Naim Pınar’ın 17 Mayıs 2015’de Poli’de çıkan Alpay Durduran ile 1980’lerde yaşananlara dair yaptığı röportaj:
1985 yılında artık Ana Kuzusu yeni anayasasını onaylamış ve yeni ismi ile ( KKTC) ilk genel seçimlere hazır hale gelmişti. 6 Nisan 1985 tarihinde ilk kez bu seçimlerde % 8 genel barajı uygulamaya konmuştur. Bu yasayla yıllar içerisinde UBP’de yaşanan güç kavgaları sonucu UBP bünyesindeki istifalarla oluşan yeni siyasi partileriyle siyaset sahnesine çıkan birçok politikacının önü kesilmiş oluyordu. 1985 yılı içerisinde Kıbrıslı Türkler 5 Mayıs’ta Anayasayı oylamış, 9 Haziran’da Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin yenilenmesini yaşamış ve en nihayetinde de 23 Haziran’da genel milletvekilliği seçimlerini gerçekleştirmiştir. Bir yıl içerisinde tam üç kez sandık başına giden, seçim yorgunu seçmenin ekonomik durumu ise gittikçe kötüleşmekteydi. İşte bu ortamda seçimden birinci parti olarak çıkan UBP, 24 milletvekili çıkarmış ve 12 milletvekili çıkartan TKP ile koalisyon hükümeti kurmuştur. Siyasi tarihimize I. Eroğlu Hükümeti olarak geçen UBP-TKP koalisyon hükümeti bir yıl içerisinde 11 Ağustos 1986 tarihinde TKP’nin hükümetten çekilmesiyle son bulacaktır.
1980’lerin başından itibaren dünyada yaşanan ekonomik kriz ve “Ana”daki askeri darbe neticesinde oluşan sıkıntılar “Ana Kuzusunu” olumsuz etkileyecekti. Askeri darbenin ardından önce DPT müsteşarı olarak görev yapan Turgut Özal, gerek ekonomik konuları ele alış şekli gerekse de ABD’nin desteğiyle darbe sonrası “demokrasiye” geçişte Başbakan olarak siyaset sahnesinde bir yıldız gibi parlamaya başlayacaktı. Siyasi astronomlar tarafından keşfedilen bu yeni yıldızın kuzey Kıbrıs’ı da aydınlatmaması kaçınılmazdı.
Başbakan Özal, kısa süre zarfında Türkiye’de kapitalist ekonomik bir yapı kurma yolunda hızlı adımlar atacaktı. Bu bağlamda Türkiye’nin ekonomik temelini yeniden kurmaya koyulan Özal, hem bürokrasiyi azaltma ve hem de birçok uzvu işlemez hale gelmiş, verimsiz hantal yapıyı küçültme, sürekli zarar eden devasa boyuttaki kanserleşmiş organizmalar durumuna düşen Kamu İktisadi Teşebbüslerini (KİT) Özelleştirme ve devletin ekonomiden elini çekme gibi hedeflerinin kısa ve çarpıcı bir ifadesi olarak ‘devleti daha işler, daha verimli, daha etkin ve daha güçlü hale getirmek’ manasında söylemiş olduğu siyaset literatürüne geçen o ünlü “devleti küçültme” tabirini kullanacaktır.”1 Özal, Türkiye’nin karanlıktan aydınlığa ancak rekabete dayalı liberal bir ekonomiyle çıkabileceğine inanmıştı. Özal, daha DTP’ye müsteşar olduğu zamanda Özal’ın en büyük destekçilerinden iş insanı Sakıp Sabancı, o dönemde bu durumu ifade için: “Turgut Özal, Plânlamaya gelince sanki bir rüya gördük, bir rüya gerçekleşti. (…) Çok sevdik, çok sevdik, çünkü inim inim inliyorduk. Turgut Özal’ın rüzgârıyla akıllı düşünceler, fikirler geldiği zaman beni etkiliyordu” demekteydi.2 Özal, tüm bu liberal planlamaların gerçekleşmesi için bir ekonomik pakete ihtiyaç olduğunu savunarak iktidara gelmişti. 6 Kasım 1983 Genel Seçimlerinde 211 milletvekiliyle tek başına iktidara gelen Anavatan Partisi (ANAP) Genel Başkanı Turgut Özal, 13 Aralık 1983’de Hükümeti kurduğu andan itibaren Türkiye’yi liberal fikirleriyle şekillendirmeye başlayacaktı. Kuşkusuz “Ana Kuzusu” da bundan nasibini alacak, Özal’ın kuzey Kıbrıs’a bakışı da bu bağlamda olacaktı.
