yaklaşımlarHalil PaşaYaklaşan "toplum lideri" seçimleri üzerine - Halil Paşa
yazarın tüm yazıları:

Yaklaşan “toplum lideri” seçimleri üzerine – Halil Paşa

Yeniçağ podcastını dinleyin

halilpasaKISA BİR TARİHÇE:

1960 yılında yeni kurulan Kıbrıs Cumhuriyeti’nde, Makarios, rakibi John Klerides’ten daha çok oy alarak, sadece Kıbrıslı Rumların değil, aynı zamanda Kıbrıs’ta yaşayan Türklerin, Maronitlerin ve Ermenilerin de Cumhurbaşkanı olarak seçilir.

Anayasa gereği “seçilen” Dr. Küçük de, Kıbrıs Cumhuriyeti Anayasa’sı gereği, tüm Kıbrıslıların Cumhurbaşkan Muavini olmuştu.

Bildik mevzudur; Kıbrıslırumların o yıllarda öne çıkan Enosis istekleri dolayısıyla, ne yazık ki Dr. Küçük, bugün bile sanki de, yalnızca Kıbrıslıtürklerin toplum lideri “seçilmiş” gibi bir siyasi algı devam etmektedir.

Bu arada “seçilen” kelimesini tırnak içine alma nedenimi de yazmış olayım; Dr. Küçük bu makama, Kıbrıslıtürkler arasında, karşısına hiçbir aday çıkarılmadığı için seçimsiz gelmişti de ondan.

1963-74 arası yıllarda Kıbrıslıtürkler Kıbrıs Cumhuriyetinde yapılan seçimlere paralel olarak kendi Cumhurbaşkan Muavinlerini, yani siyasi algılarında, “kendi toplum liderlerini” “seçmeye” (tabii tek aday olduğundan seçime gerek duymadan-hp)devam ettiler.

1963 olaylarından sonra gettolarda toplanan Kıbrıslıtürkler, toplandıkları gettolarda Dr. Küçük’ü ikinci kez ve yine tek aday olarak “seçtiler”.

Bir sonraki “Cumhurbaşkanlığı Muavini seçimi” aslında Kıbrıslıtürk liderin kim olacağı konusundaki “seçimsiz seçimin” arkasındaki otoriteyi açıkça ortaya koyması bakımından hayli ilginçti.

Görünürde Kıbrıslıtürk lider demokratik bir şekilde aday olan ve karşısına başka aday çık(arıla)mayan liderlerini, otomatik olarak seçmiş oluyorlardı.

Olası rakip adaylar ise, “milli birlik ve beraberlik” zamanı olduğu gerekçesiyle “ikna” edilmeye olmayanlara ise “anladığı dilden” konuşarak “toplum lideri” seçimsiz hallediliyordu.

Ancak perde arkasında nelerin döndüğü, Orgeneral ve aynı zamanda dönemin Özel Harp Dairesi başkanı Kemal Yamak’ın yıllar sonra bir kitapta toplamış olduğu anılarını yayınlamasıyla çok daha net bir şekilde ortaya çıktı.

Orgeneral Kemal Yamak’ın hatıralarını yayınladığı kitapta, Denktaş’a karşı üçüncü kez toplum lideri seçilmek üzere Ankara’ya kadar giden Dr. Küçük, dönemin Özel Harp Dairesi Başkanı tarafından gayet soğuk karşılanmış ve kendisine 1973 seçimlerinde aday olmaması gerektiği, diplomatik nezaketten oldukça uzak, askeri bir dille bildirilmişti.

ÖHD Başkanı Org. Yamak: “Seçime girmiş ve seçilememiş bir Cumhurbaşkanı olarak ayrılmak sizin tercih ve takdirlerinize bağlıdır Sayın Küçük.”

Ve Dr. Küçük adaylıktan çekiliyor.

Böylece 1973 yılında Denktaş tek başına aday oldu ve “seçildi.”

Türkiye’nin 20 Temmuz 1974 askeri müdahalesi yapılırken Denktaş, sadece Kıbrıslıtürk cemaati tarafından kabul gören Kıbrıs Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Muavini’ydi.

Sonrasındaki yakın tarihimize bir göz atalım isterseniz.

1975 yılı Kurucu Meclis yıllarıdır.

KTFD Anayasası yapılır ve BM’nin bugüne kadar “Türkiye’nin bir alt yönetimi” olarak benimseyeceği, KKTC örgütlenmesine kadar gelinir.

1974-75 yıllarında siyasal partiler kurulur. Milletvekilliği seçimleri yapılır, meclis oluşur ve bu arada BM’nin Kıbrıs görüşmelerinde, “Kıbrıslı Türk cemaatini temsil ediyor” olması hasebiyle uluslararası siyasi jargonda “toplum lideri” sıfatıyla tanımlayabileceğimiz, bizdeki karşılığı “Cumhurbaşkanlığı” olan, seçimler yapılır.

Böylece Kıbrıs Sorununa bir çözüm bulununcaya kadar, adanın Kuzeyinde, yukarıda anlatıldığı gibi, BM ve Uluslararası diplomasideki karşılığı Türkiye ile ilişkilendirilerek düşünülecek olan, önce Kıbrıs Türk Otonom Yönetimi, sonra KTFD ve nihayet bugün itibarıyla devam etmekte olan KKTC isimli siyasi örgütlenme oluşturulur.

O gün bugündür adanın kuzeyindeki bu siyasal yapı devam etmektedir.

 

1974 SONRASI İLK TOPLUM LİDERLİĞİ VE İLK GENEL SEÇİMLER:

1976’da baskın ve acele bir seçimle Denktaş’ın Kıbrıs Türk cemaatinin lideri bir bakıma tazelenmiş oldu. Yapılan seçime, kurucusu olduğu UBP’nin adayı olarak katılan Denktaş %76 oy alırken, CTP’nin kurucularından Berberoğlu % 23 oy aldı.

1976 yılında, yeni kurulan siyasal partilerin katılımıyla yapılan ilk genel seçimlerde ise, UBP %54 oy alır. Böylece Denktaş’ın da kurucusu olduğu bu merkez sağın partisi, uzun yıllar, önemli bir kısmı tek başına olmak üzere, “Kuzey Kıbrıs’a en çok hükümet eden parti” serüvenine de adımını atmış olur.

Diğer partiler ve aldıkları oylar sırasıyla TKP %20, CTP %13 ve HP%12’dir.

1976 ilk genel seçimlerden 1985 yılında gerçekleşen üçüncüsüne kadar, genellikle solda en çok oyu alacak, en çok vekil ve belediye başkanına sahip parti olan TKP, 1976’da “toplum lideri” yarışında yoktu.

İşin ilginci Denktaş UBP’den, %22 daha çok oy alarak toplum lider seçilmişti. Bunun anlamı, UBP’ne muhalif olan, sol partilere oy veren bir kısım seçmenin, liderlik seçimlerinde oylarını Denktaş’a vermiş olmalarıydı.

 

1981 YILI LİDERLİK VE MİLLETVEKİLİ GENEL SEÇİMLERİ

1981 yılındaki genel seçimler, Kıbrıstürk solu için bir dönüm noktasıdır.

Neden?

Anlatalım…

1981 seçimi öncesinde, sağcıların kurduğu bir parti olan DHP, eğer yeter sayıda vekil çıkaracak olurlarsa, TKP ve CTP ile hükümet kurmak için önceden anlaşır ve bunu ilan eder.

Seçimler sona erip de oylar sayıldığında, bu üç partinin çıkardığı vekil sayısı, hükümet kurmak için yeterdir.

