Seçime giren kişi, grup ve örgütler, siyasi düşüncelerini anlatmak ve mümkün olduğunca destek alabilmek olabildiğince fazla sayıda seçmene ulaşmak isterler.
Taraftarı olduğu siyasal partinin adayına gerek adaylar, gerekse onları destekleyen siyasal taraftarları, seçim atmosferinin heyecanıyla doğru orantılı olarak adeta tek bir siyasal kimliğe bürünürler. (1)
An olur, taraftarlar, adayların söylemlerini aşıp, “kraldan kralcı” kesilirler…
Bu nedenle seçimlerde kendileri adına oy toplamak için aktif siyasal destekçisi daha çok olan adayların, rakip adaylara kıyasla seçimlere birkaç sıfır önde başladığını söylemek sanırım yanlış olmaz.
Hele de zaman-zaman transa girip bol kepçeden bağır çağır ajitasyon ve propaganda çeken “aktivistlere” sahip adaylar, seçimlerde ismen öne çıkarlar.
Gaz’a ge(tiri)lmiş kalabalıklar için artık; “ya ya ya, şa şa şa” modası çoktan geçmiş olsa da…
Anavatandan aşırılmış sloganlar eşliğinde…
“En büyük başkan, bizim başkan”
“Kıbrıs seninle gurur duyuyor…” (2)
Rakipleriyle slogan yarışını, vatan ve milletin kalkınması ve halkın mutluluğu için pek çok fedakarlığa katlanmaya ve de epey zorluğa göğüs germeye hazır ol kişinin, seçmen için ne büyük bir şans olduğunun abartılı propagandası takip eder.
Bu arada seçmene; “hele bir başa geçelim senin işini de hallederiz” mealinde bire bir markaj da uygulanır. “Gör beni, göreyim seni” modunda her biri alış-veriş’i andıran vaatler ve nihayet delili hiçbir zaman ispat edil(e)meyecek “rüşvetler”, seçilme işinin “maddi teşvik” cephesini tamamlar. (3)
Dolayısıyla ülkemizde; para harcamadan, gerçekleşemeyecek vaatlerde bulunmadan seçim kazanmak…
Devrim yapmaya benzer.
Çünkü salt siyasi düşüncesinden dolayı oy alan ya da sırf bu nedenle kendisine en yakın siyasi düşünceleri dillendiren parti ve kişilere oy verme geleneği yoktur bu ülkenin kozmopolitleşmiş kalabalığında.
OYUNU BANA VER
Zaten pek çok aday da, benimsemiş olduğu siyasi düşüncelerinde “ne kadar haklı ya da daha az haklı” olduğuna bakmaksızın, mümkün olduğunca çok sayıda insandan talep ettiği salt “kuru kuruya bir takdir” değildir elbette.
İstenen seçmenin oyudur.
Çünkü aday olanı, “büyük bir görev ve gerçek bir hizmet aşkı” ile yanıp tutuştuğu bahse konu makam ve koltuğuna taşıyacak olan, seçmenin oyudur.
Kimi siyasi düşüncelerini öne çıkararak, kimi “ağır abi” bakışlarını kuşanarak, kimi çoğunluk gözükmek için “en geniş ittifaklar”a sığınarak, kimileri de son anda şıngırdatacağı mangırların getirisinden medet umarak girişir bu işe…
Kimi tam olarak kendisinin bile anlamakta zorluk çektiği siyasi düşünceler ve projelerle, çeşitli bıyık numaraları eşliğinde, saatlerce nutuklar atıp, arada kendi kendine heyecana ve gaza gelip devrik cümleler kurarak ister oy.
ŞİİR GİBİ OY İSTEMEK
Kimi de içine teşbih-i beliğ sanatından bir ay gibi doğan ajitatif kelimelerle coşar. Salladığı natürel söylevlere bazen kendi bile şaşar.
