yaklaşımlarÖzkan YıkıcıEylül ayının adım sesleri – Özkan Yıkıcı
yazarın tüm yazıları:

Eylül ayının adım sesleri – Özkan Yıkıcı

Yeniçağ podcastını dinleyin

Yazıyı Pazar gününe brakmama eylimim oluştu. Havanın sıcaklığı kadar; nem oranının boğar düzeyde oluşu nedeni ile; Cumartesi gecesi, biraz esen yel nefesine takılarak, makalemi yazmaya karar verdim. Nedeolsa; Murat bu yazıyı Pazartesinden önce siteye koymaz. Biraz tarihseleştirmek grekir ise; Ben yazıyı Ağustosun sıcağında, son günlerinde yazarken; okuyucu bir ay sonraki etiketle Eylül ayında okuyacak. Tarihi ay farkı veya iklimlerin yazdan Sonbahra geçişi ile geçiş süreci yaşayacaktır. Yazıya oturmadan da; tam buna uygun bana bir yaşlı “Eylül gelsin de belki hava biraz ılımanlaşır” dedi. Demek ki; mevsim farkı veya ay değiştirme, bazen belekte bir kurtulma umudu da taşıyormuş!

Sıcağın kavurması ve nemin boğması sonucu, ben de yazıya başlarken, etkilendiğim ısının etkisi ile, kendime has bir giriş yaptım. Hakikaten yazlarımız ve kışlarımız, veya baharlarımız artık birbaşka geçiyor. Derlerdi ya: “sermaye böylesi politika uygularsa, iklimler de bozulacak”! Nedersiniz; bu gerçekleşme hakikaten yaşanıyor mu? İsteyen inansın inanmasın; hatta “usturuplu yalan” desin! Tıpkı herkonuda olduğu gibi! Yaşam yine bize acıtsa da, kirli yalanı yutursa da, gerçekler ortada! Fakat sistemin algıalrı ile düşünüp çare aradıkça da kaybetmenin de tekrarından başka bir sonuç da çıkmaz!

Ağustosu yazarken tamamlarken, siz okurken Eylüle merhabayı çakmış olacaksınız. Eylülün ayak seslerinin birkısmına da tanık olacaksınız. Mesela; Türkiye de köşke çıkıp Sultanlar gibi törenlerle “muhteşem algılarla” Erdoğan rüzgarının adımlarından ilki Kıbrıs semalarına vuracak. Türkiye Cumhurbaşkanı Adamıza gelecek. Elbet yağlar yalakalar ile artık acayipleşen rüyasal beklentilerle bir Eylül açılışı olacaktır. Hakaretine koltuk  sevdası ile alkışlarla elerin patlayacak ironisine tanık olacağız. Ama 1  Eylül ayni zaman da Barış günü de oluyor!

Aslını itiraf edeceksem; 1  Eylül hiçbir zaman anlamına göre yerleşip evrensel yaşatma noktasına gelmedi. Hemen biriniz çıkıp da “hadi artık* bukadarı da olmaz” diyecek gibi olursunuz! Halbuki Barış günün önemli başlangıcı yine Alman faşizmin Polonyayı işkal olayı ile birlikte konulan bir durum! İkinci Paylaşım savaşının başladığının kabul günü! Daha sonra Soviyetler tarafından bu gün kendine has anımsatma ve hedef gün olarak kulanılırken; hiçbir zaman tüm dünya ayni günü anlamına göre kabulenmedi! Önceleri özelikle Sovieytcilerin yaşatmaya çalıştığı ve kendi politikalrına göre yaşatılan gün; Soviyet sonrası ise B.M. kuralı ile de devam edildi. Fakat hiçbir zaman Barış gününde konuşanların ve dilek sunanların, bu anlamda adım atıkları da görülmedi! Dahası; Barışı sakızlaştıranların ayni zamanda bunu katledenlerin de olması; elbet anlamın kavranmasında çok olumsuzluk etkisi oldu. Ama Eylüle girerken de “Barış günü”!

Sadece Sadece Son dönemin aynasına bakın: >Ortadoğu kan gölünden nehire dönüştü; Ortadoğu ortaçağ yöntemli kafa kesmeler de normaleşti. Ukrayna da resmen rekabetin sistemsel tırmanan başka bir bölgesel savaşın oynu oynanıyor. Kapitalist sistemin krizi, ezilenlerin hatta karşıtların kırılması ile kendini yeniden üretmeye çalışıyor. Asya Pasefik gerilimi veya Afrika taplosu artık gündemden düşürülen öteki savaş yöntemli yaşamlar oluyor. Üstelik sistemin kendisi rekabet ve krizlerle bölgesel savaşlarla Pazar kazanma temel siyasetinin uygulayıcısı! Fakat; bu oyunu yazanlar, dönüp de bize de “Barış gününde barış dileyecekler”!

