YKP Yürütme Kurulu Türkiye’den getirilecek suyla ilgili değerlendirmesi şöyle:
Sık sık “su yaşamdır” denilir. Ancak toplumlarda bazı kesimler – en başta sermaye ve siyasi iktidarlar – suyun adaletli kullanımını ve dağılımını ve suya herkes tarafından erişimin sağlanmasını kabul etmiyorlar ve kendi ekonomik ve siyasi çıkarlarına göre oluşturdukları siyasi rant sistemi çerçevesinde su kaynaklarını yönetiyorlar, yönetmeye çalışıyorlar. Bundan dolayı su hakkında toplumsal tartışma ve mücadeleler gerçekleşmekte, dünyanın birçok bölgesinde suyun mevcut miktarıyla ve/veya niteliğiyle ilgili sorunlarla karşı karşıya gelinmekte. Günümüzde 1,1 milyar insan temiz içme suyuna ulaşamamaktadır ve 2,6 milyar insan güvenli bir sıhhi tesisata sahip olmadan yaşamaktadır.
Böylesi bir ortamda coğrafyamızda da yerel yasalarla onaylanan, aralarında Ekonomik, Sosyal, Kültürel Haklar Uluslararası Sözleşmesi’nin (ICESCR), Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi Sözleşmesi (CEDAW) ve BM Çocuk Hakları Sözleşmesi’nin bulunduğu bir takım insan hakları sözleşmelerinde su hakkından söz edilmektedir. Bu hak, ayrıca, Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklar Komitesi’nin 2002 tarihli “su hakkı” başlıklı, 15 sayılı Genel Yorumu’na göre su hakkı, kişisel kullanım ve hane kullanımı için, herkesin yeterli, güvenli, kabul edilebilir, fiziksel olarak erişilebilir ve makul fiyatlı suya insan hakkı olarak ve Haziran 2010’da, BM Genel Meclisi tarafından “güvenli ve temiz içme suyu ve yeterli sağlık koşulları hakkını, yaşam hakkı ve tüm insan haklarından yararlanmak için temel olan bir insan hakkı” olarak açıkça tanınmıştır.
Bunlara rağmen giderek artan yaşam ve kullanım gereksinimleri için hem yer üstü hem de yeraltı sularına artan bir ihtiyaç duyulmaktadır, farklı bir ifadeyle, su kaynakları üzerinde oluşturulan baskı sürekli artmaktadır. Böylesi bir ortamda neoliberalizm suyu piyasada alınıp satılabilir bir metaya dönüştürmek için her yolu denemektedir.
Örneğin yerel yönetimlerin kullandığı ön ödemeli su sayaçları suyun özelleştirilmesinin yolunu yapmaktadır: Dünya Bankası su hizmetlerinin sağlanmasında özel sektörün katılımını hızlandıran bir araç olarak ön ödemeli sayaçları sunmaktadır. Suyun temini ile ilgili sakinler ve yerel yönetimle müşteri – satıcı ilişkisini kuran bu sistem, özelleştirme durumunda sermayedarların karlarını korumanın garantisidirler.
Kıbrıs’ın tümünde su sorunu olduğu ve bunu çözmeye yönelik çeşitli zamanlarda çalışmalar da yapıldığı hatırımızdadır.
Dönemin ilgili bakanı 2007’nin sonuna kadar Bafra, Girne ve Mağusa’da yap-işlet modeliyle deniz suyundan içme suyu elde etme amacıyla su arıtma tesisi kurup, halkın hizmetine sunulacağını söylemişti ama bu projelerden Bafra’daki yapıldıktan sonra TC’den gelen talimatla Kıbrıs’ın kuzeyindekilerinin nedenlerinden haberi olmaksızın durduruldu ve Türkiye’den boru ile su getirilmesi projesine geçildi.
Proje ilk ortaya çıktığında 2010 yılında YKP basın açıklaması ile tavrını ortaya koymuştu;
“makyajlanarak tıpkı 74 savaşına “barış harekâtı” denmesi gibi suyun özelleştirilmesine de “barış suyu” denmesini aldatmaca olarak görür ve suyun yaşam olduğunun ve yaşamın satılamayacağının altını çizer, tüm ekolojist örgütler başta olmak üzere, tüm duyarlı kesimleri mücadeleye çağırır”
2010 yılından bugüne yeteri kadar üzerine tartışamadığımız bu projede hızla sona gelinmiştir.
Suyu meta gibi gören bu nedenle kendini sahip sayan TC’yi yönetenler getirilecek suyun nasıl ve hangi koşullarda kullanılması noktasında yerel alt yönetimi yeteri kadar bilgilendirmediler ki, bu nedenle bu hafta yapılan açıklamalar gündeme düştü. Kıbrıs’ın kuzeyindeki Türkiye’nin yerel alt yönetiminin temsilcileri suyun nereye kullanılacağını bilmediklerini itiraf ettiler. İtiraf edilmeyense Kıbrıs’ın kuzeyinde döşenmeye devam eden su dağıttım hatlarının mülkiyet hakkının da Türkiye Devlet Su İşlerine (DSİ) kamulaştırma yapılarak verildiğidir!
DSİ yetkilisi bir adım daha ileri giderek suyun özeleştirilmesini istediklerini de söylediler…
Kıbrıs’ın kuzeyinde yerel alt yönetim tanımına uygun üst yönetimin emirleri ile hareket ediyor, kullanım suyunu deniz suyundan mı yoksa boru ile mi getirileceğine dair karar verecek durumda değildir. Bu nedenle suyun nasıl kullanılacağına da karar veremezler, böyle bir iradeleri yoktur. Bu nedenle Kıbrıs’ın kuzeyindeki gıda egemenliği konusu da, ne kadar kaldıysa, risk altındadır…
Bir kez daha hatırlatırız ki, su tüm canlıların yaşam kaynağıdır. Bu nedenle tüm canlıların sudan yararlanma hakkı vardır. Hiçbir canlı kendisinin su ihtiyacının daha önemli olduğunu ileri süremez. Ayrıca, su, bulunduğu ortamın asli unsurudur. Hiçbir şekilde yatağı değiştirilemez, bulunduğu alandan başka bir alana taşınamaz, taşınırsa ordaki ekosistem tahribe uğrar yok, yok olur.
Su, ticari bir mal değil, tüm canlıların yaşamını sürdürebilmek için ulaşmaya hakkının olduğu doğal bir varlık, ekolojik sistemin bir parçasıdır.
Bu koşullarda YKP, Kıbrıs’ın kuzeyine boru ile su getirilmesi projesine karşı olmaya devam ediyor.
YKP suyun özelleştirilmesini kabül etmediğini daha önce açıklamıştı, buna karşı mücadele etmeye devam edecektir.
YKP bir kez daha suyun yaşam olduğunu vurgular, yaşamın satılamayacağının altını çizer…