1985 yılında kuzey Kıbrıs’ta iktidarda olan UBP-TKP koalisyon hükümeti Türkiye’deki bu gelişmeler karşısında “Ana Kuzusu”nun daha güçlü bir yapıya kavuşturulması için tabii ki boş durmayacaktı. Tek sorun kuzey Kıbrıs’ta yapılan veya yapılacak her hamlenin “Ana”dan genetik aktarım gibi kopya edilmesinin ciddi sıkıntılar doğuracağı gerçeğiydi. Özal, daha önce Ecevit hükümetinin 1974 sonrası kuzeyde kurdurduğu KİT’lere çağ dışı yapılar olarak bakmakta ve kuzey Kıbrıs için “Prenslerine” bir ekonomik paket hazırlatmaktaydı. Özal’ın ekonomik programına uygun çalışmalar yürütecek ve “Daha Güçlü Bir Yavruvatan” sloganıyla kuzey Kıbrıs’ı yeniden dizayn edecek olan bir heyet kuzey Kıbrıs’taki UBP-TKP koalisyon hükümetini ziyaret ederek “istişarede” bulunacaktı. İşte bu dönem de TKP Milletvekili olarak parlamentoda yer alan Sayın Alpay Durduran ile yapmış olduğum söyleşide yaşanan ekonomik sıkıntılar ve “Ana”nın yaklaşımları hakkında ortaya koyduğu açıklamalar siyasi tarihimiz açısından ders niteliğindedir: “Bu paket konusu ve paket adı 1980’lerin başlarında kullanılmaya başlandı. Türkiye’de Özal’ın müsteşar olması ve sonrasında başbakan olması nedeniyle bu paket sözünü de o kullanırdı: “Bir ekonomik paket” derdi. Paket deyimi bizde de kullanılmaya başlandı. Daha önceden de Kıbrıs için genel kararları, uygulamaları, müdahaleleri yok muydu, vardı: Bütün bu KİT’leri kuran, ekonomik rejimin çatısını oluşturan kararlar, hep Türkiye de alındı. Fakat bunun başarısız olduğu ortaya çıktı. Nedeni de; böyle bir ekonomik çatıya karşı olan bir iktidarın bulunmasıydı kuzeyde. Çünkü bu iktidar KİT’lere inanmayan, karma ekonomiye karşı olan, kapitalist bir anlayışa sahipti. Bu yüzden, başarısızlık kaçınılmazdı ve o şekilde oldu. 1981’den sonra bir önemli değişiklik yapılması gerektiğinde, paketin tanımı olarak, paketin bir bütün olması, hepsinin, her unsurunun uygulanması, başarının şartıdır değerlendirmesi yaptık. Bu da genel kabul gördü. Özal’da bu iddiadaydı. Ve dünyada da ekonomik büyük bir kriz vardı. O krizden çıkma çabalarına hep bir paket sözü ile cevap verilirdi. Paket olacak, paket, tüm unsurlarıyla uygulanacak, 6 ay içerisinde krizden çıkarır bir ülkeyi, inancı vardı. Tabii böyle bir paketin tam olması ve tam uygulanması çok önemli bir yönetim disiplini gerektir. Organizasyon gerektirir. Bizde ise böyle bir şey yoktu. TKP-UBP koalisyonu kurulunca, daha önceden Türkiye’nin burada uygulatmaya çalıştığı politikaların derli toplu, bir paket halinde hazırlanmaya başlandığı şeklinde duyumlar aldık. Ama aynı zamanda TKP’de ekonomik tedbirleri içeren bir paket, hazırlanması isteğini ortaya koydu. Ve bu paketi hazırlama görevini alanlardan biri de bendim. Bu paketi hazırladık. Hala daha kopyası bende bulunmaktadır. Bu paketi, bugün de savunurum. Bu paketi hazırladım, partiye verdim. Çünkü benim hükümetle bir ilgim yoktu. Hükümete karşı da soğuktum. Yani hem böyle bir koalisyonun kurulmasına karşıydım. Hem de başarısız olacağına inanıyordum. TKP böyle bir paketi onayladı. Koalisyon ortağına ve hükümete sunulmak üzere hazırladı. Ben, bir bakan değildim. Bakan olmamama rağmen bakanlar kuruluna sunmak üzere beni yolladılar, takdim edeyim ve savunayım diye. Hükümete bu paketi ben sunduğumda, bizim bu konuda bir hazırlığımız yok, onun için bize müsaade