Geçen hafta UBP ve CTP’nin yeni hükümeti kurmasıyla bilhassa solcuyum diyen veya geçmişte CTP’ye bel bağlamış birçok insan kırgınlığını belli eden bir tavır içine girdi. Fakat sankide CTP, ta başından beri ilkelerine sadık solcu bir partiymiş gibi herkes verip veriştiriyor ve CTP’nin soldan saptığını söylüyordu. Aslında ilk önceleri 1970’lerde parti kurulduğunda sağ çizgiden tutun, Kemalist, sağcı, demokrat kesimlerden bir tayıf yapısındaydı CTP. Daha fazla enklavlar içerisindeki despotluğa veya BEY yönetimine karşı burjuva ve orta burjuva sınıfsal kökenli insanlar kurmuşlardı partiyi. Partiye sempatizan olan, 1968’li ve daha genç üyeler ise gene eski İGD sempatizanı revizyonist , oportünist ve Sovyet dejenerasyonundan ideolojik olarak etkilenmiş, Marksizmden uzaklaşmış, Stalinist ideolojiden gelen kesimlerdiler.CTP, 1970’li yıllarda kurulduğunda nasıl ki solcu değilseydi, 1974 sonrasında da aslında solcu değildi, çünkü CTP,hiçbir zaman kendi kendisinin özeleştirisini yapacak bir dinamizm içine girmedi. Bu yapıdaki bir partinin, bu bozulmuş ideolojik yapısıyla, demokratik merkeziyetçiliğin bir ürünü olan özeleştiri çarkını döndürmesi de beklenemezdi. 1974 sonrası, CTP ile diğer mecliste sol gösteren partiler de aslında solcu değillerdi. SSCB’yi örnek alan CTP’liler, belki bilinç eksikliklerinden, belki de ideolojilerinden ötürü, ona tabu olarak bakmışlardı, yoksa SSCB, çoktan amaç ve ilkelerinden kopmuş, sadece despotlukla yönetilen, ismi sosyalist ama gerçekte değil, kendinden menkul , baskıcı ama Marksist olmayan bir ülkeydi ve eğer gerçekten, Marksist ideoloji çerçevesinde bir araştırma yapılsaydı, sadece proleteryanın despotlukla baskı altına alındığı bir ülkeydi SSCB, yani Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği… 1917 devrimi çoktan saptırılmıştı. İşçi demokrasisi artık yoktu bu devlette. O dönemlerde öncelikle anarşistler en başında bu devlette yanlışlar olduğunu, gerçek sosyalizmin devleti amaçlamaması gerektiğini, parti içindeki bürokratların bir kast olarak ülkedeki çalışanları baskı altına aldıkları bir sistem oluşturulduğunu söylüyorlardı. Eğer okursanız, belli bir dönemden sonra en alttaki örgütlenmelerde bile yanlışlıklar olduğunu göreceksiniz. Örneğin, başından itibaren 1917 devriminden sonra, fabrikalardaki yöneticileri, fabrikalardaki çalışanlar seçerken , daha sonra artık fabrika yöneticileri parti tarafından atanıp oralara gitmeye başladılar. Sosyalist örgütlenme de kalmamıştı. Bürokratlar devleti yönetmekteydi. Bürokratlar ayrı bir sınıf gibi erk haline gelmişlerdi. Bürokrasi de kendi arasında, Büyük, orta ve en alt olarak kategorilere ayrılmaktaydı.Demokrasi kalmamıştı. Daha işin başından itibaren, çeşitli görüşlerin temsil edildiği Bolşevik partisi içinde, bir müddet sonra, tek bir görüş hakim olmaya başladı. Özgür eleştiri ve özgür fikirleri söyleme ortadan kalktı. Herşeye artık parti karar veriyordu. Lenin’in önem verdiği çoğulculuk ilkesi çoktan çöp sepetine atılmıştı.
