Çevre Platformu içerisinde bulunan Biyologlar Derneği, Tabipler Birliği, Çevre Mühendisleri Odası, Yeşil Barış Hareketi, Karpaz Dostları, Diyetisyenler Birliği, MS Derneği, Kanser Hastalarına Yardım Derneği, Baraka Kültür Derneği, Feminist Atölye, Güç-Seni, Çam-Sev, ODTÜ KKK, TDP, BKP, YKP ortak bir bildiri yayınlayarak Akkuyu Nükleer santral ile ilgili açıklama yaptı. Açıklama şöyle:
11 Mart 2011’de Japonya’daki deprem ve tsunaminin etkisiyle Fukuşima nükleer santralinde meydana gelen kazanın ardından yaşananlar tüm dünyada “temiz enerji” olduğu söylenen nükleer enerjide geri adım atılmasına yol açmıştır. Öyle ki, nükleer enerjinin yaygın olarak kullanıldığı Avrupa’da ülkeler birbiri ardına nükleer santrallerini kapatacaklarını, yenilerini kurmak isteyenler de bu planlarından vazgeçtiklerini açıklamaya başladı.
Çünkü, tehlike derecesi 7 kabul edilen Fukuşima nükleer felaketinin ardından 100 bin kişi evlerinden tahliye edildi ve Japon ekonomisi ağır bir darbe aldı. Kaza sonrası santralin 20 km’lik çevresi girilemez bölge olarak ilan edildi, denizdeki radyasyon seviyesi normalin binlerce katına ulaştı. Özetle, “Fukuşima Felaketi” nükleer enerjinin ne kadar tehlikeli ve öngörülemez risklerle dolu olduğunu bir kez daha ispatladı.
Buna bağlı olarak, 5 nükleer reaktör işleten İsviçre de yapılacak 3 yeni reaktör planı çöpe atıldı ve 2034’e kadar da tüm reaktörler kapatılması kararlaştırıldı. Almanya’daki 17 reaktörün en eski 7’si kapatıldı. Geriye kalan 9 tanenin de planlı bir şekilde 11 yıl içinde kapatılması öngörüldü. İtalya da yapılması planlanan 4 reaktörün referanduma gidilerek halk tarafından iptal edilmesi sağlandı.
Türkiye ise bugün itibarıyla hiçbir nükleer santrali olmayan bir ülke olarak, hızla nükleer santral yapma kararlılığında olan Avrupa’daki tek ülke konumundadır. Bu santralin ilki ise bizim hemen yanı başımızda Mersin ilinin Gülnar ilçesinin Akkuyu mevkiine yapılıyor. Uzunca bir süredir hazırlıkları yapılan bu nükleer santralin hayata geçirilmesi için geçtiğimiz yıl Akkuyu sahası AKP hükümeti tarafından imzalanan anlaşma ile Rus şirketine teslim edilmiştir. Santralın ne zaman devreye alınacağı tam olarak belli değilse de son olarak ÇED (Çevresel Etki Değerlendirme) raporu da onaylanarak yapımı için tüm önemli bir adım daha atılmıştır.
Ne var ki, yapılan bilimsel model araştırmaları sonucunda Akkuyu’da meydana gelebilecek olan bir kazanın 300 km’lik bir alanın felakete sürükleneceğini ortaya konmuştur. KKTC ile Akkuyu arasının sadece 90 km olduğu göz önüne alındığında ise adanın tamamı olası bir kazada yok olma tehlikesiyle yüz yüze kalacaktır. Oysa, santralin kurulacağı yer olan Mersin ilinin merkezine bile uzaklığı 133, Ankara’ya 424, İstanbul’a ise 664 km uzaklıktadır. Bu gerçekler ortadayken, Türkiye Cumhuriyeti tarafından “yavru vatan” denilen bizlerin bu sürecin tamamen dışında tutulması ve hiçbir söz hakkımızın olmaması kabul edilemez.
Avrupa Birliği yolunda ilerleyen bir ülke olarak Türkiye Cumhuriyeti’nin bu santral yapımı aşamasında uluslararası kriterlere uygun davranmadığı gün gibi ortadadır. Öyle ki, AB ÇED Direktifi gereği sınır ötesi (transboundary) çevresel etkisi olabilecek yatırımlar için sınır ötesindeki ülke ve bölgelerdeki halka danışma zorunludur. Ancak, bu direktifi mevzuatına uyumlaştırmayarak bu zorunluluktan kaçmaktadır. Yine de aday bir ülke olarak AB üyesi Kıbrıs halkına danışmalıdır. Türkiye Cumhuriyeti’nin bunu yapmaması bu konudaki başta ÇED raporu olmak üzere, yaptığı tüm uygulamaların göstermelik olduğunu ortaya koymaktadır. Bununla birlikte, herhangi bir kaza olduğu zaman ülkemize yansıyacak olan ekonomik, çevresel ve sosyal zararların kim tarafından, nasıl ve ne şekilde karşılanacağı da belli değildir.
Kaldı ki, kaza olmaması durumunda dahi en yakın coğrafya olarak Kıbrıs adası olumsuz etkileyecektir. Bu doğrultuda, patlamanın gerçekleşmese de nükleer atıklar kendi başlarına etkileri yüzyıllar süren ekolojik sorun teşkil etmektedirler. Sızıntı tehlikesinin her zaman var olması nedeniyle güvenli bir şekilde ortadan kaldırılabilecekleri söylenemez. Bu nükleer atıkların hangi yollarla taşınacağı nerede muhafaza edileceği ile ilgili mevcut bir bilgi de bulunmamaktadır. Yine ÇED raporunda santralın soğutma suyuna ihtiyaç duyduğu ve ısıtılmış suyu denize akıtacağı söylenmektedir. Bu nedenle bölgede oluşacak ekolojik değişiklerin bile Akdeniz için tehlike teşkil ettiği rahatlıkla söylenebilir.
Bu gerçeklerden hareketle, bizler hemen yanı başımıza kurulacak olan bu “nükleer bomba” ile ilgili olarak halkımızı ve KKTC yetkililerini uyarmayı bir görev addederiz. Hükümetimizi derhal bu konuya duyarlılık göstermeye ve Kıbrıs Türk halkının geleceğini tehdit eden bu santral karşısında AKP hükümetini uyarmalı ve projenin iptal edilmesi için talepte bulunmalıdır. Bu doğrultuda doğal çevreye, halk sağlığına ve ülkemizin geleceğine duyarlı tüm örgütlerle birlikte elimizden gelen her türlü ortak mücadeleyi sergileyeceğimizi tüm kamuoyuna duyururuz.