“Tükenmeyiz çünkü bu topraklara kök salmış argastiyiz ve ovaların hendeklerindeki şinya, bahçelerdeki yaseminleriz…”
Biz Kıbrıslı Türkler, bize kem gözle bakanlara karşı babutsanın tikeniyiz…
“Oyunu bana ver!” demenin çeşit bin hali işte…
Kestirmeden gitmezler bir türlü…
Uzattıkça uzatırlar…
Kazandıkları takdirde kısa süre zarfında Rumlarla barış yapacak olanları bile bazen ölçüyü kaçırıp, “gavur”a karşı 1963 ve 1974’te tereddütsüz silah kuşanıp nasıl cepheye koşarak aslanlar gibi savaştıklarının romanını yazıp dururlar…
Yetinmeyip tekerleme misali nutukların mübarek etkisiyle…
Ne olur ne olmaz, bir de ev-ev, kapı-kapı dolaşarak…
Her gece bir meyhanede sofra kurarak,
meyin sohbete kattığı ivmeyle coşup taşarak,
Ve ileriki güzel günler için
Meyhane masasında dahi nutuklar sallayarak
prensesi derin uykusundan tek öpücükte kaldıracak
o efsane prensin bizatihi kendisi olduğunu anlat anlat bir hal olurlar…
Şiir gibi uzayıp giden nutuklarda
aslında birkaç kelimeden ibarettir demek istenen
Sepet sepet yumurta
Oyunu bizim partiye vermeyi unutma
Bizim partiyi unutursan,
Sakın beni “tik”lemeyi unutma
Dörtlük mısraları, beşlikler, altılıklar takip eder…
Küçüklerin gözlerinden, büyüklerin ellerinden öperek…
daha yeni karşılaşmış olsan da
kırk yıllık ahbapmışsın ki el ense çekerek
her daim o üç sihirli kelimeyi dilinden eksik etmeyerek
“Oy” istersin her gördüğünden,
bu tatsız-tutsuz seçim oyununu sürdürerek…
ALIŞILMADIK TARZDA OY İSTEME
Bir siyasi düşünceye oy verilmesini isteyenler, destekledikleri siyasal partiye mühür diye yırtınsalar da, bu ısrar cemaatimiz içerisinde siyasi fanatikliğe ya da “siyasi marjinalliğe” dahil bir davranış sayıldığından mı ne, pek karşılık görmez. (4)
Seçimlerde siyasal düşüncelere oy vermek gerekse de, bu alışkanlık henüz cemaatimizde pek yer bulmuş değildir.
Bu nedenle bir partinin seçim bildirgesini okuyarak oyunu kime vereceğine ancak buna göre karar veren çok az seçmene rastlanır adamızın kuzey coğrafyasında.
SEÇİM ÇEVRE KİRLİLİĞİDİR
“Seçime özel” bastırılan kart vizitler, bildiriler, bukletler ve kitapçıklar havada uçuşur.
Kıbrıslı biraz utangaçtır ve çok az kişi kendisine verilen bildiri, kitapçık ve seçim kart vizitini almamazlık etmez.
Fakat yine o “utangaçların” pek çoğu da köşeyi döner dönmez buruşturup, her zaman yaptıkları bir şeyi, çevre kirliliğine katkıda bulunmayı ihmal etmezler.
Panolara, duvarlara, vitrinlere asılan ve binaların yüksekçe balkonlarından aşağıya sallandırılan pankartlar kısa süre sonra toza toprağa boğulur. Kenarından köşesinden yırtılır. Bir bakarsın kimi adayın burnu yok, kiminin kulağı kesik, kimi tek göz ve kimi ilerleyen günlerde biraz yanak biraz dudak ve biraz saçtan ibaret portrelere dönüşmüşler…
Bu nedenledir ki seçim demek yalnızca “kağıt ve zaman sarfiyatı” değil ama “çevre kirliliği” de demektir bir bakıma…
SANAL MEDYA
Daha az çevre kirliliği mi yaratır sanal medya?
Haber sitelerinde reklamlar, facebook üzerinden süren ateşli tartışmalar, havada uçuşan tweetler, daha çok hırsla yazılmış mesajlar, dur durak bilmeden sabahlara kadar sürüp giren zaman zaman kırıcı da olan tartışmalar…
İnsanın enerjisinden çalıp, sinir-hiddet—öfke katsayılarını artırıyor olsalar da, en azından çevre kirlenmediği için daha mı evladır sanal medya.
SEÇİM TOPLUMSAL MALİYETTİR
Bildiriden pankarta, kart vizit’ten bayrağa, afişten kitapçığa ve hatta araba kuyruğuna takıp borular eşliğinde bağırttıracağın taraftarının yakıtına kadar…
Bütün bunlar hem üretmeden tüketmektir, hem de birer maliyet.
Bu tüketim maliyetinin sandıktaki seçimle ilgili görevli memurun mesaisinden, seçimlerde oy verirken kullanılan matbuat giderine varıncaya kadar olan kısmını devlet karşılar.(5)
Ama seçimin topluma olan maliyeti, devletin katlanması gereken bu ve benzeri maliyetlerle sınırlı kalmaz.
O anda hükümet olan siyasal parti adayları ve taraftarları, kendilerine yakın makam-mevki sahibi memurlardan başlayarak, devlet aygıtının, seçimde kendisinin ve partisinin işine yarayabilecek tüm araçlarını kullanmaya her zaman eğilimlidirler. Bunun için de en küçük fırsatı kaçırmazlar.
Örneğin fotokopi mi lazım?
