Son Türkiye gelişmelerini izlerken, kendimden hep ikilemer arasında sıkışmış sanıyorum. Bir yanda Türkiye ile içeleşme, ilhaklaşmanın tutsak yörüngesinde olmanın gerçeğini yaşıyorum. Öte yanda ise onca Türkiyeleşme gerçeğimize karşın, resmi istenç dışındaki tüm Türkiye gelişmelerine oldukça uzak durmanın da paradoksunu yaşıyorum. Türkiye ile onca içeleşme, yapısal ilhaklaşma gerçeğimize karşın, hala orda olan olayların resmi olanın dışında ve burada işbirlikcilik çıkarının ötesine gidilemiyor. Onca medya, bol TC kökenli insan, ünüversite enflasyonlaşma sayısına karşın, son gelişmelerde olduğu gibi, Türkiyede oluşan hemde önemli krizerl le taşnalan gelişmeler bizde haber dahi yapılmaktan kaçılıyor. Sonuçta şu tuhaf söylem gerçek uçurumu da çıkıyor: Türkiyede tapeler uçuşur, yolsuzluklar savrulurken resmen devlet siyasal krizi yaşanırken dahi buradaki işbirlikci “yöneticiler” “Anavatanın yolunda heycan duyarak” övgüler yağdırmaya devam ediliyor. Hatta en travması şu; Erdoğan tüm dünyada sorgulanır ve politik tutumları kuşkularla doluiken, bizde Kıbrıs görüşmelrinde Erdoğanın önemli “çözüm katgısından” söz edilme paradoksu yaşanılıyor. Böylesi karmaşa içinde Kıbrıstan Türkiye gelişmelerini izliyorum. Burda haberi dahi yapılmaması bir yana hala koltuk sevdası ve rant yudumlama içkisi ile övgüler yağloar ardı ardına sıralanıyor. Bunları sırarlarken, hem Türkiyede yaşanan gerçekler,; ancak acı şekli ile pencereyi araladığım Kuzey Kıbrıs odağından görülmeme perdesinin çekildiği ikilem nedeni ile gözlem bakış ile son durumu kısaca değerlendirecem.
Türkiyede hakikaten önemli gelişmeler yaşanıyor. Bunlar salt adı konulan şekli ile dahi yetersizdir. Çünkü; resmen çöken ama otoritersi ile ayakta duran devlet yapısının, tek kuvet totaliter durumuna gelişini izliyorum. Ne acıdır ki içeleşerek ilhakların rüzgarında bulunan Kuzey Kıbrıs bu gerçekleri haber yapmaktan dahi kaçılacak “utanç sansürünün esiri” olarak bunları izlememek noktasında durmaya çabalıyor. Bunun sonucu da orda onca yalanı, yolsuzluğu, inanırlığı sarsılan politikacıları, bizde sırf beraber görünmenin heycanını yaşayan bir işbirlikci hastalığın yaşanmasına yeniden tanık oluyorum.Neyazık ki istemeden bunları yazıyorum. Dünyanın ta ötesinden yankı bulan Gezi parkı direnişi veya şimdilerde yaşanan siaysal krizin bilgielri birçok ülkede mahşetleşirken, bizim medya onca abartı kendi övgüsüne karşın, nedense bunları yazmyor. Hatta güneyden gelen ve burası ile bağları az olan “bilimciler” dahi bu konuya uzak durup, Kuzey ekranlarında şov yapma histerisine çoktan kapıldılar. Belkide dünyada ilhaklaşma, işbirlikcilik, içeiçe girme yapısal gerçeklere karşın, Türkiye haberlerini yazmama davranışı ile önemli bir ilgisizlik teslimiyeti örneği yazıyoruz. Onun için de Türkiye gelişmelerini söylerken, hemde onca Türkiye medya izleme gerçeğine karşın, yabancı gibi duran insanlara çok raslamaktayım. Değişen bir şey yoktur. Yine Türkiye krizi yaşanıyor ve dün penbe tablonun altından nelerin gizli olduğu bizat devlet içi yaşanan kriz ile karşımıza “kral çıplağı” yeniden çıkardı.
