iktibasFoti BenlisoyIŞİD, ABD ve AKP’ye dair muhtelif galat-ı meşhur - Foti Benlisoy
yazarın tüm yazıları:

IŞİD, ABD ve AKP’ye dair muhtelif galat-ı meşhur – Foti Benlisoy

Yeniçağ podcastını dinleyin

fotibenlisoy“Galat-ı meşhur lugat-ı fasihten evladır” demişler. Yani kabaca, yaygınlık kazanmış, dille bütünleşmiş bir yanlışın düzeltilmesi çok da gerekli değildir; böyle bir yanlış doğruya yeğ tutulabilir anlamında bir deyim. Bu deyişi öyle içselleştirmişiz ki siyasal mülahaza ve tartışmalarımızda bazen yanlış olduğunu bile bile galat-ı meşhurlara sığınmaktan çekinmiyoruz. Bazen ajitatif gayelerle, bazen de kendi fikri tembelliğimizin gerekçesi olarak galat-ı meşhurlara müracaat ediveriyoruz. Bu kısa yazı, Britanya Hindistan Ofisi’nin 19. yüzyılın ortalarında “Ortadoğu” demeye başladığı coğrafyadaki gelişmelerle alakalı olan ve sohbette, toplantıda ya da eylemde sıkça karşımıza çıkan galat-ı meşhurların bir seçkisinden ibaret. Başlayalım:

1-      ABD IŞİD vasıtasıyla bölgeyi yeniden dizayn ediyor: Google’a IŞİD ve dizayn kelimelerini birlikte yazınca toplam (dile kolay) 111.000 sonuç geliyor. Bu “dizayn” sözcüğü tedavüle nasıl girdi, nasıl bu kadar yaygınlaştı gerçekten bilmiyorum. Konu Ortadoğu olunca analiz babında tumturaklı bir söz söylemek isteyen hemen herkes bu kelimeyi birkaç kez cümle içinde kullanmak ihtiyacını duyuyor. Bölgede kuş uçsa “dizayn” diye cevabı patlatır olduk. Bizde bu dizayn hevesi varken kaba bir hesapla son on senede Ortadoğu beş altı kez dizayn edilmiş olabilir ki bu iki seneye bir dizayn anlamına gelir. 2011’de medya tabiriyle “Arap Baharı” olur dizayn denir. Tunus ve Mısır’da Müslüman Kardeşler iktidara gelir dizayn denir. Sonra bunlar iktidardan düşer gene dizayn olur. Bölge de ABD de “dizayn manyağı” oldu desek yeridir. Şaka bir yana, ABD IŞİD “vesilesiyle” Ortadoğu’yu yeniden ve bir kez daha dizayn ediyor, “krizi fırsata çeviriyor” filan değil. Aksine, IŞİD’in yayılması, ABD’nin 2003 sonrası (IŞİD’le beraber moda olan tabirle) “Levant” politikalarının iflası anlamına geliyor. Daha net bir formülasyonla, IŞİD’in yükselişi karşısında ABD (an itibariyle), bırakın dizaynı, aksiyoner değil, reaksiyoner, yani tepki veren konumunda.

2-      ABD IŞİD’i kullanarak bölgede kendi işine gelen bir kaos ortamı yaratıyor:Meşhur “kaos kuramıyla” uzaktan yakından alakası olmayan bu kaos teorisine göre ABD her durumda Ali’yi Veliye, Veli’yi de Ali’ye düşürüp arada parsayı topluyor. “Böl ve yönet” Roma İmparatorluğu zamanından beri (divide et impera) revaçta olan bir emperyal siyaset biçimi elbette. Ancak buradan hareketle her koşulda küresel hegemon gücün (ABD diye okuyun) “kaos” peşine düşeceği sonucuna ulaşmak abes. Daha sofistike versiyonlarında Naomi Klein’ın “felaket kapitalizmi” argümanının (tabir hoş görülsün) boku çıkarılmış bir şekli olan bu sava göre ABD, Ortadoğu’nun merkezinde küresel cihat hareketi için bir cazibe merkezi haline gelen bir “hilafetin” oluşumundan “kaos yaratır” diye bahtiyar oluyor; öyle ki utanmasa (ya da çekinmese) neredeyse zil takıp oynayacak.

