ekolojiekososyalizmMichael Löwy’le Eko-Sosyalizm röportajı
yazarın tüm yazıları:

Michael Löwy’le Eko-Sosyalizm röportajı

Yeniçağ podcastını dinleyin

Michael LowyŞilili gazeteci Marco Alvarez, yazar Michael Löwy’le eko-sosyalizm, anti- kapitalist sosyal hareketler ve yeni enternasyonalizm üzerine bir röportaj gerçekleştirmiş. Zihin açıcı röportajda Löwy, son 25 yıla damgasını vuran neo- liberalizm karşıtı hareketlerin hakkını teslim ettikten sonra eko-sosyalizm kavramının esinlendiği düşünceyi açıklıyor. Löwy’e göre Marx, yalnızca Kapitalist üretim biçimini değil, üretim kavramına dair de radikal bir eleştiri sundu. Doğanın tehrip edilmediği, çalışmanın dışında, aşka, oyuna daha fazla zaman yaratmanın bir aracı olarak çalışma fikri, aynı zamanda üretimin de yeniden organize edilmesini gerektirir. Eko-sosyalizm, ihtiyaca göre, dayanışmacı, demokratik ve doğayı tahrip etmeyen bir modeli içerir ve bugünden itibaren yapılabilir ‘Paranın krallığını’ ortadan kaldırmayı hedefleyen bir dünya arzusuyla Löwy’le yapılan röportajı aktarıyorum.

Nuh Köklü

 

Marco Álvarez : Michael,Latin Amerika’da Marksizm (Alan Yayınları) kitabında, bölgedeki devrimci mücadeleleri üç periyoda ayırmıştın. 1920’ler, 1930’lu yılların ortasından Mariategui’den (Jose Carlos)  esinle El Salvador’daki ayaklanma, ardından gelişen Stalinist dönem, Sovyet hegemonyası, Küba devriminden sonraki devrimci dönem… Benzer klasifikasyona bağlı kalırsak, son yirmi beş yılın karakteristik özellikleri nelerdir? 

Michael Löwy. Güzel soru… Küba devriminden bugüne kadar gelinen süreci değerlendirmek zor, bir yandan 1990’larda Sandinistaların yenilgisi, El Salvador’da barışın imzalanması var ve buradan bakınca gelecek hakkında öngörü yapmak da zor. Başka bir pencereden bakarsak, 1959’daki devrimci dönem kapanmış olsa da son yirmi beş yılı, neo-lberalizm karşıtı mücadele olarak değerlendirebiliriz, zira neo-liberal ekonomiden çıkış arayan ülkelerin varlığına tanık olduk. İyi niyetli bir tezle 21.yüzyılın sosyalizminden bahsedebiliriz ve sosyal hareketliliklere bakarsanız ufukta umutlu bir geleceği görebiliriz. Bana göre son yirmi beş yılın bölgede öne çıkan karakteristik özellikleri;  1- Klasik sol hareketlerin sınırlarına varması ve Marksist referanslardan büyük savrulma 2- Solun seçim zaferleri -ki burada da sosyal- liberal Brezilya, Şili, Uruguay’daki hükümetlerle Venezuela, Bolivya ve Ekvador’daki anti- emperyalist hükümetler arasındaki farkı da görmek gerekir-

 

Şili’de 2011’den bu yana sosyal sınıflar arasında büyük bir keskinleşme yaşanıyor. Öğrenciler, yerliler hareket içerisinde sizce bu tip hareketlerin anti- kapitalist mücadele içindek değeri nedir? 

Şili’deki öğrenci hareketleri ve Mapuche’lerin eylemleri Latin Amerika’da son yılların en önemli hareketleri. Sanırım anti- kapitalist mücadele içerisinde yer alanlar, bu hareketlerin neo-liberal sistemle ilintisini anlayıp destek olmak zorundalar.

 

Marksizm tarihi içerisinde Walter Benjamin ve Rosa Luxembourg’un yetkin örnekler verdiğini ileri sürüyorsunuz. Şu andan bakıldığında hangisi güncel duruma uygun referanslar içeriyor? 

İkisi de sınıf mücadelesi düşüncesi temelinde ortaklık taşıyor. Rosa Luxemburg, pratik felsefe konusunda daha radikal; kolektif mücadeleye yatkın, sınıf mücadelesinin baskılardan uzakta geliştirilmesi fikrine bağlı, bu anlamda gerçek demokratik ilişkilerin, sosyal devrim konusunda kararların alınış biçimi itibariyle hala önemli bir referans noktası. Walter Benjamin, tarihin yeniden anlaşılması ‘yolundan sapmış fikri’ düzeltme noktasından bakıyor. Onun bakışı burjuva fikrinin reddidir ve bu anlamda solla iyi bir ortak paylaşımı var. Tarihsel gelişim içerisinde zihinleri körelten ‘gelişmeci’ eğilimin kırılması olarak görülmeli Benjamin’in düşünceleri.

