yaklaşımlarÖzkan YıkıcıDevlet stratejisi, siyaset ve propaganda algıları - Özkan Yıkıcı
yazarın tüm yazıları:

Devlet stratejisi, siyaset ve propaganda algıları – Özkan Yıkıcı

Yeniçağ podcastını dinleyin

Emperyalist yapı içi çelişkilerle, krizlerin dansının yapılması, bölgesel Ortadoğu projesinde saplanan bataklık ve bunların alt yapılı Kıbrıs sorunu, adeta bir kağos yumağına büründü. Özelikle başta ABD emperyalist merkezli hegemonya kontrolunun bölgesel ortadoğuda tam kurulamaması, Ortadoğu merkezli devletlerin kendi stratejileri için, bu kontrolsuz dönemini fırsata çevirme hamlesi ile birden yeniden algılarla karşık Kıbrıs oynunda çeşitli görünümler üretilmesi ile birlikte; Artık kağos yumağının kördüyümlenmesinden herkes fırsatları kulanmaya çalışmaya başladı. Hegemonya tam oluşturmama ile ancak yine de ABD olmadan hamle yapılamayan paradokslu sistem sonuçta hem genel, hem bölgesel, hem devletsel ve gidrek parçalanan yapıların çeşitli örgütlerin,stratejileri ile etkin olma fırsatılığı da oluştu. Bu ayni zamanda her hamle kendi içinde de çelişkielrle geleceğin kuşkuların belirginleşmesini de üreti. Oluşturulmak istenilen Suriye politikasının geldiği nokta, IŞİD eksenli kurulmak istenen genel itifaklar yörüngesi ile devletlrin bir yanda genel tutum ile öte yanda kendi sorunlarını çözme ikilem dansı da  kanla yazılmaya başladı. Sanırım bunun en net örneğini de Türkiye yazdı. ABD ile IŞİD eksenli anlaşma yaparken, devlet stratejisi ve Erdoğanın saray otoriter hamlesi ile PKK bonbalanma siyasal seçkisi, bölgesel ve genel belirsizlik siaysetinin devletsel strateji faydacılığa nasıl yansıdığının en canlı kanıtıdır.

Yukarda biraz uzun giriş yaptım. Bu basit ama oldukça karmaşalı koşulu anlamadan, tek tek gelişmelrle sonuca ulaşmak mümkün değildir. Hele de Kıbrıs sorunu denilen siyasetin algılarla biçimlendirme hamleleri de bizi yeniden genel ve bölgesel gelişmelerle birlikte mutlaka yorumlayarak, öngörü yapmamızı dayatmaktadır. Öyle bir Kıbrıs algı probagandasına kapıldık ki; birilerinin istediği siyasal ortamın yaratılma koşulunu da kolaylaştırdık.Sanki hala “2 toplum liderinin” her şey elindeymiş gibi siaysal tahminler yapılmaktadır. Sadece şu eksik, bize her şeyi anlatır: Kıbrıs konusunda ve özelikle Kuzey Kıbrıs ilhak efelndisi Türkiyenin onayı ve çıkarları gözetilmeden, ikna edilmeden, bizim liderliğin adım atamayacağı, nedense her Kıbrıs sorunu gelişmelerinde gerçeklerden algılara takılıyor. Halbuki Kıbrısda olanlar ve yersiz kulanılan Ortadoğu gerçeğinin, gerektiği anda gözden kaçırılması ikilemi de yaşanıyor. Kıbrıs konusunda önemli etkisi olan ve şimdiye dek Uluslar arası güçelrce, ne yaptıysa “yasa dışılık dahil” sistem den onay almışken; Şimdi Türkiye bölgesel stratejik hesapları yan yana koymadan, salt konulan algılarla Kıbrıs sorunu tartışmak biraz tuhaftır. Hele de ister güney, ister Kuzeyde kamuoyu belrisizliği ve barış dinamikli bir etkenden de yoksun olma gerçeği; Sonuçta yine top sistemsel güçlerin elinde olmaktadır. Belkide Kıbrıs sorunu tartışmalarında, brakalım “2 lider” bilmecesini biryana; halk nazarında umudun enaz olduğu ve katılımın da artık cılızlaştığı süreçte bulunuyoruz. Sosyal dalganın en kırılgan dönemi ile katılımcılığın artık inancını kaybetiği koşulda; atılacak adımların dahi doğrudürüs öğrenilip tartışılma ortamı dahi yoktur. Nitekim, tüm algılar bildik ezberlerle “2 lidre” dayalı gösterge yüzeyseleşmede takıldı kaldı.

