Birkaç gün önce İtalyan Dışişleri Bakanı ve AB’nin Dışişleri Temsilciliği’ne yeni atanan Sn. Federica Mogherini Avrupa Parlamentosu’nun Dış ilişkiler heyeti önünde İtalya’nın AB dönem başkanlığının programını açıklayan bir konuşma yaptı.
Bu konuşmasının ilk bölümünde Filistin sorunu, Ukrayna krizi ve IŞİD’in ele geçirdiği yerler ile ilgili dünya çapında yankı uyandıran konulara değindi. Ayrıca Suriye ile Türkiye’nin kendi bölgelerinde ayrı ayrı oynadıkları roller hakkında kısa bir değerlendirmede de bulundu.
Avrupalı ve Kıbrıslı parlamenterlerin yönelttikleri sorulara rağmen, Mogherini’nin bu konuşmasında Kıbrıs sorunundan hiç söz etmemesi beni hiç şaşırtmadı. Çünkü Kıbrıs sorununun artık kimseyi rahatsız etmediğini şahsen çok iyi biliyorum. Protestolarımızdan ve hatta (şahsım dâhil) protestoculardan artık kimse rahatsız bile olmuyor. Kulaklar adeta kapatılmış.
Sn. Mogherini, sadece dolaylı bir şekilde, Türkiye’deki siyasi reformların üyelik müzakereleriyle bağlantılı hale getirilmesinin ve yeni Türk hükümetinin de tutumuna göre yeni başlıkların açılması konusunun yeniden gözden geçirilmesinin gerektiğinden söz etti.
Ancak gerek Sn. Mogherini’nin gerekse AB’nin diğer elemanlarının Kıbrıs sorununu görmezden gelmeleri nihayetinde bizim tarafımızdan çok ciddi bir biçimde değerlendirilmelidir. Çünkü Kıbrıs sorunundan söz edilmemesi her ne kadar önemsenmiyorsa da, yöneltilen ilgili soruların yanıtlanmasından açıkça ve alenen kaçınılması son derece önemlidir.
Bir İngiliz parlamenterin konuyla ilgili müdahalesi üzerine, Sn. Mogherini sadece, bölgedeki doğal gaz yatakları ve doğal gazın Avrupa’ya taşınması gibi yeni öğeler nedeniyle bazı gelişmelerin yaşanmasının olası olduğu görüşünü dile getirdi.
Bizim ne yapmamız gerekir sorusuna gelince: Aradan geçen 40 yıl çok uzun bir süredir. Bu gidişat sürerse 140 yılı da bulabilir. Bunun için derhal harekete geçmeliyiz. Kanımca “dramatik” bir olay meydana gelmezse Kıbrıs sorunu çözümsüz kalacak ve adanın taksiminin önüne geçilemeyecektir.
Tırnak içine aldığım “dramatik” kelimesiyle, “dramatik” bir olay derken, elbette ki kesinlikle bir savaşı kastetmiyorum. Kimileri “dramatik” olay olarak, Türkiye’nin AB’ye üyelik müzakerelerinde başlıkların tümünün önünü tıkama kararı almamız gerektiği şeklinde algılıyorlar ve böylece Türkiye’nin bedel ödeyeceğinden söz ediyorlar. Ancak bizzat Juncker’in önümüzdeki beş sene içinde AB’nin genişlemeyeceğini açıkladığı koşullarda, hangi bedelden söz edilebilir? Tabi yukarıdaki görüşü savunanlar Komisyon’un yeni başkanı Juncker’in bu sözlerini duymazlıktan geliyorlar.
Diğer yandan, başkaları ise, buna tersten bakıp, tarafımızdan yeni başlıkların açılmasının böylesi “dramatik” bir olayı yaratabileceğini düşünüyorlar! Ama böylesi bir hamlenin başarılı olacağı ne malum? 40 yıldır Türkiye’nin liderleriyle temas kurma yolları bulmayı niçin başaramadığımız sorusuna hangi yanıt verilebilir? Sn. Erdoğan Kıbrıs Cumhurbaşkanı tarafından kendisine gönderilen mektubu almadığını söylemedi mi zaten? Ancak ben temas kurma yollarının var olduğuna inanıyorum. Avrupa Parlamentosu’nun koridorları böyle olanaklarla doludur.
Başka birileri ise, (sondajının ne zaman yapılacağı belli olmayan) doğal gazı çıkartmaya teşebbüs ettiğimizde doğması olası krizin beklenmesi gerektiğinden söz ediyorlar.
Ancak her halükarda, derhal bir şeyler yapılmalıdır. Aksi halde siyasi sorunumuz, şu anda olduğu gibi, karşılıklı olarak yapılan siyasi açıklamalara ve köşe yazılarına konu olmakla sınırlı kalmaya devam edecektir. Sn. Cumhurbaşkanı’nın bu konuda bitap düşene kadar kafa yorması gerektiğine ve bunu yapmasının şart olduğuna inanıyorum. Eğer bu yapılmazsa, tekrar Cumhurbaşkanlığı seçimleri olacaktır ve o zaman ya kendisi ya da başkaları yeni ümitler üretmeye çalışacaklardır.
Takis Haciyeorgiyu – Kıbrıs/ Avrupa Parlamenteri