Olaylar birbirine eklenip sarmaş dolaş oldu. Kaoslar ve altyordamı arama çabaları arasına sıkışıp kaldık. Konulara bakış ise bizim adada adeta kısır döngünün oto sansürleme çizgisine sıkışıp kaldı. Engelleme davranışı ve sığ bakışlar sonucu, gelişmeleri tam okuyamama refleksini oluşturdu. İlhakçı efendimiz veya içselleştiğimiz yapısal Türkiye gerçeği ile onu inkâr etmeden başlayarak, gerçekleri konuşmama anlayışımız adeta tüm konularda hiç eleştirme oluşturuldu. Biryanda yağın yalakanın yarışarak işbirlikçi koltuk oturma yarışı sürerken; öteki tarafta ise “aman konuşma ha” ile herkesin bildiklerini konuşturmama resmi duruş ile konulara sığ yaklaşımının sonucunu oluşturdu. Öyle oluşturdu ki son Türkiye seçimlerini birisi kalkıp “muhteşem başarı” olarak alkışlama demecini savururken, öteki sevdalı ise “AKP vizyonunun uygulayıcısı” olarak memnuniyetini haykırıyordu! Tuhaflıklar peş peşe sıralanırken, kimi kendine “bilimci” etiketini takanlar “Türkiye’de yapılan seçimlerin sonuçları, bize direk etki yapmaz” gariplik analizini açıklıyordu! Kimi kalemşörler ekranları ile “aman dokunma ilkesine” uyarak “Erdoğan’ın güzel işler yaptığı için AKP övgüleri” incileri sıralıyorlardı. Abartı, yalaka ve işbirlikçi kültürün siyasal meyvelerini boyarak imaja oynuyorlardı. Tamda bunlar savrulup bizim Kıbrıslı gerçeklerimizin tuhaf olması gerekenin doğalaştığı sergilenirken; ilginç buluşma ile yakın tarihin direk Türkiye de yaşanan kriz ile bizi nasıl çarptığının da belgesinin yıldönümü gelip çakışıyordu. 5 Nisan ekonomik krizi! Bunlar birleşince de tarih ile günü kesiştiren yazıyı yazma ihtiyacı oluştu.
Türkiye yerel seçimlerinin kendime göre yorumunu geçen yazılarımda yaptım. Daha meraklı olanlar Ortam gazetesinde haftanın yazılarını hatta Cumartesi günkü Kızıldere ile birleşen bir önceki haftanın yazılarını okursa daha fazla anlama şansları vardır. Bu yazım konuya ağırlıklı bizim Türkiye bakışımıza ağırlık vererek yazmak amacında oluyordum. Fakat benim belek silinmesi kolay kolay olmadığı için de yazıyı yazma anımdaki tarih “5 Nisan” birden beni 1994 tarihine getirdi. Ayni benzer tutumlar o can yakan krizde de oldu. İki konuyu birleştirerek ele almaya bundan dolayı karar verdim.
Yıl 1994 yılı olup, Nisanın 5 günü Türkiye önemli bir deprem yaşıyordu. O dönemin başbakanı “kadın Tansu Çiler” önemli ekonomik kararları okuyordu. Kararlar adeta Türkiye’nin girdiği ekonomik girdabın itirafı oluyordu. Paranın korkunç devalüasyonundan başlayan, birçok kurumun kapatılması veya satılması ile devam eden, önemli ekonomik acıtan kararları okuyordu! Daha çarpıcı olan; yanında oturan yardımcısı Murat Yalçın çoğu kararın alınan hükümet kararı olmadığına sıkılarak tanık oluyordu. Karayalçın söyleneni sadece dinledi. Daha sora batan veya kapatılan bankalarla devam edip resmen ekonomik krizin acılarının yayılış dalgasını izledik.
Olay aslında salt Türkiyeleşme değildi: Meksika ayni yıl krize giren öteki sistemin altın çocuğu oluyordu. Genel kriz ifadesi ise şu oluyordu: Neo liberal yapı girdiği gelişme sürecini yeni açılan Sovyet bloku pazarı ile devam ettirme şansı artık sonlanıyordu! Nitekim bu dalga daha sora Asya Kaplanlarını ve ordan Latin Amerika ile tekrardan Türkiye’yi vurarak yayıldı. Sonunda; bildik Amerikan merkezine yayılan dalga dalga krizler le Neo liberalizmin tıkanış sürecini senelerdir yaşamaktayız.
Nisan krizi Türkiye’de başladığı anda direk burayı da etkiledi. Ne garip? o dönemin hükümetinin simgesi “CTP ve DP” oluyordu! Bir farkla; DP başbakanlık koltuğunda oturuyordu. Biçimsel fark burada oluyordu. Ayni dönemde garip olan öteki gerçek ise kimi “akademisyenler” Türkiye ile olan yapısal gerçeği değil daha çok “ambargolar” olayını öne çıkarıp, ekonomik krizin Türkiye gerçeğini hafifletme çabasına girdiler. Yalnız; Türkiye krizi ve Kıbrıs’a yansıma sürecinde buraya Türkiye sermayesinin el koyma hareketi ile kaçak işçi çalıştırma değişimi de yaşanmaya başlanan dönem oluyordu!
