AKP’nin Türkiye’de bir karşı-hegemonya hareketi olarak başarılı olması ve Kemalist tahakkümü yıkıp yerine AKP hegemonyasını kurmasında Kıbrıs önemli bir yer tutar. Fazilet Partisinden ayrılıp AKP’yi kuran yenilikçi Müslüman kadrolar Kemalist devletin hışmından korunabilmek için yüzlerini AB ile ABD’ye çevirdiklerinde, karşılarında aşılması gereken bir engel olarak Kıbrıs Sorununu bulmuşlardı. Biraz bocalayıp, biraz tereddüt ettikten sonra Kıbrıs Sorununun çözüme kavuşturulmasına yeşil ışık yakmak zorunda olduklarını anladılar. Fakat “arazi” temiz değildi. Karşılarında asker-sivil ve/veya derin güçler duruyordu. Onlar ne Kıbrıs Sorunu çözülsün istiyordu, ne de AKP iktidarda kalsın… İşte bu noktada AKP’li kadrolar dikkatlerini Kıbrıs’a çevirdiler ve adada müttefik aramaya başladılar.
Kıbrıs Türk toplumu ortadan ikiye bölünmüştü. Bir tarafta “özü” itibarıyla, yani milliyetçi tutumuyla AKP’nin ruhuna daha yakın olan ama konjonktür olarak AKP ile ayrı düşen Rauf Denktaş ve onun şahsında Kıbrıs Türk milliyetçileri, diğer tarafta da AKP tarafından “zındık” olarak görülen ama konjonktür gereği AKP’nin yakın durması gereken solcu-çözüm güçleri…
AKP çözümcü güçlerle pragmatik bir ittifak içine girmekte tereddüt etmedi ve Annan Planına “evet” diyerek Türkiye’nin AB yolunda ilerlemesini sağladı. Üyelik müzakereleri başladı ve Kemalist devletin kurumları aşama aşama yapı-sökümüne uğratıldı. Bu sürecin sonunda AKP Türkiye’de hegemonyasını ilan etti. Kıbrıs’ta süreç daha farklı gelişti. Burada “derin devlet” hedef alınmadı. Ergenokon davası devam ederken Kıbrıs hiç gündeme getirilmedi ve derin devletin Kıbrıs’taki icraatları sorgulanmadı. Fakat bu AKP’nin Kıbrıs’ta boş durduğu anlamına gelmez.
AKP’nin Türkiye’de hegemonya kurma süreçlerinin ayrılmaz bir parçası olan devlet içinde ve devletin derinliğinde örgütlenmiş güçleri yerinden etmek Kıbrıs’ta uygulanabilir bir yaklaşım değildi. Adanın özel koşulları buna müsaade etmiyordu. Çeşitli nedenden ötürü AKP Kıbrıs’ta “derinlerle” uğraşmadı ve farklı bir strateji izleyerek “yüzeydekilere” el attı. Yani, siyasi güçlerin değişimini hedefledi. Gerçekten de 2004 sonrasında Kıbrıs Türk siyasi yapısında önemli değişiklikler oldu.
AKP, öncelikle 2004’te ortaya çıkan paradoksu düzeltmeye koyuldu. “Özü” itibarıyla bir olduğu ama 2004 konjonktüründe gerilim yaşadığı milliyetçi sağ güçlerle ilişkilerini düzeltmeye başladı. Kendi Kıbrıs- Görüşüne bağlı kalarak AKP politikalarına itiraz etmekten çekinmeyen Rauf Denktaş devre dışı bırakılınca, Kıbrıs Türk sağı ile barışmak zor olmadı. Kıbrıs Türk sağı AKP’nin çıkarlarına göre tezlerini rötuşlamaya dünden razıydı. “Çözümsüzlük çözümdür” demeyecek ve “manevi değerlerin” güçlendirilmesi için bazı önlemler alacaktı. Tabii, AKP’nin çok sevdiği neo-liberal politikalar, özellikle de özelleştirme konusuna da önem verecekti ki, sağın zaten bununla bir sorunu yoktu. Kısacası, siyaset, ekonomi ve kültür politikaları AKP’ye bakarak yeniden şekillenecekti.
Anavatanın hükümetleri ile ayrı düşmeyi fıtratına aykırı bulan Kıbrıs Türk sağı kısa sürede AKP çizgisine yaklaştı. Nitekim artık sağ “çözümsüzlük çözümdür” demiyor. Kıbrıs Türk solunun ve genel olarak çözüm güçlerinin 2004 yılında AKP’ye kazandırdığı “etik üstünlüğün” bir gereği olarak Kıbrıs Türk sağı sık sık olmasa da federal çözümden söz ediyor. Ahmet Davutoğlu’nun dediği gibi, artık hiç kimse “çözümsüzlük çözümdür” demiyor…
AKP’nin Kıbrıs Türk solu ile dansı daha zordu. Her şeyden önce, Kıbrıs Türk solunun güçlü bir Kemalist damarı vardı. Solcular Kemalist laikçiliğe hayrandılar. Kemalizm’e biraz Marksist salça dökünce karşınıza İlhan Selçuk ve Uğur Mumcu gibi tipolojiler çıkar ki, Kıbrıs Türk solcularının prototipi çok farklı değildi. Çoğu zaten solculuğu Cumhuriyet gazetesinden öğrenmişti. AKP nezdinde Kıbrıs Türk solunun “günahları” bu kadarla sınırlı değildi. Solcular, laikçilikleri bir yana, Kıbrıslı Rumlara, yani “Gavurlara” “kardeşim” diyorlardı, onlarla aynı devlet çatısı altında yaşamak için çırpınıp duruyorlardı. Asıl halledilmesi gereken meseleler de bunlardı. Öyle anlaşılıyor ki, 2004’ten sonra bu konuda epeyce yol alındı. Şimdi dini özgürlüklerle manevi değerlerin önemini keşfeden, Kıbrıslı Rumlar söz konusu olunca en iyi ihtimalle “adam sen de” deyip boş veren, özelleştirmenin kalkınmanın motoru olduğunu düşünen solcular türedi.
Kıbrıs Türk sağı “çözümsüzlük çözümdür” demekten vaz geçerken, Kıbrıs Türk solu da “federal çözüm uğruna ölünecek Leyla değildir” demeye başladı. Böylece, sol ile sağ bir birine yaklaştı. Biri “çözümsüzlük çözümdür” demese de çözüm için kılını kıpırdatmazken, diğeri de bir zamanlar uğruna mücadele verdiği ve siyasi kimliğini edindiği federal çözümü “temenni” etmekle yetiniyor.
Kısacası, hem sağ hem de sol cenahta AKP’nin bakışları altında bazı önemli değişiklikler oldu. Bu değişiklikleri en iyi Ahmet Davutoğlu’nun geçtiğimiz hafta bu köşede aktardığımız sözleri özetliyor: “Şimdi çözümsüzlüğü çözüm gören kimse yok.” Ayrıca, “marjinal gruplar dışında kimse Türkiye’yi Kıbrıs’ın geleceğini ipotek altına alan ülke olarak görmüyor…”
* 5 Ekim 2014 tarihinde Yenidüzen Gazetesinde yayınlandı
http://www.yeniduzen.com/Yazarlar/niyazi-kizilyurek/kibris-ta-akp-nufuzu-ve-siyasal-donusumler/4824