 

Yakınlarda Daniel Bensaid’in Troçkizm üzerine yeni kitabı yayınlanacak. Siz de uzun zamandır Troçkist hareket içindeydiniz, Bensaid’in fikirlerini nasıl değerlendiriyorsunuz? 

Birçok fikrini paylaşıyorum, fakat bana öyle geliyor ki onun Lucien Goldmann’ın Marksist heterodoksi üzerine çalışmaları oldukça ilham verici, ‘melankolik iddia’ önemli bir kavramlaştırma. İddia, çünkü hiçkimse sosyalizmin kesin başarısını garanti edemez, devrimcilik geleceğe dair iddialı olmaktır, umut ederek, başarısızlığa kıyasla iddiayı hayatına uygulayarak varoluş şeklidir bu. ‘Melankoli’ kavramı (Bkz. İsyan ve Melankoli- Versus Yay.) ı) Rosa Luxemburg, Che Guevera, Troçki, Miguel Enriquez (Şili- MIR) hepsi devrimci, hepsi de öldürüldü.

 

Che Guevera üzerine de epeyce yazdınız. Sizin düşüncelerinizle Che’nin fikirleri nerede karşı karşıya geldi? 

Bu durum biraz Guevera’nın devrime bakışıyla ilgili. ‘devrimden başka yapılacak bir şey yok’ ona göre, diğer yandan Küba’daki durumu da benim için enteresan, zira Sovyet modeline alternatif bir sosyalizmden, daha fazla demokrasi ve Komünist etikten bahseder. Guevera’nın ‘kahraman gerilla’ olarak algılanması yanlış, o Latin Amerika’daki Marksist düşünce tarihi içerisinde önemli bir yerdedir. Öte yandan Marksist hümanizm algılayışı da dünyanın herhangi bir yerinde kişisel olarak mücadele edilmesi gerektiğini de ortaya serecek kadar nettir.

 

Devamlı enternasyonalist olduğunuzu vurguluyorsunuz. Sizce yeni enternasyonalizmin bugünkü anlamı nedir, hangi deneyimleri enternasyonalizm kapsamında değerlendirmek gerekir? 

Bana öyle geliyor ki Via Campesina gibi hareketler, yerel sınırları aşmış sistem karşıtı hareketler enternasyonalizmin yeni durumuna işaret ediyor. Dünya Bankası, çok uluslu şirketler, emperyalizm karşısında geçmişin enternasyonalist değerleri, anarşistler, 4. Enternasyonal’in savaşçıları, yeni sosyal hareketler birlikte yeni bir enternasyonalizm yaratabilir.

 

Eko-sosyalist bir alternatiften bahsediyordunuz ve bunun üzerine bir de kitap yazdınız. Nedir bu eko-sosyalizm? 

Eko-sosyalizm temelde Marx’ın ekonomi politik eleştirisinden mirasla, sosyalist programa geçişin eleştirilerinden temel alıyor, aynı zamanda Marksizmin üretim kavramına bakışı ve de yirminci yüzyılda ‘sosyalizmin inşaası’ -ki bana göre Marksist üretim kavramı Sovyet modelinde (anti demokratik, anti ekolojik) kesintiye uğramıştır- kavramları da eko-sosyalizm düşüncesinde birlikte değerlendiriliyor. Burada üretim fetişizminin eleştirisi, Marx’ın kapitalist üretim biçimine dair eleştirisiyle birlikte değerlendirildiğinde anlamını kazanıyor. Marx’a göre sosyalizmin asıl gerçekliği, ‘yalnızca iyi yaşam koşullarını üretmek için değil, gündelik çalışmanın değerini düşürerek politik hayata, eğitime aşka, oyuna zaman yaratmak’la olanaklı, bu yüzden Marx, kapitalist üretim biçimine dair eleştirisini radikalleştirerek, üretimin kendisine yöneltir. Kapital’in ilk cildinde Kapitalizmin çelişkilerinin yalnızca çalışanları değil, toprağı ve doğal zenginliği de tahribata uğrattığından bahsedilir, bu perspektif, geliştirilmeye muktedir bir alanı işaret eder.

Bu noktada Kapitalist üretimin ihtiyaç olarak belirlediği ya da ihtiyacı üreterek şekillendirdiği şemanın yeniden organize edilerek sunulması eko-sosyalist üretim biçimine geçişi ifade eder. Üretilecek ürünlerin, ihtiyaca göre, demokratik katılım yoluyla alınması, dayanışmacı yeni bir üretim modeli geliştirmek, dahası paranı krallığını ortadan kaldırmak için bu geçiş sürecinin şekillendirilebileceğini düşünüyorum.

 

Çeviri: Nuh Köklü

Kaynak: http://baslangicdergi.org/michael-lowyle-eko-sosyalizm-roportaji-cevirisi/ 

- Advertisement -spot_img
- Advertisement -spot_img
5,999BeğenenlerBeğen
796TakipçilerTakip Et
1,253TakipçilerTakip Et
362AboneAbone Ol

yazılar

Yeniçağ Podcastını dinleyin