İnsan yazı yazmaya başlarken bulunduğu ortam oldukça etkileyici konumda olur. Siz deniz sahilinde dalgalar vururken, duyulan doğa tınısı ile konuları işlerken; evinize kapanarak, sessizlikte konuları toparlayıp yorumlamak isterseniz; Konuyu işlerken, duyulacak hafif bir ezgi sesinin yansıtılış kelimlerine dokunurken, yaptığı vurgu kayışı; gürültüde olma veya kızdığınız anda yazıya sarılırken makale yazmanın değişken etkileri elbet vardır. Buna ek olarak; işleyeceğiniz konuyu tasarlarken, elinizdeki bilgilerin boluğu ve yaşanırken bunları hissederek içeleştirilme konumu da yazınızda zengilik olarak belirlenir. Ancak: popilizmin rüzgarı ile yağ çekmenin biçilmesi ile siz makalenizi örüp, birilerine yaranmadaysanız: yazınız okunur ve kısa zaman sonra da unutulur. Geriye popilizmin rüzgarı ile içi b oş övügler sıralanıp devam eder. Galiba yazıyı yazarken bulunduğum sesiz ortam, dışarıdaki ısınan havanın buharı biraz kendimi sarsmış gibi, direk yazının konusuna dalamadım! Fakat kafam dolu. Öyle olgular yazmak isterim ki: demeğin gitsin! Bunları ufak bir makaleye nasıl sığdıracağımın da biraz şüpesi vardır. Yine de konu yerine sağa sola savrulup, bazı kendimce önemli olgulara dokunup makale sınırını daraltmaktan da geri durmuyorum. Buda beni ben yapan yerine göre olduğum koşulaların gerçeği…
Biz Kıbrıs adasında yaşıyoruz. Bize öğretilenlerle etrafta olanların çelişkisini yaşamaya devam ediyorum. Bizlik günceler ile etrafın kaynama gerçekleri arasına sıkıştım. Fakat bizlikler dediğimiz çevremiz hala olanlarla değil, sunulanlarla yaşamaya ve kalemlerini, klavyelerini oynatmaya devam ediyorlar. Hangisinden başlasam sorusu elbet her zaman vardır. Tıpkı hangi konuyu önceliğe koyma ikilemi gibi…
Hafta içi Anadoludan bir uçak kalktı. Biliyorsunuz: Türkiyede seçimler dönemi hem de inanılmaz antidemokratik kuralalr, kontrolu gerilim ve özelikle yasa tanımaz bir sarayla hızla son günelrine doğru geliyor. Ama bir uçak kalkıyor ve Kuzey Kıbrısa geliyor. Kısa zaman başka uçakla Çavuşoğlu geldi… Onun bazılarına “bal atan” sözleri ile “çözümlü” zehirlenmesi kolayca gündemleştirildi. Bol bol mahşetleşti! Fakat yine Türkiyeden bir bakan adaya geldi. Fazla şamatalar olmadı. Şamata ve gösteriş eksik olunca da; elbet kararlar da pek algılanmadı. Zaten en vurucusu şu oldu: “Limanlar özeleştirilecek* Mağusa limanı ilk olarak bu adımda yerini aldı”! Kısaca: Limanların peşkeşi ve dış sermaye devri imza ile yola düştü. Elbet şimdilik pek algılayıp konuşan yok* Mahşetlere düşmemiş, sendikalar ses vermemiş ve partiler girilen girdaptan başlarını uzatıp tavırlarını söylemediler hala! Tabi yazımı yazdığım ana kadar…
Biliyorsunuz: Kıbrıs sorununda artık şu ilke hep vardır: Uluslar arası anlaşmalarda şirketlerle yapılanlar hukuki olarak kabulenilir: Bundan dolayı tıpkı Ercan veya Tinbu hava alanı gibi limanları da alan, Kıbrısda neisterse olsun, sahipliği eyer Uluslararsı şirket ise; yasadışılık kirterine takılmayacak! Akbabalar zaten sırf mülkiyet sorunu da olmasın anlamında; kamusal yerleri bir protokol ile ele geçirme süreci hep vardır ve şimdilerde dğeişik isimlerle de hız verildi. Şanlı Kıbrıs halkı hala bunların farkında değil; brakın farkında olmayı: uygulanan yönetsel arpalık politikası nedeni ile, bu kamusal yerlerin özeleştirilmesine kendine dokunulmadıkça alkış tutma duruşuna çoktan gelindi…
Halay çekme, tango oynama ile Kıbrıs sorununda yine bildik ama oyuncuları değişen film yeniden sahnede iken; kendinizi deniz kenarında suları seyreder görürken, Akdenizin binlerce mülteciyi nasıl yutuuğuna, başka şekilde ise bizde de olduğu gibi karaya çıkarılıp, onların paralarını yolarak nasıl birilerinin kazandığını da düşünmeden edemiyorum. Gerçekten Akdeniz cesetlerle dolup, bunlar mülteci veya göçmen adıyla Avrupaya umut yolculuk yapmak insanlar olarak tarihe kara leke gibi girdiler.