edeceksiniz, bizde alternatif görüşümüzü hazırlayalım ve müzakere edelim dediler. Bunun üzerine de UBP, Maliye Bakanlığında bir başka paket hazırlattı. Ve bunu görüşmeye başladık. Bizim hazırladığımız pakette çok radikal tedbirler vardı. Mesela, Türkiye bile faizleri, serbest bırakma baskısı yapıyordu. Biz ise buna karşıydık. Türk lirası milli para olarak kullanılmaktaydı ve biz bu faizlerin serbest bırakılmasına karşı çıktık. Biz bu görüşmeleri ortağımızla yaparken, Türkiye’den bir heyet geldi: Özal’ın gelmesinden önce, Türkiye’deki ekonomi politikasını burada uygulamak için basında “Özal’ın Prensleri” diye bahsedilen, prensleri geldi ve onlarla bu konuları konuştuk. Bu görüşmeleri yapmak için yine partim beni görevlendirdi. Ben, orada bizim paketi savundum. Bana dediler ki, sizin paranız yok, siz para basmaya kalksanız felaket olur. Arjantin’den beter olursunuz dendi. Bu bizim disiplinimize bağlıdır, dedim. Eğer mali politikaları disiplinli bir şekilde sürdürür ve açıklar vermezsek neden olmasın dedim. Böyle bir çöküş olmaz parada dedim. Size kimse para vermedi dedikleri zaman, örneğin bir konuşmamız şöyle oldu: Biz, Avrupa Konseyi Parlamenterler meclisi toplantısına girerken orada şikâyet ettik. Bize kimse bir kuruş para vermiyor tanınmamış olduğumuz için, onun için sıkıntılarımız vardı dedik. Bir daha ki toplantıya bize 200 milyon dolar elektrik santrali maksatlı bir konsültasyon kurarak kredi vermeyi teklif ettiler ve bu Avrupa’nın standartlarında uzun vadeli çok düşük faizli bir krediydi. Hatta bu prensler esprili bir şekilde, biz size elektrik santrali yapalım, siz bize 200 milyon dolar verin dediler. Bize işte böyle teklif de var dedik. Ama arkadaşlarımız reddetti. Neden? Geriye iade edemeyeceyik derlerdi. Ne demek geriye iade edilemeyecek. Elektrik santrali yapılacak, elektriği satacaksın ve topladığın parayla borcunu ödeyemeyeceksen, ne duruyorsun orada hükümet olarak. Bize verilmez diye bir şey yoktur. Biz Türk lirasını milli para olmaktan çıkartalım, serbestçe diğer dövizler gibi Türk Lirası’da sizin dediğiniz gibi istediği gibi dalgalansın. Faizleri serbest bırakın deyinceler, biz buna karşıyız dedik. Bir tavanı korumak istiyoruz dedik. Biz bunları görüştük. Ve hatta bize; siz bizim önerilerimizi kabul edin, size bir liman yapalım ve alternatif bir hava alanı yapalım dediler. Yani bir tür rüşvet teklif ettiler. Dedik ki hayır, biz bu önerileri savunuyoruz. Daha birçok madde vardı böyle. Sonunda bu müzakereler tamamlanmadan Sayın Özal geldi, elinde paket; ya bunu kabul edersiniz ya da alternatifiniz bulunur dedi.”3
Sayın Alpay Durduran ile yapmış olduğum söyleşide karşımda gerçek bir yurtsever, bilgili ve donanımlı bir politikacı gördüm. Son yıllarda TC Hükümet yetkililerince, Kıbrıslı Türklerin zaman zaman besleme, zaman zaman da beceriksizlikle itham edildiğini gördük. Sayın Durduran ile yaptığım sohbet sırasında bana “Koçi Bey Risalesi”nden bahsetmesi beni oldukça etkiledi. Bunu yazmadan geçemezdim. Lisans eğitimimin Tarih üzerine olmasından ötürü Koçi Bey Risalesini okumuştum. Fakat birçok aktif siyasetçinin bilgi eksikliği düşünüldüğünde bu kadar değerli bir insanın ülke gençlerine vereceği çok değerli siyasi bilgi ve katkılar olduğunu söylemeden edemezdim. Sayın Alpay Durduran’ın bu ülkenin olumsuz şartlarına ve çıkmazlarına karşın bu topraklarda yetişmiş çok değerli insanlarımızdan biri olduğu bir gerçektir. 