Ancak Lefkoşa’daki TC Elçiliği bu üç partinin olası hükümetini engellemek için anında devreye girer. Bu arada unutmadan yazmış olalım, o yıllarda Türkiye’de siyasal partiler kapatılmış, parlamento feshedilmiş, iktidarı darbeyle devralan 12 Eylül askeri cuntası, hapishanelerde çoğu solcu olmak üzere on binlerce gence işkence tezgahlarından geçirmektedir. Darbecilerin olası bir gazabına uğramaktan korkan DHP, TC Elçiliğinin baskıları karşısında geriler ve verdiği sözden vazgeçer. Ve iki sol parti ile değil de, Denktaş’ın bastırması ve TC Elçiliğinin “ricası”, 12 Eylülcülerin derin devletinin “milli birlik ve beraberlik” nasihatleri üzerine, UBP ile “Ulusal Birlik Hükümeti”ni kurar.

Bu siyasi gelişme, sadece toplum liderliği seçiminde değil, siyasal partilerin katıldığı milletvekili seçimlerinde de, Ankara’nın kendisiyle en küçük bir siyasi uyumsuzluk gösterebilecek partilerin hükümete gelmesini engellemeyi sürdüreceğini göstermesi bakımından ilginçtir.

1981 yılı, Kıbrıs’ta iki sol partinin (TKP-CTP), Ankara tarafından hükümete gelmesine müsaade edilmeyeceği yönünde kamuoyunda güçlü bir siyasi algının oluşmasına yol açar.

Aynı yıl UBP’den “Cumhurbaşkanlığı” seçimine katılan Denktaş oyların %51’ini toplarken, TKP’den Ziya Rızkı %30 ile ikinci en çok oyu alır. CTP’den Özker Özgür %13, DHP’nin adayı emekli general H. Tanyar ise %4’de kalırlar.

Ancak 1981 liderlik seçimlerinde ortaya çıkan bu sonuç hala tartışmalı ve şaibelidir. O günlerde Denktaş’ın Ziya Rızkı ile ikinci tura kalmadan ilk turda kazanması için son anda bazı sandıkların değiştirildiği, bunun için de 12 Eylül askeri rejiminin kendine yakın resmi kişileri devreye soktuğu dedikodularıyla çalkalanıp durmuştu Kıbrıs’ın Kuzeyi.

Nitekim yıllar sonra Annan Planı tartışıldığı günlerde, 12 Eylül cunta lideri Kenan Evren’in, “biz Denktaş Cumhurbaşkanlığına devam etsin diye KKTC’nin kurulmasına razı olmuştuk” demesi, o yıllarda TC devletine tamamen hakim olan 12 Eylülcü generallerin, Denktaş’ın “toplum lideri” olarak devamı için ellerinden geleni yapmaya nasıl hazır olduklarının da bir göstergesidir.

 

12 EYLÜL CUNTASI VE TC ELÇİLİĞİ DESTEĞİNDE KKTC İLAN EDİLİYOR

1981 seçiminden sonra, 12 Eylül askeri cuntasının olur’unu da alan Denktaş ve UBP, Kıbrıs’ta Türklerin olası bir ayrı devlet ilanına kesinlikle karşı koyacaklarını açıklayan TKP ve CTP vekillerinin kimini “ikna” ederek, direnecek olanları da TC Elçiliğini devreye sokarak korkutup sindirerek, meclisin oybirliğiyle ayrı devlet ilanına gitmesini sağlar.

Bilindiği üzere 15 Kasım 1983 tarihinde KKTC ilan edilir.

Yeni devlet, yeni Kurucu Meclis’i ve yeni Anayasa’yı gerekli kılar.

Anayasa referanduma sunulur ve arkasından yeni devletin kurucusu Denktaş önderliğinde seçimlere gidilir.

 

1985 SEÇİMLERİNE DENKTAŞ İLK KEZ BAĞIMSIZ ADAY OLARAK KATILIYOR

1981 seçimlerine UBP adayı olarak katılan ve “ayva tüyü payı” ile seçilebilen Denktaş, UBP’nin yıprandığını düşünmüş olacak, 1985 seçimlerine bağımsız aday olarak katılır.

Sonuçta Denktaş’ın seçim taktiği (UBP oyları çantada keklik, bağımsız gösükerek ben soldan da oy alırım-hp) tutar ve aynı yıl UBP’nin milletvekilliği genel seçimlerinde aldığı oy oranı %36’yı geçer. Denktaş 1981’den daha çok oy alır ve yine ilk turdan ve %55 oy ile önceki seçimden biraz daha rahat “toplum lideri” olarak seçilir.

1985 seçimlerinde “bağımsız” aday Denktaş %70, CTP’den Özker Özgür %18, TKP’den Durduran %10 oy alırlarken, Arif Hoca ve diğer iki aday Dedeçay ile Kaymak %1 oy’un üzerine çıkamazlar.

1985 yılında 12 Eylül Cuntasından kalma generaller ve TC Elçiliğinin seçimler üzerindeki gölgesi devam etmektedir. Bu durum, Türkiyeli seçmenlere dayanan Yeni Doğuş Partisi’nin % 9 civarında bir rakam ile oylarını artırmasını ve hükümette UBP’ne “koltuk değneği” olmasını sağlar.

Bu arada TKP ile CTP, toplam aldığı oylarda, yüzde olarak nispi bir gerileme yaşarlarken, CTP, 1985 “KKTC Anayasası” referandumunda “hayır” demekle, “evet” çağrısı yapan TKP’den iki daha fazla vekil çıkararak, genel seçimlerde ilk defa TKP’nin önüne geçer.

1985 ilk KKTC genel seçiminde sırasıyla UBP %37, CTP %21, TKP %16, YDP %9, DHP %7, TAP %6, SDP %3.8 oy alırlar.

Bu arada DHP’nin İsmet Kotak, TAP’ın İrsen Küçük ve SDP’nin de Denktaş’ın büyük oğlu Raif Denktaş önderliğinde kurulduğunu ve tümünün de aslında daha önce UBP’de vekillik ve hatta bakanlık yaptıkları göz önüne alındığında “sağ”ı temsil ettikleri söylenebilir.

Sonuçta sağda yeni kurulan bu siyasal partiler, UBP’de bir miktar oy düşüşü yaratmış olsalar da, kendilerine 1 milletvekili çıkaracak kadar bir oy yüzdesine ulaşmaları mümkün olmaz.

“Denktaş’ın UBP ile arasının ilk defa açılmaya başladığı tarih de 1985 seçimleri sonrasına denk düşer” dersek yanlış yazmış olmayız sanırım.

 

1990 SEÇİMLERİNİN ÖNEMİ

1990 yılında Kıbrıs’ın kuzeyi, gerek toplum liderliği ve gerekse milletvekili seçimleri öncesinde ve sonrasında, hem Kıbrıs Türk solu ve hem de Kıbrıs Türk sağı açısından çok ilginç deneyimlere sahne olur.

1990 yılına gelindiğinde, 1976’da başlayan genel seçimlerin üzerinden on dört yıl geçmiş, Denktaş, 1974 öncesinde olduğu gibi Türkiye derin devleti ve hükümetlerinin desteği ve seçmenin de oylarıyla her defasında lider seçilmiştir. Aynı şekilde Denktaş’ın kurucusu olduğu UBP’de, ya tek başına, ya da bir küçük koalisyon ortağı ile hep hükümet olagelmiştir.

1974’den bu yana üç seçim dönemidir, bir türlü UBP’siz bir hükümetin kurulamamış olması, iki sol parti (TKP-CTP) saflarında büyük hayal kırıklıkları yaratmıştır.

Türkiye’nin Kıbrıs’a askeri müdahalesine denk düşen ve Ecevit’in CHP’yi “demokratik sol” ilan ettiği ve İslamcı Erbakan ile koalisyon hükümetindeki başbakanlık dönemi bilindiği üzere Kıbrıs’a gerçekleştirilen askeri müdahaleden kısa süre sonra sona erer. Sonrasında yapılan seçimlerde CHP en çok oyu almış olmasına rağmen, hükümet kuracak sayıya ulaşamaz… Buna karşılık Demirel liderliğindeki Milliyetçi Cephe hükümetleri 12 Eylül askeri darbesine kadar sürer ve devamında da Özal’ın ANAP hükümetleri döneminde, “Muhafazakar-Milliyetçi-İslamcı” yönetimlerin uzun erimli hakimiyet dönemleri devam edegelir…

1990’a gelindiğinde Türkiye solu ve dönemin gençliği özellikle 12 Eylül faşist askeri darbesiyle ezilmiş, bir çeşit soykırıma uğratılmıştır. Kıbrıslıtürk solu ise Türkiye solundan daha şanslı çıkmış, 12 Eylül’den büyük yaralar almadan en, azından kendi ülkesinde politikayla bağını kesmeyerek, kendini a-politikleşmekten koruyabilmiştir.