Deniz boğulanların acı dramları ile yükselen dalgaların sesindeki insanlık çığlıklarını örterken; Gözünüz etrafındaki ülkelere bakınca da; yükselen yangınları, yapılan katliyamlara tanık olur!Marksın birzaman “din afyondur” cümlesinin Ortadoğudaki kanıtıyla, oluşan yangına tanıklaşırız. Dahası dinin siyasalaşarak otoriterleşince neleri kaybetirdiğini de bizat Türkiyeden örneklerle buluşarak anlarız. Elde kuranla seçim meydanda olanların öfkeyle söylenmesini görürüz.
Türkiye bilinen, kendisi yasaklayarak örtüleceğini zanedip, ancak AB parlementolarında dahi konuşulan; yalanlar la yapılanın örtülme refleksinin bir resim ile nasıl çarpılıp gerçekleri fışkırdığına tanık olduk. Gerçi burada Türkiye resmi eksen dışına pek çıkılmak istenmeyen bir adacık odası oluşturuldu! Amma dileyen anladı…
KonuCan dündarın Cumhuriyet gazetesinde yayınladığı MiT tırları resminden söz ediyorum. Hani savcı ve jandarmanın durdurtup aramak istediği, başta Erdoğanın köpürerek durdutanları hapsetiği ve şu önemli yalan la: “MiT tırları Türkmenlere yardım getiriyodu” değişi ile başlyaan dönemin; yayınlanan resim ile herkesin bilip söyleyemediği gerçeklerin ortaya serilişine tanık olduk. Ama ayni yanlış yeni yalan ve baskı tehditlerle devam ediliyor. Hata Erdoğan sanki Cumhurun sırrı ortaya serilmiş gibi de “dava açtı”! Öyle bir dava: istediği asronomik ceza ile daha bir travma oluştu. Aslında Türkiye politikasının iç tutumu, Ortadoğu hamlelerinin aynasıdır karşımıza getirilen…Bu resim ile nerden nereye gelinmesinde dinin önemi ile siyasal eksene koyuşunun bilimsel labratuvarında kendimizi bulduk. Ama bolca “çözüm” laflarını atanlar; nedense Kıbrıs da Türkiye gerçeğini ve günümüz politkasını yanına koymak istemiyorlar. Tıpkı bölge politikasında olanlarla, AKP aşıklarının çizdiği “barışçıl kin” resmi gibi…
Kazara birkaç gün sonrası Türkiye seçimlerini düşünüp, olabilecekleri kuşkularla seslendirirseniz: Kuzey Kıbrıs medya yelpazesinde pek yeriniz yoktur. Siz “gelgit partisinin” gelgit söylemcisi Serdarın ağzından çıkanla güncel yorum yapıp veya bildik Mehmedalinin yeniden CTP lideri olup da yine kendinin dahi inanmadığı lafları ile yorum yapıp sisteme dokunmadan devam edin…
Kazara gözleriniz doğuya dalıp Suriye kaygan zeminine; Kürt coğrafyası ile IŞİD çatışmalarına, yeni itifaklarla bölgedeki kağosu görme zahmetine karışmayın. Size birileri yeri geldikçe ezberlerle algı oluşturma nöbetine de hazırdır. Boşuna onca ünübersite kurdurtup, buradan “uzmanlar” çıkarılmadı! Olmaz sa, kuzeydeki ekranlara çıkma heycanında olan Güneyden gelecek Türk “akademisyenler de” sırada bekliyor!