Kıbrıs gerçeği yerine hep kurgularla başlayıp, algılarla süsletip resmi ideolojiler üretirseniz. Yaratılan yapının teslimiyet gerçeğine de “kurtulmayı” koyup aşı pişirmiş olursunuz. Demokrasi dersiniz; ama en ufak kıyas dahi nasıl yalanlarla başlayıp kayırmalarla sonlandığına tanık olursunuz. Bağımsızlık derken de; ilhaklaşma sömürgeleşme kardeşleşme saydamlıkta nasıl yaşayıp, bunu örtme aracı olarak kavramı kullandığınıza tanık olursunuz. En ufak kıpırtı size tüm ezberin bozulup, söylenen şarkının yalan ve çalınan tınının bozuk akortlu Türkü olduğunu acıtarak hissettirir. Ne yazık ki bu özetlediğim gerçekler; resmi ideoloji oldu. Bilimi soyutlayıp “akademisyen” elinde “algılı bilgi” haline sokuldu* Teslim olmanın da adını “kurtuluş” olarak etiketlendirip resmi tamamlamış olduk. Adına da “Kurtuluş” türküsü okurken, sözleri teslimiyeti anlatan gerçekleşme haline gelindi!
Bugünkü yazım biraz Kıbrıs’ı resmi örtüsünden alıp, “Kurtuluş” şarkısından basit teslimiyet gerçeklere doğru yönlendirmeye çalışacam. Çelişkisi ve kıyağı ile konuşulan ve konuşulmayan ikilemlerle şöylesine güncel gelişmelerle taçlandırıp yolu tamamlamaya çalışacam. Öyle fazla teori kesecek değilim: yaşananın aynasından önüme gelen renkli resmi seçip anlatmaya çalışacam. Zaten eyer biraz düşünüyorsan; her an sistemin kendisi ile “aman söyleme” psikolojik baskılanmanın içinde kendini bulacaksın. Sistemi biraz güncelin dışına da çekince; karşına öteki gerçek sırıtacaktır!
İki tören oldu. Birinde Vicdani retçilere karşı resmi ideolojinin sesini haykıran pankartlar açıldı. Kimse tınmadı. Polis yerinde asker seyretti. Resmi kimi yalaka yarışçısı da bunu “halkın tepkisi” olarak da “vatanseverlikle” hemen anlatmaya girişti. Derken kervan devam edip iş tersine döndü. Bu kez Vicdani retçiler bir pankart törende açtı. Derhal polisimiz harekete geçip; tekme tokat onları alıp gitti. Yine makamlardakiler seyrediyordu. Törenli askeri gösteriş ile de “demokrasinin şanından” söz ediliyordu! Ama bazı “marjinal” sesler çıkmaya başladı. Kendini biraz düşündürtenler ise “neden çift taraflı davranıldı” sorgusunu yağmaya başladı. Olayı seyreden, kendine ikide bir “hükümet” diyenler, sonunda yavaş yavaş okların kendilerine de dönmesi ile “gereken yapılacak* komutanı çağırıp soracam” gibi konuşup da konuşmama ağızla demeç verdiler!
Bu basit gösterişle yaşanan kıyağın örneği. Başka travma ise eski Havayolu çalışanların olayında yaşandı. Gelişigüzel uygulamalarla hem batırılan, hem de sonrasında alınan kararlarla adeta çorba kelimesini dahi hafif bırakacak bir karmaşa yaşandı. Sonuçta işsiz kalıp güvenceleri yasalarda olan bazı çalışanların açlık grevi sonucu ortaya çıkmakta olan sağlık sorunları nedeni ile “uzlaşma” yapma zorunluluğu oluştu. Bu sayfayı eyer aralarsak, çok ilginç durumlarla karşılaşırız. Ülke gerçeğinin bir film şeridi ile yeniden aktarımı gibi olacak!
Konuyu fazla geriye sarmayacam. Birden adaya HAVAŞ diye Türkiye’den bir şirket gelir. CAS adıyla bazı yer hizmetlerini ona verilir. Bu kadarla kalınmaz: KTHY çalışanlarından bir kısmı da şirkete kiralanır. Hem şirket de çalışacak; hem de KTHY çalışanı olup güvenceleri de buna bağlı olacak! Hepimiz kamunun özelden hizmet satın alma adına insanları çalıştırıp ödemelerin olduğunu bilirdik! Ama bizim memleket kamunun şirkete çalışan kiralamasını ilk defa burada öğreniyorduk!
Malum ya: bizim yöneticilerimiz çok deneyimli insanlardır! Derken KTHY bildik ama hiç konuşturulmayan tetiklemelerle ve teşviklerle batırıldı! Elbet pazarı da Türkiyeli havayollarındaki özel şirketlere devredildi. KTHY çalışanları kamuya alındı. Ama kiralanan işçiler KAS şirketinde çalışmaları için teşvik edildi. Yine garip bir başka hikâye! Batan kuruluşun ve yönetimin güvencesi ile KAS kamusal insanlar çalıştırmaya devam ediyordu! Ne güzel değil mi! Fakat HAVAŞ’ın istediği olmuyordu! Çünkü baştan belirtiğim gibi; şirket Ercan yani Timbu havaalanının özeleştirilerek kendisine verileceğini zannediyordu! Havaalanı özeleştirilip peşkeş çekilirken HAVAŞ’a değil başka AKP kuyrukçu şirkete devredilince; şirket Kas mas demeden pılısını pırtısını toplayıp memleketine gider. Bizim koltukçu efendiler ise başladılar atıp tutmaya. Yaptıkları anlaşmaya dahi bakmadan bir gün “özel şirkettir” derken; ertesi gün “güvence” veriyordu! Çünkü şirketin ortağı kamu da vardı. Ama HAVAŞ biranda memleketi terki diyar eyleyince de işler darmadağın oldu.