Bu arada 12 Eylül darbeci generallerinin, TC derin devletinin TC hükümetleri ile TC Elçiliğinin siyasi desteklerinin, henüz devlet tekelinde olan Türkiye radyo televizyonları ve günlük gazetelerinin Kıbrıs’ta Denktaş ve UBP’ye açık destek veren yayınları devam edip durmuştur. Dolayısıyla 1974-2002 arasında Kıbrıslıtürk solu (TKP-CTP) kendisini hep yalnızlaşmış, adanın Kuzeyinde kapana kısılmış ve Ankara’nın “üvey evladı” hissetmiş midir?

Sanırım…

 

ADAYA TAŞINAN TÜRKİYE KÖKENLİ NÜFUS NEDEN SAĞ’A OY VERDİ?

Türkiye’nin 20 Temmuz 1974 askeri müdahalesinden kısa süre sonra, muhafazakar-ırkçı-İslamcı siyaset ve ideolojinin, Demirel, Erbakan ve Türkeş ittifakında Milliyetçi Cephe (MC)koalisyon hükümeti olarak Türkiye’de sürmüş olması, o yıllarda adaya taşınan Türkiye kökenli nüfusun hepsi değilse de önemli bir kısmının oylarının rengini etkiledi.

Denktaş’ın yakın çevresinden olan ve o tarihlerde bakan olan İsmet Kotak, müsteşarı Hakkı Atun vb. siyasetçi ve bürokratların nüfusun taşınmasında yetkili olarak görev aldıkları düşülecek olursa…

Böylece 1974 sonrasında adaya göç ettirilen Türkiyeli nüfus’un oyları, seçim dönemlerinde Denktaş ile UBP lehine kolayca kanalize edilebildi mi?

Sanırım…

 

KIBRIS “SOL”U, TÜRKİYE KÖKENLİ NÜFUSUN OYUNA TALİP OL(A)MADI…

Türkiyeli nüfusun adaya bizzat Denktaş’ın çevresindeki sağ-milliyetçi kadrolar tarafından taşınmış olması, aynı zamanda ilginç bir siyasi gelişmeye de sahne oldu adanın Kuzey yarısında.

Bu ilginçliği şöyle açıklamak mümkün…

Dışarıdan göç alan batılı ülkelerde, “göç eden nüfusa karşı milliyetçi-muhafazakar sağ partiler genellikle soğuk, buna karşın sol partiler daha sıcak davrandığı için göçmenler de bu ülkelerde daha çok sol partilere oy verirler”.

Kıbrısın Kuzeyinde ise bunun tam tersi bir siyasi olay yaşanır.

Şöyle ki Türkiye’den adaya (tabii bir askeri müdahalenin sonunda-hp) gönderilen bu “göçmen nüfusa”, sağcı, ırkçı ve milliyetçi partiler değil de, aksine sol cenah karşı çıkar.

TKP ve CTP, bir yandan Denktaş’ın nerdeyse kaydı hayat şartına bağlayacak kadar uzamış olan toplum liderliğinden, diğer yandan da her seçimde UBP’nin hükümete getirilmesinden; adaya taşınan Türkiyeli oyları da sorumlu tutar.

 

DENKTAŞ VE UBP, YALNIZCA ADANIN “TAKSİM”İ İÇİN DEĞİL, KENDİ KİŞİSEL VE ÖRGÜTSEL ÇIKARI İÇİN DE TÜRKİYELİ NÜFUSU OY DEPOSU OLARAK KULLANIYOR.

Böylece Denktaş ve UBP, sadece Türkiye derin devletinin Kıbrıs’ın istirdat’ı planının uygulanması için değil, ama aynı zamanda “daha çok Türkiyeli’yi vatandaşın kendilerine daha çok oy” getireceğinden hareketle, Türkiye’den nüfus göçünü ve göç edenlere vatandaşlık vermeyi daha da özendirecek politikaların öncülüğü yaparlar.

Türkiye’den adaya taşınan ve genellikle yoksul köylüler ve işçilerle bir miktar zanaat erbabından oluşan bu nüfusa, ileride UBP’nin siyasi kadrolarını oluşturacak, Denktaş taraftarı siyasetçi ve bürokratlar tarafından, güneye göç eden Rumların bahçe, arazi ve konutlarının dağıtılması, yapılan ilk seçimlerde Kıbrıs sağına “büyük oy avantajı” sağlar.

Sol ise, hem “TAKSİM” politikasına karşı çıkmak, hem de azınlığa düşüp cemaat olarak kimlik kaybına uğrayabileceği endişesiyle, Denktaş ve UBP’nin değirmenine oy taşıyan Türkiye kökenlerin alelacele vatandaş yapılmasına şiddetle karşı çıkarlar.

 

TKP VE CTP’nin DMP SERÜVENİ

“Anti Denktaş, anti UBP” siyaseti, Ecevit’in “Ne Ezilen Ne Ezen, İnsanca Hakça Bir düzen” sloganı ve adada “federal bir çözüm” politikası altında kümeleşen TKP ve CTP, ileride Ecevit’in de, Denktaş ve TC derin devletinin Kıbrıs politikasını benimsemesiyle büyük hayal kırıklıkları yaşar.

İlerleyen yıllarda ganimet azalır. Kendinden olmayanlara karşı giderek sertleşen ve “devlet olanaklarını”, “hep bana rab bana” düsturuyla taraftarlarına yontan UBP hükümetlerine karşı, TKP ve CTP, çareyi Kıbrıs Türk sağı ve Türkiye kökenlilerin kümeleştiği YDP ile bir “seçim partisi” kurmakta görür. Bu amaçla UBP’den kopmuş isimlerle aralarında fanatik Türk milliyetçilerin de bulunduğu adaylar, TKP, CTP… Hepsi de ortak bir çatı altında birleşerek 1990 seçimlerine Demokratik Mücadele Partisi (DMP) adıyla katılırlar.

İsmail Bozkurt, sadece sosyal demokratlığına değil, aynı zamanda hem TMT’ciliğine ve hem de Türk milliyetçiliğine vurgu yapılarak, solun-sağın ve Türkiyeli nüfusun adadaki ortak “Cumhurbaşkanı adayı” olarak Denktaş’ın karşısına rakip çıkarılır.

Bu arada yazmış olalım. TKP kurucusu Durduran ile arkadaşları ve partinin sol kanadında nüveleşen Halk-Der grubu, TKP’den atıldıkları için YKP’ni kurulmuşlardır.

YKP, açık kapı bırakılmasına rağmen DMP sürecini reddeder ve seçimlere ayrı katılır.

 

ASİL NADİR MEDYA MADDİ GÜCÜ İLE DEVREYE GİRİYOR.

1990 yılının hemen öncesinde, Asil Nadir, gerek Türkiye gerekse Kuzey Kıbrıs’ta, sanayiden tarıma, turizmden ulaşıma, ticaretten medya’ya, pek çok sektöre büyük yatırımlar yapmıştır.

Denktaş’ın bir konuşmasında “ekonominin komutanı” ilan ettiği Asil Nadir, maddi servetini ve medyasını, 1990 seçimlerinde kendisini bu sosyal rütbeye layık gören Denktaş ve adadaki yatırımlarına kolaylık sağlayan UBP’ne yoğun destek vererek kullanır.

Seçim propagandaları sürerken TC devleti, medyasıyla birlikte bir kez daha Denktaş ve UBP’yi işaret edecek yayınlarına hız verir.