28 Haziran 1981’de TKP’nin genel başkanı olan Alpay Durduran milletvekilliği seçimleri sonucunda muhalefetin iktidara gelebileceği bir aritmetikte kendisine Cumhurbaşkanı Denktaş’ın hükümeti kurma görevini vermediği dönemi ve TC’nin buradaki tahakkümü hakkında bakın ne demektedir: “1981 seçimleri sonucunda 40 sandalyeli meclisteki tablo; UBP 18, TKP 13, CTP 6, DHP (Demokratik Halk Partisi) 2 ve TBP’de (Türk Birlik Partisi) 1 olmak üzere şekillenmişti. Nihayetinde, muhalefet iktidara gelebilirdi. Türkiye’den Başbakan Bülend Ulusu’nun müsteşarı gelmişti. TC Elçiliğinde toplandık. Orada Kolordu Komutanlığı yapmış Faik Güneri Paşa’da vardı. Bize dediler ki; Biz yanlış yaptık. Böyle bir şeye karışmamamız lazımdı. Seçimde hangi parti çıkarsa milletvekili de olur, hükümete de gelebilir. Artık buna itirazımız yoktur. Değiştirdik politikayı dediler. Dedik ki UBP ile hükümet kurmak istemeyik ve falan filan diye konuşuruk, nedeni şudur budur diye anlattık. Bize dediler ki, ama niçin korkarsınız bu işten? Ne yapmak istiyorsunuz da UBP bizimle beraber karşınıza çıkacak ve başarısız olacaksınız dersiniz. Anlat bize dediler. Biz de yapmak istediğimizi anlattık kendilerine. Anlatınca, baktılar bizim işimiz ciddi. Biz bu memleketi yönetmek istiyoruz, hükümetin yetkileri ne ise o yetkileri kullanmak istiyoruz biz. Bunu görünceler ne hale geldiler; hem dedi parayı vereceyiz hem de düdük çalmayacak mıyız yani. Ben de lütfen dedim, ben sizden para istemedim. Biz sizden para istemiyoruz. Lütfen bize yardım yapmayın. Çünkü Kıbrıs’taki kilometre kareye düşen yatırım sermayesi Türkiye’nin ortalamasından yüksektir. Biz sizden daha iyi durumdayık. Ve siz bize yardım yapacaksınız! Bizim tek bir sorunumuz vardır, biz borçlanamayız. Uluslararası tanınmışlığımız olmadığı için uluslararası bir yerden bir kredi alamayık. Elektrik santrali Rum tarafında, oda bize diyor ki; benim imkânım kalmadı, size daha fazla elektrik veremeyeceğiz. Onun için bir santrale ihtiyacımız var, dedik. Bir santral için destek istiyoruz. Ya siz bize kefil olun borç alalım ya da siz bize borç verin veyahut da bağış yapın, bu elektrik santrali kurulsun, dedim. Ve lütfen bize yardım yapmayın dedim. Böylelikle, UBP ile koalisyon teklifleri de ortadan kalktı ve UBP tüm tekliflerimizi de ret ederek entrikalara başladı. Yani senin yardım almamanı istemez ya Türkiye, yardım almanı ister. Bağımlı olmanı ister…”4
Kuzey Kıbrıs’ta Türkiye’nin siyasi ve ekonomik müdahaleleri günümüze değin devam etmiş ve bunun sonucunda da bugünlere gelinmiştir. Haftaya TC Yardım Heyeti’nin yapısı bağlamında “Ana-Yavru” ilişkisini ele alacağız…
DİPNOTLAR
1. Mehmet Ali BİRAND ve Soner YALÇIN, The Özal, Bir Davanın Öyküsü, Doğan Kitapçılık, İstanbul, 2001, Sayfa 331-340 ve 386’dan naklen http://eprints.sdu.edu.tr/585/1/TS00669.pdf
2 Mehmet Ali BİRAND ve Soner YALÇIN, The Özal, Bir Davanın Öyküsü, Doğan Kitapçılık, İstanbul, 2001, Sayfa. 35-37.’den naklen http://eprints.sdu.edu.tr/585/1/TS00669.pdf
3-4Alpay Durduran ile yapılan söyleşi, 5 Mayıs 2015, Lefkoşa,
Gazeteler
Günaydın Kıbrıs, Özal Korkusu, 1-8 Temmuz 1986, Girne Milli Arşivi, Kıbrıs
Günaydın Kıbrıs, “Hoş Geldiniz, Daha Güçlü Yavruvatan İçin”, 1-8 Temmuz 1986, Gi