Şimdi gerçekten barış isteniyorsa ne yapılırdı öncelikle? Mesela İrlanda, Bosna ve Güney Afrika’da nasıl barış oldu da onca sene devam eden olaylar durulmuştu? Mesela bizdeki gibi üç-beş tane bürokrat mı yapacak barışı yoksa halk mı diye de sormak gerekmektedir. Barış veya çözüm görüşmelerine şimdiye kadar belirli uzun bir süre Denktaş Bey katılıyordu. O dönemlerde halk baskı altına alındığı için kimse de bu işi fazla didiklemek eğiliminde değildi. Denktaş Bey New York’a gider veya sınırda bir yerde Kıbrıslırum liderlerle görüşmeye oturur, belirli bir süre bu işler devam eder, sonra da bu sürecin sona erdiği söylenirdi. Bazı zamanlar gene söylentiler ortaya çıkar, bir seçim mitinginde örneğin Sarayönü’nde Denktaş Bey bir çakıl taşı vermem der ve bu işin olumlu sonuçlanmayacağı anlaşılırdı. Fakat, birkaç ay önceki Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde çıta bayağı yüksek tutuldu. Kesinlikle barışa gidileceği söylendi, hatta bir aralık daha ikinci gün Tayyip Bey’le Sayın Akıncı arasında söz alışverişi veya tartışma çıktı görüntüsü vardı. Ne yani diyordu Tayyip Bey, bir kan dökmedik mi, ne bu kardeş ilişkisi? Biz burada kan döktük diyordu ve Akıncı’yı hizaya gelmeye çağırıyordu. Aslında açıkça halka söz sahibi benim, benim istediğim our demek de istendi. Açıkça belli olan bu ülkede seçime aday olanların öncelikle Türkiye devletine karşı sadakat duyguları içinde olması gerektiği bir kere daha vurgulandı. Dışta kalmak istenmiyorsa muhalif olunamazdı. Ankara’ya gidip gelindikten sonra artık işler yoluna girmişti. Belki de show’un (!) gerekleri de yerine getirilmişti, kimbilir…Sonra aradan beş ay gibi bir zaman geçince herşey daha fazla ortaya çıkmaya başladı. Aslında pek birşey olmayacağı ama görüşmelerin de sürdüğü söyleniyordu. Önce iki kapının açılacağı söylendi. Ta Derinya’ya kadar esnaf yürüyüş düzenledi. Sonra güzergah değişecek dendi. O da olmadı. Aplıç –Lefke kapısı açılacak dendi. Daha sonra onun da zaman aşımına bırakıldığı söylendi. Seçimler sırasında yaptığımız tartışmalarda gerek CTP’lilere gerekse TDP’lilere statükoyu hatırlattık. Fazla atmayın dedik. Siz bu söylediklerinizi yapmanız için bir bağımsızlık ve özgürlük mücadelesi vermelisiniz dedik. Binlerce saldırı gördük. Galiba sanal dünyada toplasanız beş-altı insan olarak kralın çıplak olduğunu bu söylenilenlerin buradaki fiili düzenden dolayı ve de vilayet olma şartlarından ötürü imkansız olduğunu seslendirmeye çalıştık. Yeni yetme gençlerden gerici olmakla da suçlandık. “Statükoda da reform ve değişim olur” diye bize karşı yeni tezler savunmaya başladılar. Şimdilerde gene sanal dünyada o iddiaların elebaşıları açıkça gerçekleri kabul etmekte ve birşeyin olamayacağını söylüyorlar. Değişim olamayacağını, askerin buna karşı çıktığını, hele hele Maraş’taki Derinya Kapısı’nın hiç açılmayacağını söylüyorlar. Be kardeşim, seçimler sırasında bu gerçekleri size haykırmaya çalıştık, ağzınıza gelen lafı söylediniz. Hatta bazıları bize karşı silah olarak kendi yakınlarımızı kullanmaya çalıştı. Mesela benim oğlanın yazdıklarını ve de onun benden de iyi düşündüğünü yazdılar. Olsun beklenen buydu ama sanılan da öyle değildi. Gençlere maalesef biz eğitim ve statüko yoluyla sadece biat kültürü aşılamıştık.
Küçük burjuva aydın yapısı, maalesef Kıbrıslıtürk insanında kolaycılıklar yaratıyor. Kolay olan , muştu veren, menfaat getireceğini ima edenlere aydın benzerleri ve de küçük burjuva rahatlıkta olmak isteyenler, çok kolay inanırlar veya inanmak isterler. Mücadele vermeden, bir diyet ödemeden bir yerlere gelmek karakterimizdir aslında. Yapımız ve mayamız da bu. Seçimlerden de önce bir örgütlü mücadelenin yapılması gerektiğini savunmaya çalıştım. Sol bunu yapmalıydı. Oysa devamlı 41 yıldır içine girilip de Kıbrıslıtürk muhalefet partilerinin seçilseler bile en zayıf karnı olan meclise seçimle girme kolaycılığı bana göre bu halka bir beş sene daha kaybettirecek. Gene başlamış olduğumuz noktadayız. Gene umulan dağlara kar yağdı, gene umutlar başka bahara kaldı. Bana gericilik basan yeni yetme gençlerimiz, seçimden başka göbekle bağlandıkları bir umut kapısı görmüyorlar. Tek kurtuluş kavgasının seçim tuzağı olmadığını konuşmuyorlar. Gene büyük bir yıkılma olacak. Gene birileri önümüzdeki seçimlerde bu umutsuzluk ve alternatifsizlik keşmekeşinde muştucuklarla işi götürmeye çalışacak. Bu defa da birşey olmayacak tabi ki. Örneğin şimdi beş sene daha sonraki de beş sene daha kaybettirecek. Yani etti mi on sene…
Gerçekten barış isteniyorsa halkların platform yaratarak kendi aralarında bu platformlarda tartışmaları sağlanmalı. Üstten yönlendirilen ve istenildiği zaman, kesildiğinde ise niye kesildiği belli olmayan yönlendirmelerle bir çözüme gitme taktikleri maalesef işe yaramıyor. Ve bir gerçek daha, gerçekten bağımsız ve egemen olunmadan da bir noktaya varılamıyor. Örnek mi istersiniz.? İşte Kıbrıs…Başka örneği var ama önümüzdeki en yakın örnek de bu.
Ben hala daha “Statükoda da değişim olur” lafına takıldım. Hadi bakalım, statükoda da değişim yapın be refikler de görelim…