Uzun yıllar Denktaş’a danışmanlık yapan ve sol muhalefet tarafından “non grata persona” ilan edilecek olana Prof. Mümtaz Soysal da, Denktaş’tan yana devreye girer.

Bir önceki seçimlerde ancak %37 oy alan UBP, toplamda %60 civarında oy alan TKP-CTP-DHP-TAP ve Türkiye kökenlilerin partisi YDP’nin birleşmesinden oluşan DMP karşısına, Türkiye siyasi iktidarının ve Asil Nadir’in desteğini alarak çıkar.

O yıllarda Kuzey Kıbrıs’ta Asil Nadir’in finansmanı ile kurulan ve geniş olanaklara sahip araştırma şirketi COMAR, seçimler için geniş kapsamlı bir anket çalışması yürütür. Anket sonuçlarında, yaşlı seçmenin %70’inin milliyetçi-muhafazakar olduğu ve Denktaş ile UBP’ni desteklediği tespit edilir edilmez, Denktaş ve UBP’nin, tüm gücüyle, yaşlı olan kesimin oylarını bir tamam kullanması için gerekli tedbirler alınır. O Mayıs ayında ne kadar hasta, görmez ve ortopedik engelli varsa, seferber olunur ve sandıklara taşınır.

Böylece 1990 milletvekili genel seçimlere katılım oranı %91.5’e çıkar. Bu rakam o yıla kadar Kıbrıs’ın kuzeyinde yapılan genel seçimlerde gerçekleşen en büyük katılım oranıdır.

Toplum Liderliğinde, seçime katılma oranı daha da yüksek gerçekleşir.

Sonuçta, bildik “son gece operasyonları” ile “gör beni göreyim seni” taktikleri, Kıbrıs sağı ile Türkiye kökenlilerin oylarının bölünmesine yeter d artar bile.

Böylece COMAR’ın anketinde seçim öncesinde %51 civarında UBP lehine çıkan araştırma sonuçları, “yaşlı kuşağı sandığa taşıma” ve “son gece operasyonları” ile daha da yukarıya çekilir.

Diğer seçimler gibi 1990 yılı seçimleri de İsmail Bozkurt ve DMP’nin seçim mitinglerinde topladığı kalabalıklar, seçim sonucunu kendi lehlerine çevirmesine yetmez.

Seçimden sonra TKP ve CTP,

1.Cemaatteki “sessiz çoğunluğa” son gece operasyonlarıyla yapılan “yatırımın” ve son anda “mamaya tav olan” önemli sayıda bir seçmen kitlesinin oyunun renginin değiştirdiğini

2.Türkiye siyasi iktidar erkinin, Türkiye medyasını Denktaş ve UBP lehine kullanmasını

3.Kıbrıs’ta matbuattaki son teknoloji ile önemli tiraj artışına giden Asil Nadir’in medya gücü ce maddi gücünün seçimlere müdahalede önemli rol oynadığını ileri sürer ve seçimlere müdahale edildiğini savunur.

Böylece bir kez daha Türkiye’nin işaret ettiği lider ve parti seçimleri kazanırken, medyanın ve paranın seçimleri etkileme gücü de yoğun bir şekilde tartışılmaya başlanır.

 

1990 LİDERLİK SEÇİMİ SONUÇLARI:

22 Nisan 1990 tarihindeki seçime, bağımsız aday olarak katılan Denktaş bu kez 1985 yılındaki gibi %70 oyla değilse de, yine de %66’lık bir oy oranı ile seçimleri ilk turdan farklı bir şekilde kazanır.

İsmail Bozkurt ise %32’ile Denktaş’ın yarısından daha az oy alarak büyük bir hayal kırıklığı daha yaratır.

YKP’nin adayı Durduran ise %1’in biraz üzerinde bir destek alır.

“KKTC Cumhurbaşkanı” ya da “Kıbrıs Türk Lideri” seçimine katılma oranı, genel seçimlerden de öte %93.5 ile rekor seviyede gerçekleşir.

 

1990 MİLLETVEKİLİ GENEL SEÇİMİ SONUÇLARI

16 Mayıs 1990’da yapılan genel seçime üç parti katılır.

UBP, DMP ve YKP.

UBP % 54.7 ile 33 milletvekili çıkarır ve bir kez daha tek başına hükümeti kuracak sayıya ulaşır.

DMP % 44.5 ile 17 milletvekili çıkartırken, YKP % 0.8 oyla baraja takılır.

TKP ve CTP 1990 seçim sonuçlarının adil olmadığından hareketle tekrarını ister.

Aksi halde vekillik için meclisteki yemin törenine katılmayacaklarını açıklarlar.

Ancak TKP ve CTP ile seçilinceye kadar yol arkadaşlığı yapan beş kişi, yemin ederek, meclisteki koltuklarına otururlar. Bunlar, Ergün Vehbi (CTP), Ahmet Kaşif (YDP) Kenan Akın (YDP) İsmet Kotak (eski UBP ve DHP’li) ve Süha Türköz’dür

Böylece dönemin TKP ve CTP liderliğinin Kıbrıs ve Türkiye sağı ile ortaklaşa başlattıkları DMP macerası, günün sonunda ağır bir siyasi yenilgiyle sonlanır.

 

1991 MİLLETVEKİLİ ARA SEÇİMİ SONUÇLARI

13 Ekim 1991’de 12 milletvekilliği için ara seçime gidilir, CTP, TKP, YKP, kısacası Kıbrıslıtürk solu 1991 ara seçimini boykot eder. Seçime katılan 6 partiden UBP 11, Hür Demokrat Parti HDP ise 1 milletvekili çıkarır.

Bu arada yazmış olalım, 1991 ara seçimine katılma oranı %67 ile en düşük seviyede kalır.

 

1993 MİLLETVEKİLİ GENEL SEÇİMİ SONUÇLARI

1993 erken seçimleri öncesinde UBP, partiye hakim olamayan Denktaş taraftarlarının ayrılıp, Demokrat Parti’yi kurmasıyla ikiye bölünmüş olur.

“Dokuzlar” olarak bilinen grup hem istifa edince, erken seçim de kaçınılmaz olur.

Yapılan seçimlerde UBP % 30 ile 17 vekil çıkarırken, Denktaş taraftarlarının UBP’den koparak kurduğu Demokrat Parti (DP) de % 29 oy ile 15 vekil çıkarır. CTP % 24’le 13 vekil, TKP ise % 13 oyla 5 milletvekilliğinde kalır.

UDP, BP ve YKP barajı geçemediği için vekil çıkaramaz.

Seçim sonrasında, DP’nin büyük, CTP’nin küçük ortak olduğu, Hakkı Atun’un başbakanlığında bir koalisyon hükümeti kurulur ve UBP ilk defa ana muhalefet partisi konumuna düşer.

Böylece, ancak Denktaş’ın devreye girmesiyledir ki; ilk defa UBP’nin olmadığı bir hükümet oluşumu sağlanabilmiş olur.

Tabii ki Denktaş toplum lideri kalmaya devam etmek kaydıyla.

Denktaş’ın da teşvikiyle kurulan CTP-DP hükümeti, kısa süre sonra CTP lideri Özker Özgür’ün, “tokmak başkasının elinde, davul bizim boynumuzda asılı” isyanıyla bozulur.

Talat’ın, CTP başkanlığını Özker Özgür’den devralmasıyla, “İkinci DP-CTP koalisyon hükümeti” devri başlar. Bu dönemde, hükümetin başbakanı (Hakkı Atun-hp) dahil hiçbir bakan ve vekilin haberdar edilmediği ve meclis araştırmalarından da hiçbir sonuç elde edilemeyeceği askeriyenin St. Barnabas baskını ile faili günümüze kadar meçhul kalacak, CTP parti yayın organı yazarı Kutlu Adalı cinayeti işlenir.