Meclis, başbakanlık, herhangi bir bakanlık ya da bakanlığa bağlı bir dairedeki kağıtlarıyla fotokopi cihazı emre amadedir…
Seçim tüm heyecanı ile başını almış giderken, tüm devlet bürokrasini ve teknokrasisini “seçim orucuna” sokmaya, “seçimden muaf” tutmaya, hangi “vatan-millet ve bayrak” aşkıyla yanıp tutuşmakta olan, bağımsız bağlantısız ve tüm siyasal partilerden arınmış, inancı ve imanı bütün amir koruyabilir ki?
Devletin gider hanesine yazılan bu maliyet ise, onu vergileriyle besleyen cemaate yazılacağı için, bu bir toplumsal bir maliyet, olayın hukuksuzluk yönü de düşünüldüğünde toplumsal bir felakettir elbette.
REFERANDUM VE SEÇİMLER:
Her seçim arkasında “kazanayım” psikolojisi yatar.
Son “Anayasa değişikliği halk oylaması ile yerel seçimlere”, yukarıdaki keyfiyet içerisinde giren adanın kuzey coğrafyasındaki seçmenin, yeni şekillenmekte olan bu yaşam tarzları arasından vereceği oyların elbette bazı siyasi mesajları da vardı.
“Şimdi artık seçmenin vermek istediği bu siyasi mesajların neler olabileceğini konuşmaya başlayabiliriz” diye yazmaya başlayacaktım ki, kendime ayırdığım yer doldu.
Haftaya referandum ve yerel seçimlerde seçmenin bu mesajlarını tartışıp konuşmak umuduyla…
***
DİPNOTLAR:
(1) Nitekim Lefkoşa belediye başkanlığı seçimlerinde, başkan adayının partisi TDP ve destekçisi iki örgütün ismiyle değil, bizzat başkan adayının ismiyle, daha da çok bir kişiye olan güvenin sonucu olarak “Harmancı” ismiyle özdeşleşmişti.
(2)Halbuki Kıbrıs’ın güneyinde yaşayan insanların o anda adanın kuzeyinde bu olan bitenden haberi bile yoktur.
(3)Demokrat Parti’nin (DP) Genel Başkanı Serdar Denktaş 19 Nisan 2009 tarihinde yapılan KKTC erken genel seçimleri sonrasında, SİM Radyoya yaptığı açıklamada “seçimlerde imkânlarımız çerçevesinde oy satın aldık” demişti. Milliyet gazetesi Lefkoşa muhabiri Sefa Karhasan’ın haberine göreDenktaş, “Kelle başı 200 lira, kelle başı 100 lira, kelle başı 300 lira diye sizinle pazarlık eden insanlar var artık. Yoksa, çıksın bu diğer partiler de yoktur desin. İspatlarıyla önlerine çıkarım” iddialarını ortaya atmıştı. Sedar’ın bu açıklamaları hem Kıbrıs, hem de Türkiye’de yayınlanan günlük gazetelerin manşetlerinde yer almış ve kamuoyunda günlerce tartışılmıştı.(26 Nisan 2009, milliyet.com.)
(4)FEMA’nın yakın olduğu CTP’den değil ama diğer siyasal partilerden aday olan ve kadın hakları için mücadele veren Belediye Meclisi adaylarına, üstelik de birer birer isimlerini açıklayarak seçmenden oy talep etmeleri, bu ada coğrafyasının öyle pek de alışkın olduğu bir durum değildi. Elbette onları bu ezber bozucu siyasi tavırlarından dolayı kutlamak ve yazıdaki pek çok siyasi düşüncemden tenzih etmek durumundayım.
(5)Son referandumda kktc meclis başkanlığınca anayasa değişikliğine “evet” denmesi için bastırılan devlet bildirilerinin maliyeti, 48’lik fotoğraf karesine girerek oybirliği sağlama başarısına mazhar kalan vekillerimiz tarafından değil, devlet-i alinin cebindendir. İkinci olarak tüm siyasal partilerin devletin olanaklarını arkasına alarak, günün sonunda aynı anda “hayır” çağrısı yapan pek çok siyasal parti, sendika ve sivil toplum örgütüne karşı mücadele içine girmesi ne denli ahlakidir? Üçüncü olarak seçmen, meclisin ve milletvekillerinin oybirliğiyle “evet” zorlamasına karşı ezici bir “hayır” cevap vermiş ve anayasadaki değişiklik talebini ret etmişse, başta meclis başkanı, hükümet ve tüm vekillerin devletin kaynaklarını, zamanını boş yere harcamış olduklarından dolayı bir özür borçları olsun yok mu?
Kaynak: Bu yazı 13 Temmuz, Pazar günü Havadis’in Poli ekinde yayınlandı