Türkiyede çıkan devlet içi siyasal kriz ile bize iki yanlışın nasıl doğrularla sarmaşdolaş olduğunu gözteriyor. Telekulak yanlışının zamanında sırf ötekileri tutsak kılmak için kulanılırken, şimdi devlet içi pislikleri etrafa saçma adına da yapılması sonucu, adeta sistemi sorgulatan sonuca gelindi. Yanlış olan dinlemenin şimdi sistemi yolsuzluk rantının yapılması ile vurma iki yanlışın adeta nadir doğruya yarayan bölümünü izliyoruz. Türkiyede devlet içi kriz olmasa ve akabinde bu tapeler yayınlanmasa, onca rezilik ortaya çıkmazdı! Elbet doğruları bilerek de gelişmeleri olanaklar ölçüsünde doğru okumak şart. Öyle olmasa devlet içi çelişkilerin yeni itifaklar arayışı ve sistem ile olan ilişki erozyonlarını anlamak güçleşecektir. Nitekim devlet krizi ve yeni itifakalr sonucu da dün tutuklanıp yargılanan darbecielrin şimdi itifak koşuluna yönelme sonucu nasıl dilin değiştiği ve tahliyelerin yapıldığına tanık oluyoruz. Bakın; general veya darbeciler yanında katiler “Denk davalı Erhan TUncer, Zirve katliyamı sanıkları” tahliye edilmeleri jet hızı ile oldu. Ama hala suçu dahi söylenmeyen gençlerin, gazetdecilerin, aydınların durumu hala etrafta pek yoktur. Hatta Gezi Parkı direniş dönemli sanıklara inanılmaz saçmalıklarla davalar okunmaya devam ediliyor.
Tekrar edelim; Türkiyede yaşanan son gelişmeleri 17 Aralık yolsuzluk operasyonu ile fay hattı kırıldı. Devlet krizi yaşanmaya adeta hızlandı. Karşılıklı hamleler yapıldı. AKP adeta devleti tek elde toplama adına HSK yasası, yargıyı tavsiye ederek tüm yargıçların savcıların adeta darmadağın görevlendirmeler yaptı. Onbinlere varan polis yerden kaydırmalar yapıldı. Böylesi hamlenin karşısında ise tapeler adeta reziliklerin yönetsel rantını baskının öfkesini yansıttı. Aloların sansürler, atamalar, rant kapmaların simgesi oldu. Bize hem yolsuzlukların boyutunu, dinlemelerin yaygınlığını kanıtlıyordu. Hatta uluslar arası kesimlerin düne dek “bölge modeli” dedikleri ülkenin nasıl iflas edilmesinin de tarihini yaşıyoruz. Birfarkla; Kıbrısın kuzey kesimi hala övgüler ve heycan duyma duygualrı ile dolu dolu olayalrı görmezden geliyorlar. Hatta Güney Kıbrıs kesimi dahi onca göstergeye karşın Erdoğandan “çözüm umudu” söylemeye devam ediyorlar. Nediyelim!