 

1995 “TOPLUM” LİDERİ SEÇİMİ

1995’te yapılan “cemaat lideri” seçimlerine katılan adaylar, lider seçilmek için gerekli olan %50’inin üzerinde oy oranına ilk turda ulaşamazlar.

UBP-DP bölünmesinden sonra, kuruluşundan bu yana tarihinde ilk defa hükümet olamayan UBP’liler, bölünmenin aktörü olan Denktaş’a, siyasi tarihinde ilk turdan seçilememeyi tattırmış ve bir bakıma rövanşını almış olurlar.

İlk turda sırasıyla, seçimlere bağımsız katılan Denktaş % 40, UBP’den Eroğlu % 24, CTP’den Özker Özgür % 18, TKP’den Akıncı %13, YKP’den Durduran %2 bağımsız Kaymak ile Ergüden ise %1 oy’un altında kalırlar.

İkinci tur seçimlerinde, Türkiye, ağırlığını her zaman olduğu gibi yine Denktaş’tan yana koyar.

İkinci turda yapılan seçimlerde Denktaş %62, Eroğlu %38 oy alınca, Denktaş, ikinci kez, “bu artık son” dediği, ancak bir türlü o sonun da gelmeyeceği Kıbrıs Türk Cemaati liderliğine, yeniden seçilmiş olur.

 

1998 GENEL SEÇİMLERİ:

1998 yılında gerçekleşen milletvekili seçimleri öncesinde CTP yıllardır partinin genel başkanlığını yapan Özker Özgür’ü partiden ihraç etmiş, DP ile kurduğu koalisyon hükümeti döneminde ise pek bir varlık gösterememiş, parti adeta Denktaş’ın gölgesinde kalmıştır.

Özker Özgür’ün yanı sıra pek çok partili de bu siyasi pasiflikten dolayı aralarında imza toplamış ve CTP’den ayrılmışlardır.

CTP’den dışlanan grup, TKP’den dışlanan YKP ile birleşerek solda yeni bir süreci, YBH sürecini başlatırlar.

Solda bu siyasi ayrışmalar ve birleşmeler sonrasında gerçekleşen seçimlerde, oyların partilere göre dağılımı şöyle gerçekleşir:

UBP: %41 oy ile 24 vekil, DP %23 ile13 vekil, TKP %15 ile7 vekil, CTP %13 ile 6 vekil çıkarır.

Ulusal Diriliş Partisi (UDP) %4.5, YBH %2.5, Bizim Parti%1 oy alarak barajın altında kalırlar.

Bu kez önce UBP-DP (D. Eroğlu-S. Denktaş) koalisyon hükümeti kurulur.

Daha sonra UBP-TKP (D. Eroğlu-M. Akıncı) koalisyonu ile yola devam edilir.

 

2000 YILINDAKİ TOPLUM LİDERİ SEÇİMLERİ:

16 Nisan 2000’de yapılan “KKTC Cumhurbaşkanlığı” seçimine 8 aday katılır. Seçimlere bağımsız katılan Denktaş yine en çok oyu alır, fakat yine ilk turdan seçilemez.

Seçim sonuçlarında adayların sırasıyla aldığı oylara gelince:

Denktaş: %44, Eroğlu(UBP) %30, Akıncı (TKP) %12, Talat (CTP) % 10, Arif Hoca (YKP) % 3 ve diğer bağımsızlardan (Levent, Afşaroğlu ve Kaymak) %1’in altında kalırlar.

22 Nisan’da yapılması gereken 2. Tur liderlik seçimi, Derviş Eroğlu’nun çekilmesiyle yapılmaz. Böylece Denktaş yeniden ve fakat seçim yapılmadan toplum lideri olur.

Başbakan olan Eroğlu önceleri, isim vermeden, adaylıktan çekilmesi yönünde kendisine baskılar yapıldığını açıklamaktan kaçınsa da kısa süre sonra ikinci turda aday olmayacağını ilan eder.

Bu arada bir gazeteciye de “arkamda MİT ajanları dolaşıyor” diyerek, ikinci turda Denktaş’ın karşısına aday olarak çıkmayışının asıl nedenini böylece açıklamış olur.

Sonuçta “toplum lideri” seçilmesi için her zaman olduğu gibi derin devleti, hükümeti, medyası, bürokrasisi ve diplomasisi ile Türkiye Cumhuriyeti’nin her türlü maddi ve manevi desteği, bir kez daha Denktaş’ın yanında gerçekleşmiş olur.

 

KIBRIS’TA ANNAN PLANI HEYECANI, ARKASINA AKP RÜZGARINI DA ALINCA…

Kasım 2002’de AKP tek başına hükümet olacak kadar oy alır.

Aynı ay içerisinde, Kıbrıs’ta görüşmelerin her zamanki gibi çıkmaza girdiği bir anda, BM Genel Sekreteri Kofi Annan, Denktaş ve Kleridis’e, Amerika, İngiltere ve AB tarafından desteklenen çözüm planını sunar. Annan Planı, çözüm ile birlikte sadece Güney’in değil, adanın tümünün AB’ne alınmasını garanti etmektedir.

AKP, Annan Planı’na destek verir ve görüşmelerde ayak sürümeye çalışan Denktaş ile çelişkiye düşer. Öte yandan Kıbrıslıtürkler, sol-muhalefetin başlattığı ve giderek sağ’ın da katıldığı Annan Planı lehinde görkemli miting ve gösterilere sahne olmaktadır.

Plan’a karşı çıkan Denktaş, UBP ve DP’lilerin, “Annan Planı karşıtı” mitinglerine katılarak karşılık vermeye çalışır. Türkiye kökenliler bu mitinglerde kalabalık yapmak için köylerden Lefkoşa’ya taşınır. Buna rağmen Denktaş ve sağ cenahın Annan Planı’na destek veren gösterileri, “sol cenah”ınkiler yanında çok sönük kalır.

 

ANNAN PLANI, KIBRIS TÜRK SOLU İLE AKP HÜKÜMETİ’Nİ YAKINLAŞTIRIYOR.

Kurucularının siyasi menşei İslamcılık olsa da, AKP’nin, Denktaş ile ters düşme ve çatışma pahasına Annan Planı ile “Çözüm ve AB üyeliğine” verdiği destek, zaten “sosyalizmin” Berlin Duvarı’yla birlikte “çöküşünün” etkilerini sürdürdüğü o günlerde, kapana kısılmış ve yeni arayışlar içerisinde olan Kıbrıslıtürk sol’u için bir çıkış yolu olur.

Mecliste vekili olan ve olmayan tüm “sol” partiler, yöneticileri, sol eğilimli olan sendikalar ve dernekler… Hepsi de “Bu Memleket Bizim Platformu” (BMBP) çatısı altında birleşir.

Her düzenlenen miting bir öncekini katlayarak artar.

Her gece bir ya da birkaç köyde “barış ateşleri” yakılmakta, Annan Planı lehinde nutuklar atılmakta, katılan göstericilere de “müstakbel çözüm ve AB üyeliği şerefine” ateşi yakan köy sakinleri tarafından ikramlarda bulunulmaktadır.

O günlerde binlerce göstericinin sokağa çıkması için, hani nerdeyse BMBP’nin bir ıslığı yeterlidir.

Kıbrıslıtürk solu, TMT ve EOKA dönemlerinden bu yana, Kıbrıs Sorunu’nun çözümünde, tarihinde ilk defa, bir Türkiye hükümetiyle kendini bu kadar yakınlaşmış hisseder.

Mitinglerde kürsüden yapılan konuşmalarda, Annan Planı’na destek veren AKP’li kurmayların isimleri geçerken alkışlar; Plan’a karşı çıkan CHP’li Baykal’ın ismi geçerken yuh sesleri İnönü Meydanı’nda yankılanır.

 

BMBP; HEM TBMM’de RESMİ KABUL GÖRÜYOR, HEM DE ERDOĞAN İLE GÖRÜŞÜYOR.

