Halil Paşa’nın Havadis Gazetesi eki Poli Dergisinde yayınlanan yazısı
Sonunda yazmayım, başında yazayım.
Kıbrıs sorunun çözümü, sadece emperyalistlerin Ortadoğu veya Doğu Akdeniz projelerinin bir parçası değil, biz adalıların ikiye bölünmüş absürt yaşamlarını, en çok da Kıbrıslıtürklerin siyasal, sosyal, ekonomik ve psikolojik ve de tüm diğer sorunlarının, en azından daha net, anlaşılır ve anlamlı kılacağı nedeniyle hem gerekli hem de kaçınılmazdır.
1963-74 aralığının Kuzey Lefkoşa’sında en popüler erkek toplanma yerlerinden olan kahvehanelerde ve kadınların da kahve sohbeti için toplandıkları evlerde, “Türkiya gelmezsa b.kt’ur işimiz” lafı, isyanla karışık Lefkoşalının en “mühim” tekrarlarındandı…
Bayrak Radyosunun transistörlü radyolarından parazitler eşliğinde yükselen “bir gece ansızın gelebilirim” şarkısına, PIK’in (Türkçe’de “Rik” okunur-hp); “bekledim de gelmedin, yollarını gözledim” şarkısı eşlik eder, böylece Kıbrıslıtürkler de…
“Türkiya gelmezsa b.kt’ur işimiz” nakaratına sarılırlardı…
Türkiye’nin adaya gelişinden bir süre sonra, şimdinin “eski Lefkoşalılarının”, geçmişte Türkiye gelince cennetten bir parça olacağını kurguladıkları Kuzey’deki insan manzaralarının yarattığı büyük hayal kırıklığı, “asıl şimdi hapı yuttuk” mealinde “bittik – tükendik” şikayetlerini yaygınlaştırdı…
Böylece Türkiye’nin Kuzeyine yerleştirdiği 40 bin kişilik ordusuna ek olarak, adaya Türkiye’den aktarılan sivil nüfusa, önceleri mırın kırın eden Kıbrıslıtürkler, nüfusun kontrolsüz bir nehir gibi Türkiye’den akmaya devam etmesiyle hayal kırıklıklarını gizlemez olurlar…
Geçtiğimiz günlerde, radyo kanallarımızdan birisine, 1974’ün hemen sonrasında Türkiye’den gelip Galatya’ya yerleşen ailenin çocuğu bir genç bağlandı. Büyük bir heyecanla, Türkiye’den göçler nedeniyle, adadaki yaşam kalitesinin düştüğünden, günümüzde yol açtığı olumsuzluklardan şikayet edip durdu.
“Bu ada artık daha çok nüfusu kaldırmıyor” deyip kapattı telefonu.
“Türkiya gelmezsa b.ktur işimiz” 40 yıl öncesinin gerçeği ise; 1974’in hemen sonrasında Türkiye’den gelen ve bugün ikinci kuşağı oluşturan neslin, Kıbrıslıtürklerin şikayetlerine katılarak; “asıl şimdi hapı yuttuk” söylemi de bugünün adamızın diğer gerçeğidir.
KABAHATİN ÇOĞU BİZİM…
Şimdiye kadar seçilen hiçbir hükümet, Türkiye’den akan nüfusu denetleyecek siyasi iradeyi göster(e)medi.
Dahası Denktaş sonrasında seçilen cemaat liderleri de, meclisteki tüm siyasal partiler de, “kraldan kralcı” bir eda ile; “950 kişilik Garanti Antlaşmasına karşılık adada tutulan 40 bin askerden eksiltemeye yanaşmayacağını” milliyetçi görünmek ve fakat çözüme engel olması pahasına dile getirmekten dahi çekinmedi.
“Ne kadar çok asker, o kadar güvenli çözüm” düşüncesiyle iç tribünlere oynamayı maharet ve yurtseverlikten saydı.
Böylece 40 yıl aradan sonra, adanın Kuzeyinin bu kadar çok ve kalabalık nüfusu kaldıramayacağını anlamış cemaatin bile gerisine düştüler…
Sonuçta koltuğu düşünen siyasetçiler gibi, onları seçenler de kendi gündelik çıkarlarına konsantre olup, çözümün seçtikleri partilerden geleceğine dair tüm ümitlerini tükettiler. Zaten pek çok siyasi de siyaseti geçim kaynağı edince, seçmenlerini kendisine benzetti.
Böylece Annan Planı sonrasında ağır ağır boşalan sokaklar, az sayıda siyasetçi, sendikacı, sivil toplum örgütü ve aktivist’in “fedakarane” çabasına terk edildi.
Aslında biz Kıbrıslıtürkler yeniliğe açık bir toplum değiliz.