İkibinlerdeki darbe sürecinde de belirtmiştim: Türkiyede yaşananlar sosyal muhalefet dalgasının sonucu değil; Türkiyede devlet içi kırılmanın sonucunu yaşadığımız için de ielrisi için demokratik bir açılım yerine, dizayinleşerek uluslarası sistemle yeni bir ayarın yapıldığını ısrarla yazdım. Şimdi de ayni tekerlemeyi, başka güçler bloklaşma ile birlikte anımsatıyorum. AKP Cemmat kavgasının çelişkiye ve devlet etkinliyine tırmanması sonucu oluşan bir siaysal kriz yaşanıyor. Kriz devlet içi olma sonucu da bolzulan bloklaşma alanında yeni itifaklar aranmaya başlandı. Budnan dolayıdır ki Erdoğan birden tavsiye etiği zanedilen adını da “Ergenekon” koyduğu kesimelre yaklaştı. Tuhaf bir imge ile “Kumpas” ifadesini savurup kendini yeni eksene oturtmaya çalıştı. Dün “savcısıyım” dediği generaleri şimdi “kumpasa uğradılar” yaklaşımına getirdi. Sonuçta da “Teröris” dediklerini “kahraman” yapmaya” başladı. Tabi tüm bunları salt Türkiye ekseninde değil elbet. Ortadoğu modeli olan Türkiye ılımlı İslamcılığın iflas etmesi, yeni hegemonya araçlarının arandığı ortamda Türkiyede siyasal kriz patladı.Yükselen ılımlı İslam Emperyalist projelerin sarsıntı geçirmesine bölgesel tanık olmaktan kaçmamamız gerekir. KOntroldan çıkan Erdoğan gerçeği kadar, hala Türkiyede net seçenek alternatifi oluşmama ikilemi de vardır. Bundan dolayı garip itifaklar ardı ardına geliyor.
Bir genel anımsatma daha; geçen yıl Amerikan ajanı Snoden ülke isdihbaratının nasıl tüm dünyayı dinlediğini belgelerle açıkladı. Bu belgelerde Türkiye de “orta derecede” dinlenip izlendiğini belirti. Hatta Kıbrıs Dikelyadaki Nikolas dinleme tesisinin merkez olduğunu da belirti. Bunlar yalanlanmadı! Şimdi bazıları olayı basitleştirmemesi için bu bilgiyi iyice algılaması gerekir. Algılarsak; bazı dinlemelerin neden yapıldığı veya kimler tarafından sızdırtıldığı kuşkularımızı geniş ufka doğru daha da açar. Ayrıca; konu devlet içi kriz olup, bunun Ulusşararası ayağını da düşünürsek, olay salt basit kısgaca sıydıramayız. Çünkü Rıza Zarek olayında olduğu gibi; Uluslar arası niteliği olup Türkiyenin “irangeyt” karapara aklamaya varan bir önemli gerçeği de vardır. Garip gelecek ama: iranda Zarafın abisi hapiste hala tutulurken, Türkiyede Rıza bey serbes brakılıyor. Üstelik ister Zaraf, ister Denk katli Tuncel “konuşuruz ha” tehdidini de savurduktan sora jet hızı ile serbes brakıldı.
Yazmaya çalıştığım ve hergün enazından tapelerle adeta yeni bilgi sasasyonale devamlılık sürecinde, konu hep siaysal kriz ile tamamlanıyor. Bu kriz tamda devlet içi çelişkiler le nasıl yönetim biçimi olmanın belgleri haline gelindi. Sistemin “nasıl Türkiye” yanıtını da veriyor. Yalanların kolayca söylenip Göbellsi anımtsatan probaganda halk ilişkilerine hergün raslamak kolaylaştı. Olmayan ise üçüncü dalga. Halkın sınıfsal sosyal seçenekleri ile bu rezilikelrin değişerek demokratik aydın Türkiye adımları olmaktadır. Neyazık ki hala onca çirkef etrafta dolaşırken, hala muhavazakarlık tutsağı devam ediyor. Ülkücülerin saldırgan tavrı ile yedek güç hazırlanması ise özelikle bazı sol parti binalarına karşı saldırılarla karşımıza da geliyor. Resmi sistemin devlet krizi ve toplumsal denetim adımları din tarikat ve ülkücü ayaklarla hala etkin kitlesel potansiyeline sahiptierler. Bakın; CHP dahi onca kriz içinde sola açılma veya sosyal dönüşüm noktası yerine, krizin bir tarafına yaslanarak sağ adaylar la seçimlere yelken açıyor. Böyle bir siaysal handikap içinde Türkiyede gelişmeler yumaklaşıp ateş topu olup yol bulmaya çalışıyor.