BMBP’nin, aralarında iki milletvekili, sendikacı ve sivil toplum örgütlerinin yer aldığı heyeti, Ankara’da TBMM’de iki kez kabul gördü. Her defasında hem AKP, hem de CHP yetkilileri ile Kıbrıs’ta çözüm ve Annan Planı ile ilgili görüşmeler yapıldı.

Her iki BMBP heyeti arasında bulunduğum için başka bir anlatının konusu olsa da, konu açılmışken, o dönemde şahit olduğum birkaç olayı da atlamadan geçmeyim.

TBMM toplantılarında AKP milletvekilleri Annan Planı’na destek verirken, CHP’li vekiller (bildiğim kadarıyla Y. Kepenek, Z. Livaneli ve K. Derviş hariç –hp)Denktaş gibi plana şiddetle karşı çıkıyorlardı.

2003 yılının ilk aylarında, ilk BMBP heyetinin, “siyasi yasaklı” olduğu için henüz vekil ve dolayısıyla da başbakan olamamış AKP başkanı RTE ile makamında yaptığı görüşmede, Erdoğan bir ara Akıncı’nın; “acil bir çözüm gerekiyor, yoksa gençlerimiz adadan göç edecek. Bizim için toprak değil insanımız daha önemlidir” sözlerine birçoğumuzda hayal kırıklığı yaratacak olan şu cevabı vermişti:

Merak etmeyin bizde nüfus çok. Gidenin yerine misliyle göndeririz”.

Bu cevap üzerine uzun masanın etrafında buz gibi bir hava esmişti. Akıncı, sorunun çözümün, Türkiye’den adaya nüfus aktarılmasında değil, acil bir çözüm ve AB üyeliği olduğu mealinde sözler edince, AKP Genel Başkanı RTE’nin makamında umut ve heyecanla başlayan o toplantı, hiç de uyumlu geçmemişti.

Belirtmiş olayım. O yıllarda RTE ile BMBP arasında geçen bu tartışmanın özetini, Akıncı’nın “yayınlanmasın” itirazına rağmen, Afrika gazetesi manşetten duyurmuştu.

Çok da iyi etmişti!.

BMBP’nin ikinci Ankara ziyaretinde TBMM Dış İlişkiler Komisyonu’nda CHP ve AKP’li milletvekillerine hitaben yaptığı “yuvarlak masa” konuşmasında ise, TKP milletvekili Karagil, TC derin devletini, Kıbrıs Sorunundaki siyasi çözümsüzlüğün aktörlerinden Denktaş’a destek vermek, TMT’ni kurmak ve adada bazı Kıbrıslıtürk ilerici ve aydınlara karşı siyasi cinayetlerin işlenmesine karışmış olmakla eleştirmişti. Karagil’e göre, nasıl Türkiye’de siyasi cinayetlere kurban giden ve faili meçhule havale edilen ilerici ve aydınların faillerinin bir kısmı TC derin devleti ile ilişkiliyseydi, Kıbrıs’ta da barışı savunan Kıbrıslı Türk ilerici ve aydınlara karşı işlenen bazı siyasi cinayetlerin failleri de, TMT ve kuruluşunu üstlenen “Özel Harp Dairesi” ile ilişkiliydi.

Dönemin CHP Manisa milletvekili, devletine hakaret edildiğini belirterek, BMBP heyetini protesto için, sandalyesinden kalkmış toplantıyı terk etmeye hazırlanırken; “bu heyette bu konuda aynı düşüncede olmayanlar da vardır”diyerek onu ikna ederek toplantıya geri döndürmek ise, ileride CTP-BG’ye katılarak önce vekil, sonra da bakan olacak bir arkadaşa mı kalır?

Evet aynen öyle olur…

Aynı toplantıda bir sendikacı arkadaş da, BMBP heyetine “size Türklük ve Müslümanlık eğitimi vermek” gerekiyor diyen CHP Yozgat milletvekilini anında tersler.

Ferdi dostumun da hakkını yemeyeyim. O da TC Genel Kurmayına bağlı GKK’nın, o günlerde “Lefkoşa’da Annan Planı lehinde toplanan göstericilerin provoke edilerek Ledra Palace barikatını yıkacakları” mealinde bir yazıyla birlik komutanlarına BMBP’nin mitingini hedef gösteren ve müdahale için birliklerini hazırda tutmalarını emreden yazısını, dönemin TBMM Dış ilişkiler Komisyonu başkanı AKP vekili Mehmet Dülger’e sunar.

Neden yazdım bütün bunları?

Okur, Kıbrıslıtürklerin, Türkiye siyasi hükümet ve iktidarları karşısında illa da ezik davranmak zorunda olmadıklarını, davrandıklarında da öyle “cingar kopmayabileceğini” de bilsin diye…

Çünkü BMBP Ankara’ya gitmezden önce, uzun ve radikal sayılabilecek bu tür konuşmaların yapılamayacağını söyleyen bir vekil olmuştu aramızda…

Hatta bir sendikacı arkadaşımızın yazısını hem uzun, hem de radikal bulup, TBMM’de bu konuşmayı yapmamasını da tavsiye etmişti.

O sendikacı arkadaş, TBMM’de, hem de CHP milletvekillerine hitaben o uzun ve radikal konuşmasını yaptı. Ve hiçbir şey de olmadı…

Şimdi artık burada duralım ve Annan Planı’nın da ters düştüğü dönemin Türkiye siyasi iktidarının, yarım asırdır cemaatinin rakipsiz siyasi lideri olan Denktaş’ı, nasıl bu makamdan ettiğini konuşmaya devam edelim.

 

DENKTAŞ KIZIL ELMA İLE AKP’ne KARŞI ŞANSINI ZORLUYOR:

AKP Başkanı RTE ve dönemin Başbakanı Gül ile ters düşerek, Annan Planı’na karşı çıkmakta ısrar eden ve bunu kamuoyu önünde AKP’ne karşı bir siyasi tartışmaya ve adeta bilek güreşine çevirmekten çekinmeyen Denktaş’a, Baykal’ın başkanlığındaki pek çok CHP’li vekil de destek verir. Sonradan Ergenekon ve Balyoz askeri darbe girişimi planlarıyla hapsi boylayacak olan birkaç ordu ve kuvvet komutanı ve emekli general de, “Denktaş’a destek, AKP’ne göz dağı vermek” suretiyle tartışmalara dahil olmaktan kaçınmazlar. Denktaş’ın siyasi danışmanı Mümtaz Soysal, Ecevit, MHP, Perinçek, Kıbrıs’ta yerleşmediği halde KKTC vatandaşı yapıldığı için eleştirisi konusu yapılan Ankara Ticaret Odası başkanı Sinan Aygün, sağcısı solcusu ile Denktaş’a omuz verirler…

İşi, “Kızıl Elma” (1) adıyla ve Denktaş’ın da katılımıyla, Ankara’da, AKP’nin Kıbrıs politikasına karşı şaşaalı bir gövde gösterisi yapmaya kadar vardırırlar.

Demirel’in Kıbrıs’ta Denktaş’ın “çözümsüzlük de çözümdür” politikasını desteklemek için, Türkiye’deki muarızlarına karşı kullanmış geleneksel savunma olarak kullandığı “ver kurtul” ile “Kıbrıs elden gidiyor” söylemleri bir yanda…

AKP’nin “Kıbrıs’ta çözümsüzlük çözüm değildir”, “Türkiye hükümeti, Kıbrıs sorununun çözümünde, karşı taraftan daima bir adım önde olacaktır” demeçleri diğer yanda…

Karşılıklı nutuklar ve suçlamalar birbirini takip eder.

Türkiye medyası, tarihinde ilk defa, Denktaş’ın da, Kıbrıs Sorunun çözüme engel bir siyasi aktör olabileceğini geniş bir biçimde tartışmaya başlar.