Biraz çekingen, daha çok edilgen, hani “incir piş ağzıma düş” rahatlığıyla malul, ebeveynsiz yönet(il)mekten korkan, “biraz yardımlar, biraz da el yordamıyla yönetilmeye alışmış” ve galiba benmerkezci bir cemaatiz.
Zaten adanın yakın siyasi tarihi de, çoğunluğun eğiliminin, genellikle güçlü olanın peşinden savrulmakla malul nevi şahsına has bir “muhafazakarlığa” daima daha yatkın olduğunun siyasi örnekleriyle doludur.
Gerçi Annan Planı dönemindeki hareketlenmede biraz da işin bu yanı vardı ya…
Nitekim pek çok Kıbrıslıtürk seçmen, Türkiye hükümeti’ni, AKP lideri Erdoğan’ı, dönemin TC Başbakanı Gül’ü, AB, BM ve nihayet ABD’ni Annan Planı’nı destekler görünce, çıkarlarını da düşünerek, daha önce bazen tek aday olduğu için seçimsiz, bazen “ayva tüyü payı”, bazen de TC’den taşınan oylarla da olsa seçtiği Denktaş’ı yalnız bırakmıştı. 1974’ten bu yana hep birinci parti çıkardığı UBP’den ise anında uzaklaşmıştı.
Sol ise BMBP (1) sürecinde “cemaatin kendi kaderini belirleyebileceği ve çözümde rol oynayabileceği umudunu”, CTP’nin her ne pahasına olursa hükümette ve Talat’ın da toplum liderliğinde kalma ihtirasları ağır basınca, kısa sürede kaybediverdi.
Aslında Kıbrıslıtürk solu da o noktada keskin bir biçimde ayrışmıştı ya, sol’umuzun adadaki bölünmüşlüğü ayrı bir makale konusudur…
YA ŞİMDİ?..
“Kıbrıs sorununu verili dünya koşullarında belli ki Kıbrıslıtürkler arasında hiçbir siyasal partinin bu sorunu çözmeye ne gücü, ne de yetkisi vardır”.
Sandıktan “toplum lideri” olarak öne çıkan, ne önceli Talat’ın, ne de şimdiki Eroğlu’nun böyle gücü ve yetkisi vardır. Ne yazık ki cemaatimizde bu ve benzeri düşünceler içselleşmiş ve genel kabul görmektedir.
Bu kez BM’nin yanı sıra, fakat Annan Planı döneminden farklı olarak ABD’nin ağırlığını AB’den daha görünür kılacak şekilde ortaya koymaktan kaçınmadığı bir çözüm süreci var önümüzde…
Kıbrıs’ta 1963-74 aralığında “Türkiya gelmezsa b.k’u yedik”ten, 74 sonrasında adaya sonradan gelip yerleşen Türkiyeli pek çok ailenin çocuklarının dahi “asıl şimdi hapı yuttuk”a dönen yaşamlarımızdan, Kıbrıslıtürk solu olarak kalabalıklarla “birlikte ve dört elle” sarıldığımız bir Annan Planı geldi-geçti.
Denktaş ile UBP’ne rağmen referandumdaki %35 hayır’a karşı, % 65 “evet” çok önemli bir farktı.
Ama Güney komşumuzun %25’lik “Nai”sine karşı %75 “Oxi”si çok daha önemli bir başka farka ve siyasi gerçeğe işaret etmişti. Bu da Güneydeki referandum sonuçlarının, bize, adada tek değil iki cemaatin yaşadığını hatırlatmasıydı…
Tek kanatlı kuşun uçamayacağını fark ettik böylece.
Güneydeki komşusunun “Elen solcu” oluşuna gülen biz Kıbrıslıtürk solu, referandumdan sonra, ne kadar içe kapanık “Kıbrıslıtürk ya da Türk solcu”su olabileceğimizi de düşünebildik mi acaba?
Neyse, bu da ayrı bir tartışma konusu ya…
Gidişat ve yapılan açıklamalar, ayan-beyan sürecin çok hızlı seyredeceğini, antlaşmanın da kısa sürede referanduma sunulacağını göstermektedir.
Ya şimdi?
Şimdi devir “Türkiya gelmezsa b.k’ yedik” devri değil, ABD, AB, BM, Türkiye, Yunanistan, İngiltere falan hiç fark etmez” devri midir?…
“Hazır deniz altındaki gaz yatakları da bulunmuşken…”
Kıbrıs’ta yeni bir devir başlamak üzere. Çözüm eşikte..
Ancak bunu Kıbrıslılar yapmayacak. Zaten yarım yüzyılı aşkın bir süredir hiç kendi sorunlarını çözmeye muktedir ol(a)madılar ki!…
Merak ettiğim “Kıbrıslıtürk solu”nun eli kulağındaki bu çözüm planı karşısındaki hal-i pür melalidir.