Eylül Sonbaharın habercisi ama; siaysal yeni ısınmanın da adımalrının haykırıldığı ay gibi olacağına da benziyor. Unutmayalım ki; Eylülün tarih listesi çok karanlık! Sayalım mı: “6 7  Eylül olayları* 11 Eylül hem Şili Alyande katliyamı, hem de Amerikan kule saldırıları ile şimdilerde uygulanan siaysetin tetikleme tarihi* 12 Eylül Türkiye darbesini söylemeye gerek var mı? Ayrıca şimdilerde iyice silikleştirilen Filistin hareketinin ürdündeki Kara Eylül katliyamı da” bu ayın akla gelen hemen ilk örnekleri! İsterseniz 1  Eylül ile odaklaşalım: Erdoğanın adamıza gelmesi* Barış günü* Kadafi Lipya devrimi desem yeterli gündem olayı olmaz mı?

Ağustos bunaltısı ile kafamız dolarken; Eylül galiba daha ilk günden çok ağır geliyor. Kıbrıslı olup de ilgisizlik ile cihalete oynayıp, her şeyi büyüklerimize brakarak iş daha kolay olmaz mı? Hele gelecek rant ve yalaka yapma zemini de varsa! Erdoğan geldiğinde birileri “acaba burada beni sayraya göndertecekmi” beklentisi yok mu? Bakın birielri daha buna yatırım yaparken; “iranda istenilen kılığa girmedi mi* Kliridisin cenazesine katılmayı dahi elçiliğe sormadı mı* Dün partisini de öteleyerek, kendinin tarafsız olrak yeniden saray hesabı yapan zat; şimdi çaresizleşince partisine dönüp destek istemiyor mu* Hepsi birağızdan AKP işbirlikci yalaka yarışına girmediler mi* AKP acentası, AKP ye oy vereceklerini, kendilerinin heycan duyduklarını, durmadan Türkiye yolculukları ve buradaki demeçlerle” resmen imaja ve yağ kıyağına girince; geriye bize neyazacak kalıyor! Ama Erdoğan geliyor ve Türkiye siasyetindeki gücü ile burada ondan beklentili kesimin de rüyalarına nasıl gireceği de sorularla doludur! Ama şu Anastasiyadis de çıkıp “Erdoğandan beklentilere” girmesine de nedemeli? Elbet siz çözemezseniz ve artık öğrendiğiniz yalaka ile iktidarlaşırsanız bunun da aynadaki resmi birbaşka oluyor!

Erdoğan Kıbrısa geliyor. Siz yazıyı okurken de gelmiş oalcak. Ne ıŞİD yeni kanıtları, ne toslayan Ortadoğu gerçeği, ne Kıbrısda yaptıkkalrının zeresini duymayacağız. Belki buradan da Türkiyeye mesajlar çatlatacaktır. Hele şu Yargıtay açılış durumu! Elbet Türkiye işbirlikcilerinin ruhiyesini de yaşayacağız. Hele Erdoğanın “paralel” dedikleri ile de işbirliği olanlar!…. Birbaşka Erdoğanlaşacaklar! Bakalım neyin hediyesi ile “Paraleleciden” çok Erdoğancı olma kanıtlanama yalakasına girecekler?

Dedik ya; Eylül adımalrı çok sesli. Bazı duyarlı kesimler dışında da, herkes güne oyup doğal yaşama devam edecek. Kimse olacakları da görmek istemeyecek. Sonra; biz de “değişim* barış” gibi sözlerle kendi kendimize söyleneceğiz! Unutaacağız ki ayni günlerde bizde Tiyatro fesdivali başlarken; Erdoğan Türkiye de tiyatroyu bitirme hamlerlerine çoktan başladı!Anımsamak istemeyeceğiz ki; Dün “iran Cezair olamaz” nutuklarımız, şimdi “hoşgeldine” dek gelişinin sorgusunu da yapmayacağız! Hani kaçış için “bizde tutmazın” da nasıl tutuğuna da bakmak hiç ama hiç yaklaşmak çabamız da olmayacak! Hele işin içinde saray, rant ve bazı hoşagiden sözler de olursa!

Gece olmasına rağmen; yine terlemeye başladım. Daha doğrudürüs konuya girmeden, sıkıntı bastı. Pazartesi Eylül açılımı ile tatilde olacak her şeyin yeniden donukluktan harekete geçeceği gerçeği ile bunaltı arasında sıkışıp kaldım. Etrafda ders alınacak olay çok ve gelecek hamlelerin tehlikeleri dahi; ahalide hala tıs çıkarmıyorsa; çoğu kuruluş hükümetci veya uzaktan gelecek projleri kapma yarışındayken; ben nekadarına değine bilirim? Haydi; sizi daha fazla sıkmadan ve kendinize has uykudan ürkütmeden yazımı bitireyim. Gerçeklerin uçuşacağı, hoş geldin beklenti yalakalrın boğucu ekranlı söylemleri ve arada sorgualamalrın “marjinal” ile kötülenmek istendiği Eylülün adımalrına artık hoş geldiniz!

- Advertisement -spot_img
- Advertisement -spot_img
5,999BeğenenlerBeğen
796TakipçilerTakip Et
1,253TakipçilerTakip Et
334AboneAbone Ol

yazılar

Yeniçağ Podcastını dinleyin