Algıların kolayca gündemleştiği, yalan olsa da kolayca kabulenildiği ve değişime pek talep olmadığı bir siyasal koşula geldik. Şunu düşünün; Kıbrıs konusunda karar verecek güç merkezlerinden biri olan Türkiye; brakın Kıbrıs konusunda diyeceklerini; Kendi kürt çözüm Dolmabahce mutabakatını dahi siyasal hesapla nasıl yerlebir edip şidete döndüğü; imzası ve katılımı olunan Dolmabahce protokolunda “kendielrinin katılmadığı” yalanını dahi vurgulayıp, devlet stratejisi olarak saldırganlaştığı örneklemi dimdik karşımızda, göstere göstere gerçekleşti. Onuniçin; Kıbrısda “çözüm istiyor” sözleri ile yaptıklarının uymadığı koşulda,gelecekte nasıl tavır takınılacağı net değildir.

Aksine;Türkiye Kıbrıs politikasını devletleştirip, resmen adaya yerleşmek ve Kuzeyi yeni ilhaklaştırma tavrı ile yürütmektedir. Kimse kendini Kandırmasın; daha dün ekonomik bilgielri TC elçisi açıkladı. Bildik Kıbrıs sorunundaki mülkieyt gerçeğine rağmen de; hala rum mülklerinin özelikle Türkiyeli şirketlere dağıtıldığı da sır değildir. Zaten Türkiye baştan beri: “Yapılacak anlaşmada, yasadışı dönemindeki Şirketlerle yapılan anlaşmaların yasalaşıp kabulunu hep dayatarak resmileştirme tavır koydu”!

Bir de şunu tekrar düşünün: ABD ile 18 Temuzda anlaşılan, 22 Temuzda telefonla Obama Erdoğan geliştirip bağladığı ve 24 Temuzda açıklanan Türkiye ABD ortaklığında,temel IŞİD hedefi konulup ABD istediğini alırken; Türkiye devleti de fırsatı kulanıp koyduğu bir madeye dayanarak,PKK mevzilerini bonbalamaya başladı! Yani; anlaşmalar yapılırken dahi genel kural ile devletlerin stratejik hesaplarının çakışmadan ayrı ayrı hareket etiğini de gördük. Onuniçin unutmayın; hep konuşulan Annan planında Akel B.M.konseyinden güvence isteyince, verilmediği ve ret oyunun da tetiklendiği süreci neçabuk unutuk. Bunlar bize şunu dikatle izlememizi dayatıyor: Zaten yapılan açıklamalar birbirini tutmuyor. Daha enufak çıkan ve özelikle temel konu olan “mülkeiyet ve taşınan nifus” gibi konualrda hemen fırtınalar veya korkular esmeye başlıyor. Bilgiler yerine de “bende olsaydımlar” algısal önceliğe düşüyor.Fakat şöyle bir kandırılma da oluyor. Birtakım dış çevreler bize bir şeyler fısıldıyor; bunları sorgulamadan doğru alıp da “onlar da bir ayar istiyor la” süsleyip kolayca yutuyoruz. Oysa zamanında benimle de böylesi konuşmalar yapan kesimleri;  ben de onlara” siz geleceğimizimi planlıyorsunuz yoksa bizi oyalamak adına gündem yaratmakla hazırlıyorsunuz” kuşkularım nedeniyle, bana artık böylesi “uzmanlar” konuşma yapmıyor!Nitekim şimdi de enerji kaynaklarını kulanıp Kıbrısa ayar yapılacak algısı oldukça rövanç gören probaganda algısıdır. Fakat alıp aynen tekrarlama yeriene, bunun kuşkularını vurgulamak kimsenin aklına gelmiyor. “bana birielri şöyle dedi” ile başlayıp, gazın gazı ile “çözüm” hikayeleri kolayca kabulendiriliyor. Oysa enerjinin sistemi dahi Ortadoğuda nasıl bir kağos yumağına getirmesi, gözlerimizin içine baka baka yapıldı. Sanki biz merkezmişik ve mutlaka bizi de düşünerek, bu işin yapılacağına inanıyoruz. Hele de masada dahi bunarlar mahkum şekilde kriz içinde olup çıkış aradığımız bir koşulda,bu lütüf yapılacağı inancı oluşuyor!

