anavatan”a bağlanamayışını (siz onu Enosis diye okuyun-hp) kendine dert edinen ve bundan da Osmanlının torunları ile adadaki işbirlikçisi “türev torunları”nı sorumlu tutan, milli-dini ve aslında kelimenin tam anlamıyla “Ortodoks” zihniyeti bir yanda…

Kıbrıslı Türklerin, Türkiye ile birleşemeyeceğine yanan, “Türk’ün Türk’ten başka dostu olmadığı” ile malul, Türkiye ile birleşmeyi (siz onu Taksim diye okuyun-hp)Kıbrıslırumlarla birleşmeye (Birleşik veya federal bir Cumhuriyet diye okuyun-hp) tercih edenleri de “içimizdeki hainler” olarak nitelendirmenin siyasi doğallığıyla davranmaktan çekinmeyen anakronik Türk Milliyetçiliği diğer yanda.

Yarım yüzyılı aşkındır bu siyasi düşüncelerin adanın her iki cemaatinde de çoğunlukla alıcı bulduğunu, nitekim liderlerini de bu düşüncelere en yakın ve en ateşli dini ve milli görüşe sahip hatiplerden seçtiği bilinmeyen değildir.

Yeni yüzyılın başında ise teknolojisi gelişmiş ülkelerin; (ABD, AB diye okumak da mümkün-hp);

Başta enerji yataklarının bulunduğu ve küresel tüketime engel olunan her yerde, ulus devletleri kendi diktatörlüklerinin devamı için “içine kapanık bir tür milliyetçilik”le idare eden lider ve örgütlere daha az toleranslı davranmaları…

Buna karşın özellikle enerji ve küresel tüketim’in önünü açacak her türlü enformatik akıştan ve “siyasal sınırları silikleşen daha liberal bir dünya coğrafya”da yana tavır koymaları…

Liberalizme karşı sol’un tutukluğundan istifa eden ve daha düne kadar emperyalizmin en büyük taşeronluğunu yapan “ulus-devlet milliyetçi”lerinin, nefret söylemleri eşliğinde, yeniden ayağa kalkarak siyaset sahnesinde kendilerine yer açmaya çalışmaları…

Buna karşın bugünlerde sol’un alanına da müdahale ederek, yukarıda değinildiği üzere bir tür “Ulusal Sol” ile kendisine yer açmak için yeni cila çekilmiş Milliyetçiliğin bu türünün, yine de dünyanın pek çok ülkesinde söylemlerine giderek daha az alıcı bulduğunu sanıyorum. Belki de öyle olduğunu umduğum için böyle yazıyorum. Nitekim günümüzde örneğin Türkiye veya Kıbrıs’ta kendisini sol’da tanımlayan siyasal parti ve örgütlerden yükselen anakronik söylemler, “köşeye sıkışınca saldıran kedi” misali bazen sivri siyasi bir dil, bazen ayrımcılık ve nefret söylemleri ile kendini göstermekte. Bütün bu haller, milliyetçiliğin bir hastalık olarak “sol”a da bulaşmış olduğunu, siyaset sahnesinde sandık desteğini de arkasına alarak tüm etkisiyle sürdüğünü mü gösteriyor?

Belki de…

………………………………………………………

Kıbrıs’ta da artık iki cemaatin liderleri ve örgütlerinin ve anavatanlarının, “karşılıklı milliyetçi suçlamalarla” Kıbrıs sorununu devam ettirmeleri giderek güçleşiyor.

Şu da tarihi bir gerçektir ki; ne Türkiye, ne de Yunanistan, adada işbirliği yaptıkları cemaatlerinin liderleri ve siyasal partileriyle kafa kafaya vererek, ortak bir yaşamın kurulması konusunda, ne yazık ki hiçbir zaman samimi ol(a)madılar…

Yakın tarihte cemaatlerin yaşadıkları acıların en büyük nedenlerinden birisi olarak, karşı propagandası yapılan “Enosis ve Taksim”, bir hayalet gibi, gerek Kıbrıslı ve Türkiyeli siyasilerin ve görüşmecilerin, gerekse onların milliyetçi söylemlerine uyarak oylarıyla destek olan cemaatlerinde, çoğunluğun düşüncelerinin arka planını her zaman için işgal etti…

Bu nedenle yarım yüzyıldır, her iki cenahta da “milli dava” olarak ele alınan Kıbrıs Sorunu, şimdi artık kendileri de hayatta olmayan dava avukatları veya siyasi liderlerin benimsemiş olduğu düşüncelerle zaten çözülemezdi ve nitekim çözülemedi de…

Ancak bu liderlerin düşüncelerini taşıdığını iddia eden siyasal partiler, bakanlar ve vekiller hala hükümetteler.