3-      IŞİD bir taşeron örgüt: Bu başlıkta versiyon çok. IŞİD ABD’nin, İsrail’in, Suudilerin, Türkiye’nin, Katar’ın teker teker ya da hepsinin birden taşeronu olarak görülüyor. Dikkat edin: 3. maddeyle 1. madde arasındaki rabıta aşikâr. Ortada bir dizayn (proje) varsa neoliberal devirde bunun bir alt müteahhite ihale edilmesinden doğal bir şey olamaz. İşte IŞİD bu alt müteahhidin adından başka bir şey değil. IŞİD’i yaratan somut siyasal ve sosyal bağlamı bir kalemde es geçmeyi sağlayan bu büyülü kelime, fikri tembellik kadar bir ferahlamaya da sebep oluyor. IŞİD’i kendi öznelliği ve (yine moda tabirle) “ajandası” olmayan bir kukla olarak düşünmek, onun yayıldığı hızla söneceği yanılsamasını (kolaycılığını) besliyor.

4-      ABD IŞİD’e dönük bombardımanıyla esas olarak Esad rejimini hedefliyor:“Sahadaki” gelişmelerle alakası olmayan bir varsayım. Solda Suriye’de ta başından itibaren bir “Libya senaryosunun” (muhalefetin silahlanması ve ardından uluslararası müdahale) söz konusu olacağı beklentisi/kaygısı yaygındı. Oysa Libya değil de Lübnan “model” oldu (yani rejimle muhalefet arasındaki siyasal ihtilafın emperyal ve bölgesel güçler arasında bir jeostratejik çatışma sahasına, bir vekâlet savaşına dönüşmesi). ABD Suriye rejimini bombalamayı, Suriye’deki siyasal ve askeri ihtilafa doğrudan angaje olmayı seçmedi (bunun nedenleri uzun bir tartışma). Seçseydi geçen sene bu zamanlarda kimyasal saldırı iddiası üzerine pekâlâ “düğmeye” basabilirdi, basmadı, basamadı. Bunun şimdi gerçekleşmesiyse çok daha zor. Üstelik sayısız gözlemci, uluslararası koalisyonun hava operasyonlarından, şimdilik de olsa, en kazançlı çıkanın rejim olduğunda birleşiyor.

5-       AKP ile IŞİD “ortaklar”: Oldukça netameli bir başlık. AKP hükümetinin Suriye bağlamındaki hedeflerine ulaşmak adına IŞİD’e belli bir müsamaha gösterdiği, örgütün Türkiye’yi bir ikmal ve rekreasyon alanı olarak kullanmasına izin verdiği, örgüte militan akışına müsaade ettiği, IŞİD’in elindeki önemli bir kaynak olan petrol “ticaretine” göz yumduğu vs. vs. bilinen ve artık sıkça tartışılan gerçekler. Dış basında bu konularla alakalı bir makale ya da haberin çıkmadığı gün yok gibi. Ancak bu kadarıyla dahi “vahim” sıfatını hak eden bu “ilişki”, bir ortaklık-partnerlik değil. Yani AKP ile IŞİD’in (yine o kelime) “ajandaları” arasında fiili çakışmalar olsa da bu ikisi birlikte, ortak bir planlama dahilinde hareket etmiyor. Ne demek istediğimi açmak için Erhan Keleşoğlu’ndan bir alıntıya sığınayım: “Açıkça söyleyelim IŞİD, AKP açısından desteklenecek, ittifak kurulacak bir unsur değildir. İdeolojisiyle, siyasal-askeri stratejisiyle, Suriye İç Savaşı’nda ittifak yapılan Suriyeli unsurlarla çatışması hasebiyle düşman sayılmaktadır. Ancak bu örgüt, koyu mezhepçiliğiyle Şii ağırlıklı Irak merkezi hükümetinin ve laik PKK’nin de düşmanıdır. Bu iki grup aynı zamanda AKP tarafından da hasım görülmektedir. Bu bağlamda IŞİD’le karmaşık bir ilişki söz konusudur; zaman zaman düşmanlar içerisindeki ehven-i şer görülebilmektedir.” Yani Türkiye açısından Bağdat hükümetini ve özellikle de Rojava’yı sıkıştırdığı oranda IŞİD göz yumulabilecek, fazla belli etmemeye çalışılarak sırtı sıvazlanabilecek bir örgüt IŞİD. Ama o kadar. Erdoğan’ın son “u dönüşünün” de gösterdiği gibi, Türkiye’nin IŞİD’le ABD’nin (Batı blokunun diyelim) kırmızı çizgilerini ihlal eden bir “kader ortaklığına” girmesi mümkün değil.

