Ülkemizde 1974 yılından beri başa gelen hükümetler hep başarısız olmuşlardır. Öncelikle bir toprak sorununu ve dağıtımını bile adil yapamadılar. Bunu ele alanların çoğu yarı yolda kaldı, üstelik partizana, taraftara, yağ çekene büyük olanaklar verildi. Daha fazla onlar tazmin edildi ama mesela Güney’den bu ülkeye gelen göçmenlerin adeta bu tip bir dağıtımı sadece seyretmeleri sağlandı. Kendileri adına malların veya Kıbrıslırumlardan kalan malları paylaştıklarını gördüler. Yani en basitinden burada da adil bir dağıtım olmadı. Hadi şimdi o toprak paylaşımındaki, veya düzenlemesindeki sorunu bir tarafa bırakalım, en basitinden bir devlet dairesinde vatandaş memnun edildi mi? Genelde bu da olmadı. Hadi onu da bıraktım o devlet dairelerindeki adil terfi düzeni de bertaraf edildi. Hiç hakkı olmayanlar terfilere kondular ve o dairede çalışanlar maalesef ülkeye karşı güvenleri ortadan kaldırılırken, daire içinde olan çalışma yaşamı da tahrip edildi. Bir kere işin başından itibaren daha fazla biat edecek, boyun bükecek kişiler arandı ve en vasat ortamlar yaşatıldı. Yani başından itibaren iş beceremeyenler iş başlarına getirildi. Bu ülke maalesef bir de ondan yıkıldı. Ganimetçilikten başlandı ama bunun bir başka versiyonu sosyal yaşantıda artık etken olmaya başladı. Devleti soymaya kalkmak, vergi kaçakçılığı yapmak bir kabiliyet olarak görüldü. Çalan çırpan, karşısındakini enayi yerine koyan tipler ortaya çıktı. Artık ülkede parti tutmak bir ideali aştı. “Bana hangi parti daha fazla menfaat sağlarsa ben ondanım” dendi. Yani anlayacağınız arabanın dingili koptu. Henüz eğitimdeki dağınıklıktan bahsetmedim. Yani ülkenin içi dışı hep darmadumanken “Aslında bir enkaz haline gelen bir ülkede bu işler nasıl düzelir” demek de bir bakıma güç. Neyse eğitim konusuna da biraz gireyim: Çağdaş dünyaya uygun, değişen dünyada çağdaşlığı eğitimle nasıl yakalayacağız denmedi. Ülke aynen nasıl idare ediliyorsa her kurumda olduğu gibi eğitimde de dağınıklık sürmekte. Hani önceden planlama olayı yok. Ülkenin ihtiyacına göre çocukların yetiştirilmesi olayı hiç yakalanmadı. Almış başını gitmekte herşey. Eğitimde de öyle. Kollej imtihanlarıyla test usülü sınavlar, ülkede düşünce üretiminde ne duruma geldiğimizi izah etmektedir. Şu anda iki kelimeyle kendini ifade edemeyecek öğrencilere kavuştuk sayelerinde. Kitap okumak ortadan kalktı. Yazamayan, okuyamayan bir test sistemi çocukları yarattık. Bir sınıf inşaatının yaz ayında bitirilmesi gerekirken eylülde başlayan inşaatlarla adeta o okuldaki eğitiminin önüne geçilmesi aslında herhalde bize özgü bir durum. Ha, belki bir de Türkiye’de olabilir çünkü herşeyimizle Türkiye’ye benzemeye çalıştık ta başından. Türkiye’de vesayet rejimi biraz sesini kıstığı anda Türkiye’deki şikayetlerin ve karanlık olayların nasıl bir anda ortaya çıktığı da konuşuluyor şu anda. Ama diyorum, Türkiye bizden iyi çünkü şu anda hiç olmazsa orada birçok şey konuşulmakta.. Neyse eğitim diyordum. Ne yaptık eğitimde? Bana göre kocaman bir hiç.