Sosyalist görüşte sınırlar , devlet ve ulus ortadan kalkmalıydı, oysa bunlar korundu.Bunlar korunurken bürokratik elit kesim egemen oldu. Geriye dönüşçü bir mekanizma oluştu. 1990 yılına gelindiğinde tamamıyla patlamaya hazır bir Sovyetler ve Doğu Bloku vardı. İkinci Dünya Savaşı öncesi ve sonrası yanlış politikalar da vardı. Çin’den tutun İspanya’ya, hatta Almanya’ya kadar büyük yanlışlar olmuş, Almanya’da bu yanlış politikalarla Hitler üstün duruma gelirken, İspanya’da Franko’ya bile silah temin edilmişti(Bk. İhanete Uğrayan Devrim, Leon Troçki). Çin’de sağcılardan taraf politikalar benimsenmişti.Komünistlerin kazanmaması için elden gelen yapılmıştı. Soğuk savaş sırasında güya mazlum ülkelere yardım ediliyordu ama yardım diye verilen silahlar verildiğinde çatır çatır parası talep edilmekteydi. Dayanışma diye birşey de kalmamıştı (Bk.Nam-ı Diğer Che,sf.358).Dünyadaki diğer Komünist Partilerde de aynen SSCB ve Komünist Partisi modeli gibi tek bir görüşe mahkum edilmişler, özeleştiri denilen olay tamamıyla ortadan kalkmıştı. Özleştirinin kalktığı bir sosyalist partide de elbette demokrasi de kalmazdı , dinamizm de.Self determinasyon ilkesinin ayaklar altına alındığı bir dönem başlamıştı 1920’ler sonrası. Sovyetler, özgürlük ve demokrasi alanında Batı’daki kapitalist ülkelerden bile artık geriydi.Nitekim 1990’larda adım adım sona gelinmişti. 1945 yılında Naziler çekilirken girilen Baltık ülkelerinde, aynen bir istilacı gibi davranılmış, nüfus taşınılmış ve oradaki halkların değer yargılarıyla, siyasal iradelerine önem verilmemişti. Herşey ayaklar altına alınmıştı. Macaristan veya Çekoslovakya gibi ülkelerde devrimci kesimler dağıtılmış, hatta darbeler bile olmuştu (Bk. Unbroken Thread, Ted Grant). Politikaları Sovyet Bürokrasisine göre ters olan ülkelere tekrar askeri işgalle girilmişti (Macaristan ve Çekoslovakya örneği). SSCB bürokratları girdikleri Doğu Bloku ülkelerinde, burjuvazi ile ittifaklar oluşturmuşlardı (Bk. Unbroken Thread, Ted Grant). Yani içi boş, sadece devlet despotizmine dayanan, sözde Sosyalist yönetimler oluşturulmuştu. Bu ülkeler askeri bakımdan işgal edildiklerinden dolayı da başlarını kaldıramıyorlardı. Sosyalist Blok denilen Doğu Bloku, teknolojik olarak da Batı’dan çok geride bırakılmıştı (Nam-ı Diğer Che,sf.406). Hem geri sistemler olarak, hem ekonomik, hem kültürel olarak geri ülkeler durumuna getirilmişlerdi (Nam-ı diğer Che,sf.444)ve ne çoğulculuk ne de insan hakları ve demokrasi de bu ülkelerde oluşmamıştı(Bk.Mahir Sayın, Sosyalist Demokrasi). Şimdi sormak lazım, Sovyetler Birliğinin şu andaki durumuna daha sonraki saptırılma ve bozukluklarına baktığınızda ve de üstelik bu anlayışın, hem sol hem de sosyal demokrat partilere etki ettiğini düşünün ve şu anda merkez sağa yaklaşan bu bozulmaları, ülkemizdeki aynı ideolojiyi paylaşan CTP’nin de yalpalamaları ile bir karşılaştırın. Şu anda CTP’nin UBP ile koalisyon içine girmesi sizce sürpriz mi oldu? Ben yukarıdaki bilgilere sahip olduğum için bana pek de sürpriz gelmedi. Bugün özeleştiriden kaçınan bir TDP’nin de aynı yalpalamalar içine girebileceği ve aynı yanlışları yapacağına da eminim.
Şimdi bu olumsuzlukları sizler gerçek Marksist tahlilleler yaparak görmezseniz, sonuçta CTP’nin veya diğer sözde sol partilerin dünya üzerinde geldikleri durumu iyi anlayamazsınız.
Çöküş özellikle CTP’de değil. Dünya üzerinde ideolojik bakımdan evrensel bir çöküş vardı ve CTP ergeç bu noktaya gelecekti. Önemli olan Marksist ve bilimsel tahliller yaparak bu algılamaları ve de sonucu önceden görmekti.Şimdiki durumlar ise pek de sürpriz değil. Bilmem anlayana…