Bir işin çözümlenememesine evkafın su meselesi dememizden de anlaşılacağı gibi Kıbrıs’ta su konusu çok eskilere dayanıyor. Yıllardır süren sorun, Kıbrıs’ın kuzeyine 1974 işgali sonrası Türkiye’den nüfus taşınması ile beraber, artan sayıyı daha da kaldıramayacak hale geldi. Yılların yanlış ve popülist uygulamaları ile yeraltı sularının artık tükendiği ya da ciddi şekilde tuzlandığı koşullarda yeni arayışlar sıklaştı.
Dönemin ilgili bakanı 2007’nin sonuna kadar Bafra, Girne ve Mağusa’da yap-işlet modeliyle deniz suyundan içme suyu elde etme amacıyla su arıtma tesisi kurup, halkın hizmetine sunulacağını açıklamıştı. Ama bu projelerden Bafra’daki yapıldıktan sonra TC’den gelen talimatla Kıbrıs’ın kuzeyindekilerinin nedenlerinden haberi olmaksızın durduruldu ve Türkiye’den boru ile su getirilmesi projesine geçildi. Bu projeler AB’den alınacak çoğunluğu hibe nitelikli fonlarla yapılacaktı. Kendine solcu deyip, talimatla yönetilmeye karşı olduğunu iddia eden Cumhuriyetçi Türk Partisi (CTP) hükümeti 2007 yılında bu projeleri durdurdu ve Türkiye’den su getirilmesi sürecine yeşil ışık yaktı.
Türkiye’den su getirilmesi projesi resmi olarak ilk ortaya çıktığında, 2010 yılında Yeni Kıbrıs Partisi(YKP) basın açıklaması ile tavrını ortaya koymuştu; “Makyajlanarak tıpkı 74 savaşına ‘barış harekâtı’ denmesi gibi suyun özelleştirilmesine de ‘barış suyu’ denmesini aldatmaca olarak görür ve suyun yaşam olduğunun ve yaşamın satılamayacağının altını çizer, tüm ekolojist örgütler başta olmak üzere, tüm duyarlı kesimleri mücadeleye çağırır.”
Bu ve başka diğer örgütlerin çağrılarına rağmen 2010’dan sonra, önce CTP, sonra sağcı Ulusal Birlik Partisi (UBP) ve yeniden CTP hükümetleri ve küçük ortakları bu projeyi hızla sona yaklaştırdı. CTP muhalif olduğu dönemde sanki projeye eleştirisi varmış gibi yaptığı dönemin sonunda hükümete gelince aslında itirazının “koltuksuzluk” olduğu, suyun özelleştirilmesine itirazı olmadığı anlaşıldı.
PROJEYE NEDEN KARŞIYIZ?
Asrın hatası projesi başladığından beri itirazlarımızı yapmaya devam ediyoruz. “Bilal’e anlatır gibi” nedenleri açıklayalım:
* Alaköprü Barajı ve Hidroelektrik Santrali(HES), Dragon Çayı üzerinde kurulu barajdır. Kurulan bu barajdan dolayı, orada ekosistem susuz kalmış, Dragon Çayından geçimini sağlayanlar işlerini, yaşam alanlarını kaybetmiştir. Mersin ili, Anamur ilçesi doğa sistemlerinin, ekosisteminin parçası olan su çalınıp, Kıbrıs’a getirilip satılmak isteniyor! Su bir meta mı, yaşamın kendisi mı?
* Baraj alanında kalan Anamur’a bağlı Ormancık, Akine, Çaltıbükü ve Sarıağaç köyleri taşındı, insanları yerlerinden yurtlarından eden bir “proje”…
* Kıbrıs’ın tarımı bir süre sonra bu suya bağlı olacak, bu su üzerinden şekillenecek. Günün sonunda gıda egemenliği de daha fazla Türkiye’ye bağlı olacak, ekilecek biçilecek her şeyin hesabını da Türkiye tutacak, beğenmediği proje için su sağlamayacak ya da kendi desteklediği projeler için daha uygun su fiyatı uygulayacak. Her taşın altından çıkan TC elçiliği lafı detaylanacak, artık TC’nin DSİ’si (Devlet Su İşleri) Kıbrıs’ın hayatının kurumu oldu, daha fazla olacak. Sahi Kıbrıs’ın kuzeydeki Su İşleri Dairesinin geleceğe dair akıbeti nedir, bunca su işi konuşulurken, Su İşleri Dairesi nerede? Evet, gelen yalnızca su değil, Kıbrıs’ın kuzeyini daha fazla Türkiye’ye bağlayan, bağlı kılan yeni bir “araç” da adaya geliyor. Hele de bu araç bir diktatörün elinde olursa Kıbrıs’ın kuzeyinde demokrasi alanında yaşanan sorunların katmerleneceğini düşünmek için çok siyaset bilmeye gerek yok!