Sorular ve kuşkular birbirini kovaladı. Oyalamalar ve altın yaldızlı sözler atıp tutuldu. Bunlar Haziran ayındaki şu gerçeği gizlemedi: KAS çalışanları artık ya işsiz veya esnek emek ilkesi ile çalışacaklardı! Bir direniş başlamaya yoğunlaştırıldı. Çalışanlar adeta tüm yükün tortusunu anlatmaya uğraştılar. Okumadan ve algılarla herkesin bakışları oluşmaya başladı. Bu arada konuyu en temel noktası ile anlatması gereken Hava-Sen ise resmen kaypaklığın daniskası ile kendini olayın dışına çekti. Yalnız kalan 64 çalışan ise ortak komite ile örgütlenip kendilerini anlatmaya ve haklarını talep etmeye başladılar.
Koltuk sesi hep çelişkili oluyordu. Daha vahimi: bu insanlarla konuşurken başka, iş karar almaya gelince bambaşka sözler tavırlar sergileniyordu! Sonunda gerilim artı. Derken: çaresizlik sonucu iş geçen hafta olduğu gibi Açlık grevi kararı ile yeni bir sıçrama oldu. Zaten açlıkla boğuşan insanlar böylesi eylemde dirençli olmaları da beklenemezdi! Hemen hastaneye sağlık nedeni ile grevcilerin gönderilmeye başlandığı görüldü. Artık koltuk fantezisi karar alması gerekirdi. Onlarda şaşkınlıkla ve zorla insanlarla bir uzlaşma yapıp, “yasal haklarını” sene başında uygulayacaklarını söylediler! Konu bitimi? Bilenler için; belirsiz yanıtı veriliyor. Ama yumuşayıp açlık grevi şimdilik sonlandı!
Konuyu şu basit gerçekle anlatıp yorumlamak gerekir: Eyer bu insanlar birlikte davranmasa bu sonuca gelinir miydi? Zaten olayın başından hayır yanıtı belli. Hakları olmadığı söylendi! Demek ki haklarını direnerek ve giderek kamuoyu oluşturarak bu şimdiki sonuca gelindi. Koltukçular ise karar vermeme konusunda güzel kaypaklık tavrını gayet muhteşem şekli ile gerçekleştirdiler. Şimdi bunu lehlerine yorumlama propagandasına hemen sarıldılar. Bir de şu siyasal ahlaksızlık görüldü: dünkü ve bugünkü koltukçular ki bu kararları alıp günümüze getirenler; nedense birbirlerini suçlama yarışına da girdiler. Beli ki birkaç nokta kaçırılma telaşı vardı. KTHY batırılması hiç sorgulanmadı* Neden HAVAŞ’a insanların kiralanması kirliliği de vurgudan kaçırıldı* Yüzleşme denilen olay hiç yaşanmadı? TC ile yapılan ve dayatma olan paketin sonucu olarak bu gelişmelerin yaşanması ise fısıltı halinde dahi pek değinen olmadı! Çizilen dar alanın, müsaade edilen şekli ile konu sığ yörüngede tartışılıp duruldu! Oysa yukarda dediğim şekli ile sorgulansaydı: Dış sermayenin el koyma hareketi* uygulanan arpalık ama kamu adı konulan yağmanın* insana verilen değerin hepsi karşımıza gelecekti. Kıbrıs işbirlikçilik rantından Türkiyeleşme siyasal adımların direk izlerini bulacaktık. Ama tüm bunlar yaşanırken de “Kurtuluşun türküsü” okunuyordu!
KAS çalışanları anlayana anlattığı “direnerek kazanmanın mümkün olduğu” tekrarı ile bizdeki sistemin işleyiş şekli ile “özeleştirmenin” ne menemen bir şey oluşturduğunu yaşayarak kanıtladı! Arpalıktan özele geçişin veya içsel ganimet anlayıştan dış sermaye el koyma hareketinin pratik bir dersi bu olayda yaşandı. Hem de zamanında atılan her adım övülerek yapıldı. Övülen ve şaşalar çizilen adım ise teslimiyetin kendisi ve insanı açlığa yönlendiren bir gerçek olarak kanıtlandı. Şimdi bunun yeniden resmi eksenli propaganda ile gerçeklerin sıkışıp algılarla birbirinin önüne geçme yarışı başladı. İnsanlar en azından şimdilik işsiz kalmamanın rahatlığına ulaşırken; devamının gelememesi veya öteki benzer “elektrik, telefonun” ders çıkarmama gibi çok travmatik durum da sırıtıyor! Elbet paket gerçeği, Türkiye ilişkisi ile Neoliberal ilhak din kardeşliği eklenmeden bu tutumlar anlaşılamaz.