Anlaşma yapılsa dahi, güçlerin oranında ve çıkarına göre şekileneceği; Kıbrıslığı kıbrıslııya kırdıracak mavzemelerin de bizim içimize nifak tohumu gibi serpileceğini de bilelim. Zaten nifus, toprak ve kulanılacak yetkilerle, hemen mitoz gibi parçalanmaya hazır bireyler vardır. Unutmayın; Güneyde nasıl Troykaya teslim olduklarını, bizde hala Türkiye tabusuna dokunulmadığı siyasal gerçekler vardır. Üstelik tam da Erdoğan MHP ile itifakla yeniden Türkiye devletinin otoriterliğini ele geçirme siyasal hesabı da unutulmasın. Şimdi tüm koşulalrla nasıl dizayini iyi düşünelim. Hele de Türkiye devlet stratejisindeki tabusal Kıbrısı da gözden kaçırmayalım. Bazen Türkiye yetkilileri “çözüm istiyoruz” derken; Avrupalılara da probaganda algısı olarak kulanıp işine geldiği için de batı basını bunu tekrarlarken; “Tıpkı kürt sorununda olduğu gibi” Uygulamada başka telden çalınmaktadır. Denilenler değil, yapılanlara bakın. Bir de şu paradoks unutuluyor: Gerçekten Ortadoğu projesinde Kıbrısla alakalı 15 yılı için bazı hedefler vardı. Ama zaten bu yol haritası çoktan buharlaştı. Örnek mi: Suriyede Esat gitmedi* Türkiye AB yolunda önemli adımalrla üyelik kapısında son döneme gelmedi* iran hedef olma değil, şimdilik uzlaşılan diplomatik ülke noktasına geldi* Türkiyede Kürt sorununda bazı adımlar atılmadı* Deniz gazları üzerine şirketlerde uyuşma, devletlerde ortaklaşma hala yok. Hat da Türkiye hala Deniz hukuku anlaşmasını imzalamadı. Tam aksi gelişmelr de oldu. Rusya kartı, artan Şİİ gücü ve masada Kürt kartının etkinliği ile ABD bölgede hegemonya gücü kaybetmesi ile AB içi Yunan ekonomik krizi ile oluşan yapısal sorunlar da artıyor.

Yukarda özetlediklerimi düşünün. Atılacak adımalrı dikatli okuyun. Suyun ticarileşip metalaşması, Türkiyeye bağımlı olma gibi sermaye sınıfsal hegemonya metalaşmasını görmezden gelip “barış projesi” diye savunma tuşuna da düşmeyelim. Bu konuda ilerdeki yazılarımda devam etme umuduyla, burada noktalıyorum.

- Advertisement -spot_img
- Advertisement -spot_img
5,999BeğenenlerBeğen
796TakipçilerTakip Et
1,253TakipçilerTakip Et
355AboneAbone Ol

yazılar

Yeniçağ Podcastını dinleyin