 

2003 MİLLETVEKİLİ SEÇİMLERİ:

Başbakan Eroğlu başkanlığındaki UBP ile “oğul Denktaş”ın DP’sinin, Annan Planı temelinde “çözüm ve AB üyeliği” sürecine karşı çıkarak “baba Denktaş”ın yanında yer almaları, bu partilere oy veren pek çok kişinin, Annan Planı’na destek veren sol partilere yönelmesine yol açar.

Nitekim 14 Aralık 2003 tarihinde yapılan vekillik seçim sonuçları bu gerçeği ortaya çıkarır.

Annan Planı sürecinde sokağa çıkan göstericilerin oylarının büyük bir bölümünü alan CTP %35 ile o ana kadar tarihinde en çok oyu alarak 19 milletvekili çıkarır. UBP ise tarihinde ilk defa ikinci parti durumuna düşer ve oyların%33’ünü alarak 18 milletvekilinde kalır. DP ile BDP yaklaşık %13 ile aynı oranda oy alsalar da DP 7, BDP 6 vekillikle yetinirler.

Milliyetçi Barış Partisi (MBP) %3, Çözüm ve Avrupa Birliği Partisi (ÇAP) %2 ve Kıbrıs Adalet Partisi (KAP) %0.5 oyla barajın altında kaldıkları için vekil çıkaramazlar.

CTP tarihinde ilk defa hükümet koalisyonunun büyük ortağı olur ve her zaman olduğu gibi yine DP ile birlikte hükümet kurar. Ancak bu kez Talat Başbakan, Serdar Denktaş ise yardımcısı olur.

Bu arada belirtmiş olalım.

BMBP döneminde, CTP, BDH ve ÇAP arasında imzalanan protokole göre, bu üç parti seçim sonrasında kesinlikle UBP ve DP ile koalisyon hükümeti kurmama yönünde anlaşmış olsalar da, DP ile koalisyon kuran CTP, protokole uymaz. Bu olay BMBP’nin dağılma sürecinde ilk adım olur.

 

“ANNAN PLANI” REFERANDUMU TOPLUM LİDERİNİN DEĞİŞMESİNİ KOLAYLAŞTIRDI

Annan Planı 23 Nisan 2004 tarihinde referanduma sunulur. Türkler “evet” Rumlar “hayır” oyu verir. “Hayır” çağrısı yaparak ilk defa bir TC hükümeti ile ters düşen Denktaş, artık Kıbrıslıtürklerin görüşmeci lideri olamayacağının da farkındadır. Zaten Annan Planı görüşmelerinin son ayağının gerçekleştiği İsviçre’nin Burgenstock kasabasındaki görüşmelere katılmayarak, önceden bunun sinyalini de vermiştir.

Annan Planı süreci ve referandum, sonuçta Kıbrıslıtürkler için kapıların açılmasını sağlar. Ancak Kıbrıs sorununa bir çözüm getirmez. Buna karşılık referandum sonucu, “yeni bir Kıbrıs politikası” ile açılım yapan AKP hükümetinin uluslararası ve BM nezdinde nefeslenmesine yardımcı olurken, AB ve batılı ülkeler nezdinde Kıbrıs Sorunu nedeniyle köşeye sıkıştırılmasını da bir süreliğine ertelemiş olur.

Yılardır TC tarafından desteklenen Denktaş, yakında Türkiye’de siyasi iktidar erki olacak AKP ve uzun yıllar TC’nin en güçlü siyasi kişisi olacak RTE ile ters düştüğü için köşesine çekilir ve seçimlerde aday olmayacağını açıklamak zorunda kalır.

Şimdi TC siyasi iktidarının “yeni sahibi” olan AKP ve başkanı RTE’nin, yeni Kıbrıs politikalarıyla ters düşmeyecek, yeni bir Kıbrıslı Türk lidere ihtiyacı vardır…

Bunu elbette adanın kuzeyinde yaşayan Kıbrıslıtürkler ile Türkiye kökenlilerin oyları tayin edecektir.

 

2005 ERKEN MİLLETVEKİLİ SEÇİMLERİ

Yapılan erken seçimlerden, CTP, oylarını artıran tek siyasal parti olarak çıkar.

Annan Planı sonrasında kapıların açılmasıyla güneyde Kıbrıslıtürk işçilerin istihdamı ve kuzeyde inşaat sektöründeki patlama ile yaşanan göreli refah ortamı, hükümetteki CTP’nin oylarını daha da artırmasına yardımcı olur.

Buna göre CTP %44.5 oyla 25, UBP %32 ile 18, DP %13.5’la 6 ve BDH %6oyla 1 vekil çıkarır.

TKP %2.4 ve Türkiye kökenli parti %1.6 ile barajın altında kalır.

CTP, DP ile kuracağı hükümette sahip olduğu bakanlıkların sayısını daha da artırır.

Bir yıl sonra AKP’nin işaretiyle UBP’den ayrılan vekiller tarafından kurulan ÖRP’nin, CTP ile koalisyon ortaklığı siyasi etik açısından çok tartışılan bir konu olup çıkar.

CTP-DP koalisyonunun bozulması, CTP-ÖRP koalisyonun kurulması, AKP ve RTE’nin, Kıbrıs’ta kendisi ve partisinin Kıbrıs politikaları ile hiçbir şekilde ters düşmeyecek bir hükümet kurma arzusundan mı kaynaklanıyordu?

İlerleyen yıllarda bu olay daha net bir şekilde açığa çıkar.

Nitekim CTP, başta RTE olmak üzere AKP kurmaylarıyla ters düşmeyecek ilişkiler kurmaya, Türkiye hükümeti tarafından dayatılan siyasi ve ekonomik paketleri, sorun çıkarmadan adım-adım uygulamaya koyar. Böylece CTP-ÖRP hükümeti, “sosyal refah devleti anlayışı” yerine, sendika ve sivil toplum örgütlerinin “göç yasası” diye nitelendirdiği, Kıbrıs İşlerinden sorunlu AKP’li bakanın “neo-liberal” modelleriyle bezeli ekonomi-politika demetlerini meclisten geçirmeye koyulduğunda…

Bu arada Talat, CTP’nin “yükseliş devri” sürerken, aynı yıl yapılacak olan seçimlerde “toplum lideri” adayı olacağını, başbakan iken duyurmaya başladığında…

Bütün bunlar AKP kurmayları ve RTE ile koordineli bir şekilde gerçekleştiriliyor olduğunda.

Kısa süre sonra Kıbrıslı Rumların lideri seçilecek Hristofyas ile başlayacak görüşmelerde Türkiye ve Kıbrıslıtürklerin çıkarları diye tutturan Talat’ın, “Denktaşlaştığı” konuşulmaya başladığında…

“Ekonomi ve sosyal konularda, iç politikalarda, Türkiye’nin paket dayatmalarına “parayı veren düdüğü çalar” mottosuyla sendikalar ile çatışan CTP’nin UBP’leştiği konuşulmaya başladığında…

Talat’ın; aslında bir AKP tasarısı olan ve Anan Planı referandumundan sonra, “Kıbrıs’ın geçici bir süreliğine buzdolabına kaldırılarak dondurulmasını” öngören politikasına uygun bir görüşme süreci yürütmekte olduğuyla ilgili siyasi algı ortaya çıktığında…

Ama henüz bunlar daha yaşanmamıştır. Şimdilik CTP’ne oy verenlerle, Talat’ı lider seçmeye hazırlananlar, adada yakın bir süre sonra Kıbrıs sorununa bir çözüm bulunabileceğinden, AB üyeliğinde kuzeye de şamil bir işleyiş kurabileceğinden, inşaat sektörü ile artan görece gelirin devam edeceğinden, AKP’nin ilerici görüntüsünü sürdüreceğinden ümitvardır.

 

ANKARA DENKTAŞ SONRASI YENİ TOPLUM LİDERİNİ BULUYOR.

Dilerseniz biraz daha geriye, Annan Planı öncesine gidelim.