Aradan yıllar geçti. Türkiye yerel denilen ama referanduma dek genişletilen bir seçim yapıldı. Burada hemen sonuçlar anlatılırken ilk ret noktasına gelen Türkiye gerçekleri oldu. İkinci nokta ise “yalakalık hızı maratonuna” girişildi! Nedense konuyu Türkiye olayı ve buranın yapısal konumuna göre değil; ordaki siyasal kesimeler yakın olma yarışına sokuldu. Birisi çıkıp “muhteşem zafer” lafını eklerken; öteki geri kalmama adına “AKP vizyonlu” oluşunu söyledi! Kalemşörler ise rakamları alarak AKP övgüsü yaptılar. AKP modelini eleştirmeye başlayan batının çizgisine dahi gelemediler. Öyle gelemediler ki “Kıbrıs sorununa bulunacak çözüm ile Türkiye’nin bazı sorunlarının aşılarak AB üyesi olacağının” ezberine devam ettiler. Hatta; hala Türkiye Avrupa engeli olarak Kıbrıs’ı tekrarlayıp durdular. Güzel birde umut pompaladılar: “AKP Kıbrıs’a çözüm getirirse getirir” sözleri yaldızlı olundu. Burda yapılması gerekenler veya olayın Türkiye’nin ötesinde genel siyasete dek uzadığını dahi söylemekten geri durdular. Oysa daha dün günün modasına uyan “ALO” olayı burada da yaşandı. Derviş beye Amerika’dan gelen “Alo” ile haberi olmadan nasıl ortak açıklama belgesinin kabulü yaşandı. Ama bizde belekler silik ve işbirlikçi ruhimeyiz oldukça önemlidir!
AKP eksenli vizyonculuk şovu yapanlara o zaman şunu diyelim: sizde artık en azından içki içmekten vazgeçin? 4 çocuk yapmayı teşvik edin? giyim kuşama oldukça müdahil olun? sanat eserlerine “ucube” değin? cılız tiyatroların yasaklanmasını savunun? Din eksenli politika savunun? Cihatçıların kol gezmelerine göz yumakla övünün? başkalarını eklememe gerek yoktur! Unutmadan; bolca kullandığınız Twitter ve Youtube sizde yasaklanmasını sağlamayı akıldan çıkarmayın ha! Zaten basın yasasını Tufan simgesi ile çoktan gerçekleştirdiniz!
Yolsuzluklara değinecek değilim. Etlerin, Hellimlerin, gübreleri, ateşkesli dosya boşaltmaları, bankalarla geriye dönmeyen kredileri zaten burada çok güzel uygulattırdığınız için bunları vizyon gerçekleştirmelerine eklemiyorum! Hele yasakları söylemek gerekmez! Ama şu lafı artık etmeseniz iyi olur: “Devrimci Sosyalistlik; emeğin hakkı” artık sulandı! Tarihi bilgiden anımsatayım; Çiler başbakan olurken onun kadın imgesi çok öne çıkarıldı. Sorası malum! Benden anımsatılması…
Ne diyelim; burası da Kıbrıs. Türkiye ile onca iç eleşme gerçeği ve direk etkilerine karşın; hala “akademik yaftası ile” birileri çıkıp “Türkiye’de ki yapılan seçimlerin bize direk etkileri yoktur” derse, buda herkes tarafından doğal karşılanır ise benim fazla diyecek sözüm kalır mı!
Son bir bilgi; Geçenlerde öğrendim. Bizde Aykasyano olayı ile iki toplum arası çatışmalar başladı. Daha doğrusu çelişki tetiklendi! Bilir misiniz? Ayni tarihlerde Türkiye İstanbul’da bulunan Rum azınlığın önemli din ve aydınlarından bir kesimi sürgün etti! 6 7 Eylül olayları ve Kıbrıs politikasının sıçrayan ekseni; 64 ile yeni Kıbrıs Güvenlik Konsey kararı ile bizimkilerin ret etme ile İstanbul’daki Rumları sürgün gizli kararı birlikteliği birilerine bir şey anlatıyor mu! Tabi son bilgi ile Aygasyano provokasyonu ile İstanbul’da süzgünleştirilen Rum din aydın elit kesimi ortaklığının anlamı ne?
Burada hep şu eksiklik vardır: Türkiye ekseni Kıbrıs’ı “milli dava” olarak algılatıp birçok gerçeği hep örttü. Bizde ise Türkiye olayına “anavatan” denilip birçok gerçeği konuşturtmayarak yok saydırttı. Oluşan anlayışlar ise Türkiye ve Kıbrıs içeleşmesi gerçeği kadar, her iki tarafta da birçok gerçekler karşısında oldukça yabancı olan bir ideolojik yapısal saydam eksen oluştu. “Aman dokunma ile milli zırh” sonunda en basit durumun dahi söylenmesini engelledi. Bu kırılma düşünsel ve siyasal değişim ile ancak yakalanır. Türkiye’nin ilhaklaşma ile “çözüm” lafının ayni anda buluşması veya en ufak seçimin dahi doğal bilgisinin yer bulmama durumları ne yazık ki oluştu. Gerçeklerin korkulan ve bilinmesinin tehlikeli olan tuhaf yapının içinde yol bulma ise oldukça güç.