Türkiye bir yönetim krizi ile seçime gidiyor. Ülkede medya ve siyasilerin ilgilendiği konulara bakarsak hukuktan daha fazla etkili olan ve “zihniyet” diye anılan olgunun ne olduğunu anlayabiliriz. Bu olgu bizim için de geçerlidir. Onun için düşüncemi yazmaya çalışacağım.
Hukuk yaptırımın olmasıyla yaşama geçer. Yaptırım yoksa hukuka aykırıdır diye kamuoyu yaratıp yaptırım yaratmak hukukun üstünlüğünü isteyenlerin desteğiyle olası olur. Ama zihniyet ortadan kalkmaz. Örneğin ülke kültüründe amir memur ilişkisi askerde olduğu varsayılan gibi anlaşılıyorsa en yüksekte bulunanın her şeyden sorumlu tutulması siyasi olsa da ayrım yapılmadan siyasi dışında suç işlemeyle denk görülmesi yüzünden hukuku yaralar. Bu yüzden madem yukardaki siyasi olarak sorumludur, her açıdan da sorumlu olur ve dolayısıyla emir verme hakkı da olmalıdır.
Daha dün Akıncı için teminat verenler bugün hükümetin atama yetkisini kullanarak atadığı kişileri reddetmesini şiddetle istemeye başladılar. Onların teminatlarının hemen ortada kalmasının kendileri için güvenilmezlik yaratmasını bir tarafa bıraksak da (öyle yanıldılar, kendilerine göre Akıncı yetkili idi ve onun ben önleyeceğim demesini senet saymışlardı) Akıncı’nın reddetme yetkisinin olmadığını, kendi yetkili göstermesinin oy avcılığından başka bir anlam taşımadığını söylemek zorundayım. Esas olan hukuk devletinin ne dediğidir. Seçimde atıp tutanlara inanmamak seçmenin görevidir. O kadar. Bunun için neye inanacağını bilmeyen oy kullanmasın diye demokrasiye alternatif arayanlar bulamamışlardır. Hukuk devleti ise daha önce yazdığım gibi hiç kimseyi, kendisine gerekçe gösterme yani gerekçeye dayanma gereği olmadan görevine son verilebileceği yasal olsa da hukuk yani başka yasa ve anayasaya göre hiçbir kamu makamı kamu yararına olduğunu gösteren bir gerekçeye dayamadan karar alamaz der. Bu kurala aykırı hareket edemeyeceği için görevden gerekçesiz alamaz. Bu gerekçe ona verilmeyebilir ama dava konusu olursa mahkeme emredebilir ve gerekçe verilmek zorundadır. Çünkü mahkeme kamu yararına aykırı mı değil mi incelemekle görevlidir.
Hiçbir kimsenin yargıya başvurma hakkı elinden alınamaz kuralı anayasadadır. Mahkeme yasanın gerekçesiz görevden alma yetkisi vermesi de gerekçeli karar alma zorunluluğu da yasaldır onun için onlara göre karar verecektir. Bu yetkisi bir yasayla engellenemez.
Bu hukukun içindedir ama zihniyetimize ters düşer. Bir yasada bir yetki gördük mü hemen kullanmaya ve kullanma hakkını tanımaya hazırız.
Bu düşüncelerle CHP başkanı Kılıçdaroğlu televizyonda sorgulanırken bazılarına göre zor duruma düşmüş veya kaçamak yanıt vermiş gibi görülebilir ama doğru davrandı. Erdoğan’ın yargıç ve savcıları darmadağın eden üst kurulların atama ve yetkilerindeki değişikliklerle gelinen noktada ne yapacağını anlatırken dedikleri hukuk devletine yakışan şeylerdi. CHP iktidara gelirse AKP gibi yandaşları tepeleme veya siyasi gücü yolsuzlukla savaşmak için kullanmak anlamında hesap sorma vaatleri verme gibi sözler söylemedi. Objektif davranma olanağı verme ve hangi siyasi görüşte olursa olsun o şekilde davranmayı becerenlere dokunulmayacağını söyledi. O gitti bu geldi diye yönetimi altüst etmekle çok büyük zararlar verildiğini ve kamu kurumlarının deneyim kazanmasına fırsat verilmediğini belirtti.
Kamu kurumları deneyim kazanmalıdır. Yoksa insan fani yurttaşa hizmet verecek deneyimli bir kurumun kalmamasının acısını şimdi çekiyoruz. Yarın da çekmeyelim dedi. Hesap soracağız diye cadı avına çıkarsak devlet hizmeti olgunlaşamaz görüşünün önemini nihayet Türkiye’de işittik. Seçilenler kendileriyle çalışacak olanları belirlemeli diyen zihniyetin ne kadar sakat olduğunu artık konuşamaya başladılar.
Arada meclisin demokratik hukuk devletinde olması gereken şeklini de konuşmaya başladıkları ortaya çıktı. Mecliste bir komisyon kuracağız ve başına muhalefeti getireceğiz dedi. İktidarımızı denetlemekle meclisteki muhalefeti görevlendireceğiz dedi.
Türkiye şimdilik demagojik bir siyasete batmış durumdadır. Din istismarı en büyük koz ise o ülke orta çağdadır demektir. Ama diyalektik işaret ediyor ki şimdiki durumun çelişkisi kendi içine vardır. O çelişki büyük bir olay olup da gecikmeye neden olmazsa yakında etkisini gösterir.
Türkiye’nin en büyük sorunu başını İslam fraksiyonlarının (bölüngülerinin) çare gibi ortaya çıkmasının kendisine yapabilecekleridir. Belçika’da bile Türk gençlerinin IŞİD’e hoş görü ile bakmaları büyük bir tehlikenin kapıya dayandığını gösteriyor. IŞİD, Irak eski rejiminin güç elde etme meraklısı deneyimli askerlerinin desteğiyle bugüne geldiğini biliyoruz. Yani İslam bölüngülerinden başka çıkar guruplarının da birleşmesi olasılığı var. Yasanın peşine düşebileceklerinin desteği de hesaba katılmalıdır.
Dindar biri günah diye çıkar peşine koşmaz diyenler hep yanıldılar.
Irak cumhurbaşkanı IŞİD ile uzlaşılamaz dedi. Ya onlardan birisi olacaksın yani halife dediklerinin ve adamlarının sultasına boyun eğeceksin ya da öleceksin dedi. Onun için Elnusra farklıdır sanılıyorsa işin sonu yok IŞİD Elnusra’nın da icabına bakıp emri altına alır, ama almasa da Elnusra IŞİD’e benzer. Şimdilik kendi gibi olmayana ses çıkamayacağını ama zamanı gelince düşüneceğini şimdiden açıkladı bile…
Türkiye zamana karşı savaşa girdi. Demokraside çareler var. Bulmasını beklemekten başka çare yok.