Dedim ya ta başından beri bizler hep Türkiye’yi takip ediyorduk. Oradan yayılan resmi ideoloji aslında bizdeki yönetici kesimin de bir resmi ideolojisi oldu ve bizler aynen oralarda olduğu gibi tarihimizdeki karanlıkta kalmış birçok olayı gelecek nesillerden de halkımızdan da hep gizledik. İşte özgürlüğü gizlememiz, aslında ülkede de bir özgürlüğün olmadığını, demokrasinin maalesef göstermelik olduğunu ortaya çıkardı. Öyle bir sistem yaratıldı ki bu sistemde ülkenin bir baştan tazmin olacağı, üretimin yayılacağı, üretimin başlıca aktör olacağı, demokrasiyi de özgürlükleri de dumura uğrattık. Özgür bir demokratik ülkeyi oluşturacak kesimleri, partileri, aydınları da baskı altına aldılar. 1980’lerin sonlarında konuşanın bombalandığı bir ülke durumuna geldik; 1990’lı yıların ortalarında bu kısıtlama ve baskılar bir siyasi cinayetle noktalandı. Bu cinayeti bile çözemediler ilgililer.Amaç neydi biliyor musunuz? Aslında halkı bezdirmek, korkutmak ve pollitikaya katılıp ülkedeki statükoyu değiştirmesini engellemek. Ve başarıya da ulaştılar aslında.Üretimsiz, üretemeyen, sorunlarını çözemeyen bir ülke durumuna getirildik. Daha sonra da aşağılamaya başladılar bizi. Besleme lafı da bu süreçte söylendi. Bugün baktığınızda şöyle veya böyle Türkiye bazı düzeltmeler yapıp aradaki 90 yılı tekrar tazmin etmeye çalışıyor ve politikasından tutun ekonomisine ve eğitimine kadar kendini sınırlı da olsa düzeltme peşinde. Ulusal sorunlar tartışılıyor, özgürlüklerin durumu tartışılıyor, ve demokrasisinin tekrar düzelmesi için tartışmalar yapılıyor. Kör topal giden bir durumlar var Türkiye’de. Peki alt birim olan bizdeki durum ne? Bir üretimsizlik, sorunların üstesinden gelememe konusu almış başını gitmekte. Hiçbir sorunun üstüne gidilmemiş. Ekonomide 1974 yılında Güney Kıbrıs’ın %75 civarındaki üretim kapasitesi kalmış ama biz, az bir zamanda onu da halletmişiz. Aslında 1974 yılının ilk 20 yılından sonra tökezlemeler daha da çoğalmış.
Demokraside, ekonomide ve eğitimde de sınıfta kalmışız. Ben eminim bundan en az 30 yıl öncesinde eleştiriler geldiğinde düzeltme yoluna gidilse ve sorunlara çözüm yolu izlenseydi bugünkü yıkım içinde ve maaşımızı bile Türkiye’den sorar duruma gelmeyecektik. Peki Türkiye’nin kabahati var mı? Elbette var çünkü bu sorunları çözemeyen üstelik de çözmeye çalışanları da baskı altına alıp veya baskı altına almaya çalışanların arkasını sıvazlayan hep Türkiye’ydi. Vesayet demokrasisinin katkıları oldukça büyük. Devlet ve hükümetlerin bundaki katkısı ise hakeza. Türkiye derin devleti ve çetelerin 1990’lı yılların içinde ortaya çıkan çirkinlik ve kirlilikleri, Kuzey Kıbr ıs’ta yaptıkları ise belki de şu anda tümüyle bilinmiyor. Kimbilir kaç yıl sonra bunlar konuşulacak ve biz de bunlardan haberdar olacağız.
Kısacası Kuzey Kıbrıs’taki tüm birimleriyle bu geçmişten miras kalan hantal yapı bircik bircik yıkılıp tekrar inşa edilmeden, herşey yeniden oluşmadan başarı kazanamayacağız. Başaracaksak şimdiye kadar yapmadıklarımızı yapmak ve yeniden inşa etmeyi bilmemiz gerekecek. Çünkü durum aslında kötü…