Annan Planı ortaya atılmazdan kısa süre önce, TKP ve başkanı Akıncı’nın, koalisyon ortağı UBP ve Eroğlu hükümetiyle, TC paketlerini uygulamaktaki ısrarı karşısında, Kıbrıs’ta ayaklanan sendikal gösteriler henüz hafızalardaki tazeliğini koruyordu. Nitekim Annan Planı sonrasında yapılan ikinci genel seçimde, Akıncı’nın lideri olduğu BDH, bir milletvekilliğine kadar gerilemişti.

Aslında Annan Planı ortaya atıldığında, TKP, UBP ile hükümette oluşundan dolayı geri sayımdaydı ve“sol”da yükselme sırası CTP’deydi. Nitekim 2003 ve sonrasında da 2005 erken seçimlerinde en çok oyu alan CTP hükümetin büyük ortağı, genel başkanı Talat da Başbakan olur.

Öte yandan Talat, daha Annan Planı ortaya atılır atılmaz, henüz yasaklı bulunan RTE ile görüşmek için bir randevu koparmış ve kendi deyişiyle çok da uyumlubir görüşme gerçekleştirmiştir.

Akıncının, Talat’tan bir gün sonra BMBP heyeti ile katıldığı RTE görüşmesi ise daha önce anlatıldığı gibi hiç de iç açıcı geçmemişti.

Bu arada 2003’teki %13 oy oranını Şubat 2005’te yapılan erken seçimde %6’ya düşüren TKP’nin türevi ve TDP’nin önceli Barış ve Demokrasi Hareketi (BDH) adayı olarak Akıncı’nın toplum lideri seçilme şansı yok denecek kadar azdı.

Akıncı, “liderlik yarışına” girip yenilmektense, hiç girmemeyi tercih eder ve seçimlerde aday olmaz.

Bu arada partisi tek başına hükümet olan ve yasaklı durumu kaldırılan RTE de, Türkiye’de yapılan ara seçimlerde önce milletvekili seçilmiş, arkasından da TC Başbakanı olmuş, yalnızca partisi içerisinde değil hükümet içerisinde de “en güçlü siyasi kişi” konumuna gelmiştir.

Ankara’da siyasi iktidar adım-adım eline geçiren RTE ve AKP ile ters düşmüş, referandumdan yenik çıkmış Denktaş, seçimlerde aday olmayacağını açıklayınca, eskiden olduğu gibi şükrancı ve anavatancı “kurum ve kuruluşları” temsilen, “aman aday ol, yoksa Rum bizi hap gibi yutacak” diyen bir Allahın kulu, bu kez sarayın kapısını aşındırmaz…

Böylece Dr. Küçük’e karşı Türkiye siyasi iktidar erkinin baskısı ve desteği ile 32 yıl önce Kıbrıs Türk cemaati liderliğine (Kıbrıs Cumhurbaşkanı Muavinliğine) seçimsiz olarak adımını atan Denktaş, Ankara’da siyasi iktidar ile ters düşünce aday olmaya dahi girişmez.

Sonuçta Dr. Küçük gibi Denktaş da yarım yüzyıllık siyasi yaşamından sonra, ancak Ankara ile ters düşmemek kaydıyla Kıbrıslıtürklerin toplum lideri olunabildiğini ispat etmiş mi olur?

Sanırım…

Türkiye’de siyasi iktidar erkini adım-adım devralan AKP ve RTE, Kıbrıs’ta Denktaş sonrası seçilecek “yeni lider”, “yeni görüşmeci” ile anavatan-yavruvatan temelli “uyumlu ilişkiler” tesis etmek için kolları sıvamış bulunmaktadır artık.

Annan Planı döneminde başkanı olduğu partisi yükselişi geçen Talat ise, en kuvvetli lider adayıdır ve Kıbrıs sorununun çözümünde Erdoğan ile uyum içerisinde olduğunu, her vesile ile sık kullandığı basına zikretmektedir.

 

2005 “KIBRIS TÜRK TOPLUM LİDERİ” SEÇİMLERİ:

2005 Kuzey Kıbrıs “Cumhurbaşkanlığı seçimleri” referandumdan bir yıl sonra, 17 Nisan 2005 tarihinde gerçekleşir.

1970’li yıllardan bu yana Denktaşsız yapılan ilk seçimlerde, M. Ali Talat, son iki seçimlerde bir türlü ilk turdan seçimleri kazanamayan Denktaş’ın aksine, ilk turdan %50 barajını geçerek seçimleri kazanır.

Talat’ın lider seçilmesiyle bir bakıma Türkiye siyasi iktidarına oynayan ve tek başına hükümet olan AKP liderliği de siyasi muradına ermiş bulunmaktadır. Artık AKP’nin “yeni Kıbrıs politikası”na ayak bağı teşkil edecek olan Denktaş dönemi sona ermiştir. AKP’nin “yeni Kıbrıs politikası”nın, yeni görüşmecisi, aynı zamanda hükümette olan CTP’nin genel başkanı M. Ali Talat’dır.

Denktaş’ın liderlikten gidişinin, neredeyse Türkiye ve Kıbrıs’ın kuzeyinde bir siyasi devrime bağlayan Kıbrıslıtürk solu, bu değişimi sancısız ve olabildiğince yumuşak bir şekilde yaşar.

Yaşanan bir devrim değil de, daha çok Türkiye’nin Kıbrıs politikasına yeniden yön vermek iddiasındaki AKP hükümetinin yeni siyasi strateji ve taktiklerine ters düşmekte inat ve artık ezberlenmiş anakronik milliyetçi söylemlerinde ısrarcı bir siyasi figürün değişmesi gerektiğiyle alakalı bir durum mudur?

Ve Denktaş adaylıktan çekilince, zaten kazanmaya en yakın aday olan ve yeni TC hükümetinin Kıbrıs politikaları ile örtüştüğünü defalarca ilan etmiş Talat’ın yeni lider seçilmesiyle “Denktaşsız imkansız” dönemi de kapanmış mıdır?

Bu soruların cevabı için, CTP’nin hükümet ettiği dönemdeki icraatları ile Talat’ın liderliğinde sürecek çözüm arayışlarının sonuçlarını, bu sürede Kıbrıslıtürk cemaatinin gidişatını bekleyip görmek gerekecektir.

***

Gelecek yazımda, 2009 ve 2013 yılında yapılan Kuzey Kıbrıs genel seçimlerini ve 2010 tarihindeki liderlik seçimlerini ve öncesi ile sonrasını tartışıp yazı dizimi sonlandırmayı düşünüyordum…

Ama sanırım bunu yapmayacağım.

Belki okurun daha çok ilgi duyabileceğini düşündüğüm gündelik hayatlarımıza dair başka bir makale ya da seyahat yazısı kaleme alır, ya da belki bir süre yazmaya ara verir ve arta kalan zamanı daha çok okumaya ayırırım.

Nedenine gelince…

Birincisi; son vekil ve liderlik seçimlerini araştırmak ve yorumlamak için biraz zamana ihtiyacım var.

İkincisi Akıncı dışında şimdilik kesinleşmiş başka bir aday yok.

Üçüncüsü üç haftadır süren bu uzun soluklu yazı dizisinin, zaten sayıları giderek azalan gazete ve face okurlarının çok da ilgisini çektiğini sanmıyorum…

Hem galiba “seçim davulu”nun sesi henüz duyulmadı ve heyecanı da henüz kuzeydeki ahaliyi sarıp sarmalamadı.

***

(1) Kızıl Elma; Fethedilmesi gereken illeri, bütün Türklerin tek bir bayrak altında toplandığı devletin simgesidir. Türkiye’de en çok “Ülkücü” hareketin kullandığı simgelerdendir.

 

Kaynak: Bu yazı 31 Ağustos, 7 Eylül ve 14 Eylül tarihlerinde Havadis’in Poli ekinde yayınlandı

- Advertisement -spot_img
- Advertisement -spot_img
5,999BeğenenlerBeğen
796TakipçilerTakip Et
1,253TakipçilerTakip Et
334AboneAbone Ol

yazılar

Yeniçağ Podcastını dinleyin