6-      AKP ABD’nin taşeronu (“BOP eşbaşkanı”): AKP’nin ABD’nin “taşeronu” sıfatıyla Suriye politikasına şekil verdiği, şimdi unutmuş görünsek de, yakın zamana kadar solda oldukça popüler bir argümandı. Oysa tam tersine ABD yönetimi bir süredir Erdoğan ve sair AKP kurmaylarını Suriye politikası dolayısıyla alttan alta eleştiriyor ve sıkıştırıyor. Riccardione’nin sözleri ve Kerry’nin “çürük elmalar” çıkışı Türkiye’ye dönük açık ve örtük azarın sadece son örnekleri. Yani AKP’nin Suriye politikası ABD’nin taşeronuna dikte ettiği bir politika filan değil. Taşeron argümanının tersine Türkiye/AKP, Obama yönetiminin Ortadoğu’dan “çekilme” (disengagement) politikasının yarattığı boşlukta bir hareket alanı bulmuş ve bunu kendi emperyal hevesleri için tepe tepe kullanmıştı. Şimdi alttan alta AKP’ye, bu fazla angaje, “militan” politikanın hesabı kesiliyor.

7-      ABD Erdoğan’ın üstünü çizdi: “Reaksiyon” dizisinde “müsteşar” (herhalde Hakan Fidan kastediliyor) “Türkiye NATO konseptinden çıkıyor” gibisinden bir şeyler söylemiş (diziyi izleyenler aktardı). Bu ve benzeri sözler izleyicinin milli gurunu okşar mı bilmem ama (amiyane tabirle) o kadar uzun boylu değil. ABD’nin bir küresel hegemon güç olarak göreli gerileyişi Türkiye ayarındaki bölgesel güçlere Ortadoğu’da daha geniş bir manevra sahası açmış olabilir (bkz. madde 6). Ancak bu, Türkiye’nin ABD karşısındaki “göreli özerkliğini” abartmamızın vesilesi olmamalı. Erdoğan megalomanide Putin’i aratmasa da Türkiye bir Rusya değil. Türkiye kapitalist devletinin Atlantik-Batı-ABD emperyalizmiyle köklü içsel bağı, öyle iki beyanat ve efelenmeyle üzeri çizilebilecek bir şey değil. AKP’nin de zaten buna ne isteği ne de mecali var. Aynı şekilde, ABD açısından da Türkiye bir kalemde yok sayılabilecek bir müttefik değil. Erdoğan paylansa da masada kendisine mutlaka bir yer verilmesi gerekiyor. ABD’nin Rojava’ya dönük sakınımlı tutumu mesela, Türkiye’yi hâlâ nasıl kayırdığının açık bir işareti.

Netice: Bir iki güne bir tezkere daha meclise gelecek. AKP/Erdoğan’ın “güvenlikli/tampon bölge” fantezisine dur demek, Kobanê’yle aktif bir biçimde dayanışmak, AKP hükümetinin IŞİD’e açtığı olanakları (özellikle Rojava bağlamında) teşhir etmek, ABD müdahalesinin mezhepçi şiddeti durdurmak yerine kışkırtacağını hatırlatmak… Tüm bunları ve daha fazlasını yaparken galat-ı meşhurlara sığınmak işimizi kolaylaştırıyor görünse de bizi zaafa uğratıyor. Siyaseten sadeleşmeye/berraklaşmaya elbette ihtiyaç var ama unutmayalım sadelik de berraklık da basitleştirme ya da indirgemecilik değil, olmamalı.

- Advertisement -spot_img
- Advertisement -spot_img
5,999BeğenenlerBeğen
796TakipçilerTakip Et
1,253TakipçilerTakip Et
325AboneAbone Ol

yazılar

Yeniçağ Podcastını dinleyin