Bir zamanlar liderleriyle birlikte, zaman-zaman yüksek rütbelilerden de yükselen siyasi tehditleri de arkasına alarak, ülkede “iç hain” diye damgalayıp izole etmediği insan bırakmayanların pek çoğu hala yönetimde.

Hain olma korkusundan mı?

Yoksa yakın geçmişte yaşanan acı deneyimlerin eşliğinde içe işlenen milliyetçi nefret söylemi ve karşı cemaate duyulan düşmanlığın kısa sürede silinemeyecek izlerinden midir?

Yoksa günün sonunda yıllardır hükümet edenler tarafından tiryakisi kılındığı küçük çıkarları ile ulufesinden yararlanamama endişesinden midir nedir…?

Hala geçmişin acı deneyimlerinin tedirginliğine ek olarak, bir de ulufeye tiryakiliğinden dolayı, kendi ulusalcılarının güvenliklerine dair saldıkları korkularına itibar edip oy veren, milliyetçi-muhafazakar, birbirine mesafeli iki cemaatiz bu adada…

……………………………………………………………

Bizim milliyetçilerimiz belli.

Gerçi sandık ve oylar artık dünya siyasetinin yeni jargonunda, siyasi gücün ve yönetimin tek göstergesi olarak kabul görmüyor ama “seçim davulu” çalıp da sandıklar kurulduğunda UBP, DP adanın Kuzeyindeki nüfusun yarısının oylarını alıyor.

Bu Milliyetçilerimizle yıllardır hükümet kurup bozmaya alışmış “ulusal solcular”ımıza gelince…

CTP elbette bunu en çok başarmış olduğu için bu unvan’a en yakın siyasal parti.

Sürekli kan kaybeden TDP ise adada radikal bir sol duruşun önünde matematiksel bir arakesit…

Bu iki partinin solundakiler ise örgütsel olarak parçalı.

Giderek sesleri kısılsa da pek çok sivil toplum örgütü de siyasal yelpazemizin solunda yer almaya devam ediyor.

………………………………………………………………..

Cemaatler, seçtikleri liderleri aracılığıyla yarım yüzyıl çözümü müzakere ettiler.

Ancak çözümde ısrarcı ve pek de niyetli olmayan siyasal liderleriyle, çözümün yüzlerce, hatta binlerce sayfalık metinlerine, vatandaş kadar yakın ya da yabancı kaldılar. Metinler ne yazık ki Kıbrıslılar değil ama yabancı bürokratlar ve diplomatlar tarafından yazıldı.

Annan Planı’ndan sonra çözümü onaylamak için ikinci referanduma yaklaştığımızın ayan beyan belli olduğu bugünlerde…

Çözüm artık uzansak tutacağımız kadar yanı başımızda sayılır…

Ya Barış?

O ayrı apayrı bir şey…

Çünkü o, bizzat yaşamdan türer.

Bunun için de işin başında cemaatlerin yeni ve ortak bir kültür oluşturma isteklerine ihtiyaç duyulur.

Barış yazılı değildir. Ne verilir, ne alınır.

İnşa edilir.

Bir tuğla konur… Sonra bir tuğla daha… Ve her gün bir tuğla…

Üzerine kenarına, sağına soluna birer tuğla daha. Ve bir daha…

Cemaatleri oluşturan insanların ve kurumların özel çabalarını gerektirir barış.

Yani siyasal partiler, politikacılar, yöneticiler, sivil toplum örgütleri, ticari şirketler, şehir, mahalle ve köy sakinleri…

Barış Kıbrıslının yeniden her gün yaşayarak kuracağı, zamanla inşa edeceği bir kültür, bir yaşam biçimi olacak.

………………………………………….

İyi ki adanın Kuzeyinde iyi kötü yine de bir sol duruş var.

Güney’e gelince…

Solunun, Kuzeyden çok daha eski ve yerleşik bir geleneğe sahip olduğunu, ancak bugüne bakınca eski vukuatlarından ve “ulusal sol”unun baskın karakterinden dolayı da, bu haliyle Kuzeye öncülük yapamayacağını görebiliyorum…

Ancak Kuzeyi ve Güneyiyle, üretim ve ticaret, eğitim ve kültür, daha çok adalı ve evrensel, daha az milli olmaya meyledip, bu seyir de ada sakinlerinin yaşamlarında içselleşip doğallaştığında…

Ve de “Kıbrıs solu ortak örgütünü inşa etme”ye koyulduğunda…

İşte ancak o zaman barışın da adada kendisine yer bulabildiğine tanık olacağız…

- Advertisement -spot_img
- Advertisement -spot_img
5,999BeğenenlerBeğen
796TakipçilerTakip Et
1,253TakipçilerTakip Et
355AboneAbone Ol

yazılar

Yeniçağ Podcastını dinleyin