* Yalnız su gelmiyor, yapılan ikili antlaşmaya göre karadan boru hatlarının geçtiği toprakların da mülkiyeti devrediliyor. Özel arazilerde kamulaştırma paralarını “KKTC” devleti verecek. Kıbrıs’ın kuzeyinde yaşayanların vergilerinden toplananlarla kamulaştırmalar ödenecek, sonra özel bir şirkete devredilecek, ayrıca “Herkes hakkını alabilecek mi”, “Ne zaman” soruları da belirsiz ama o toprağı başkaları kullanacak. Hele de Kıbrıs sorununda Akıncı ve Anastasiadis arasında 1974’te Kıbrıslı Rumların silah zoru ile terk etmek zorunda kaldığı mülkiyetlerin ne olacağı tartışmaları yapılırken, artık masada yeni bir parametre olacak, 1974 öncesi Kıbrıslı Rumların kullanımında olan arazilerden geçen boruların üstündeki toprakların durumu ne olacak?
* Bu suya mecbur muyuz? Daha önce 2 milyon avro AB tarafından verilmiş, o proje hayata geçseydi, deniz suyu arıtma tesisi kurulacaktı, ayrıca yerüstü ve yeraltı kaynaklarının kullanımında bilimsel yollar kullanılsaydı, mevcut sular bize yeterli olabilirdi. Ülkede az yağmur yağmasına rağmen yağmur sularını yönetecek bir proje yok. Geçmişte yapılan dere yatakları rehabilitasyonları su baskınına karşı değil, su buharlaşmadan toprak emebilsin diye yapılmaktaydı, şimdi her dere yatağına yapılan evler nedeniyle bunlar birer set oluşturmakta, sular bu setlerin önünde birikip toprak tarafından emilemeden hızla buharlaşmakta… Ayrıca şehirlerde hızlı betonlaşma da toprak yüzeyleri yok etmekte. Tüm su sıkıntılarına rağmen tarımda, çok yerde hâlâ vahşi sulama kullanılmakta. Bu konuda su sıkıntısı olan birçok coğrafya damla sulamaya geçerken, bizlerin öğrenmeme hali düşündürücüdür. Ayrıca hâlâ atık su yönetimi yapmaktan uzağız, kanalizasyon sistemlerinde arıtılan suyu nasıl kullanacağımıza kesin ve yaygın şekilde karar veremedik. Yani kuzeyde aslında su sorunu yok, suyu yönetememe sorunu var, doğa bize bu suyu sağlayabilir, tabii onunla iyi geçinirsek. 1974’ten beri biz bunun tam tersini yapmaktayız.
KIBRIS ÜZERİNDEKİ TC HEGEMONYASI GÜÇLENDİRİLİYOR
Peki şu aşamada Kıbrıs’ın kuzeyinde neyin tartışması yapılmakta?
Bugün CTP-UBP büyük yağma hükümetinin önerileri de projeye karşı olma üzerine kurgulanmamaktadır, “satılsın ama kim satsın” tartışması yaşanmaktadır.
İşin ilginç tarafı iki üç yılı hariç hep CTP hükümetleri bu projenin hayata geçirme süreçlerinde hükümette yer almış, tüm yasal boyutlarının ciddi kısmını CTP’li bakanlar milletvekilleri gerçekleştirmiş, şimdi ise “sıkışık alanda bizi kurtaracak formül geliştirdik, destek olun” gösterisini hayata geçirmektedirler. Türkiye’den su getirilmesi projesi tümüyle CTP’nin bulunduğu hükümetlerin sorumluğudur, suç esas olarak Ankara hükümetlerinin kuzey acentalığı görevini layıkıyla yerine getirmekten geri durmayan CTP liderliğidir, bunu kimse saklayamaz, gizleyemez!
Tüm bu süreç boyunca, bir yandan Türkiye’den su getirme projesi hayata geçerken, diğer yandan kuzeydeki Su İşleri Dairesi zayıflatılmış, etkisizleştirilmiş, silikleştirilmiştir. SİD’in boşalttığı alana ise Türkiye kendi mühendislerini, teknik personelini ve ofisini, Devlet Su İşleri (DSİ) olarak getirerek doldurmuştur. Bu, TC’nin 82. vilayeti olduğunun diğer bir ispatı olmuştur.
Elbette 82. vilayete böyle bir yatırım yapılacaksa, projenin esas sahibi de, davranışlarını ona göre ayarlar “yerel ahali”yi de davet eder! Geçen haftaki açılış adı altında AKP Kıbrıs mitingini de bu çerçevede değerlendirmek gerekir…
Bu dayatma politikalarla suyun özelleştirilmesi, Kıbrıs’ın üzerinde TC hegemonyasının daha da güçlendirilmesine karşı sosyalistler olarak direnmeye devam ediyoruz, ya da daha doğru ifadesi ile direnmeye devam etmeye çalışıyoruz diyelim…
AKP’nin ve TC devletinin bu tahakkümcü dayatmalarına karşı, Kıbrıs’ın solu maalesef yalnız, Türkiye coğrafyasında hâlâ sesimiz duyulmadı, hâlâ hem dereler hem de halklar kardeştir diyoruz, derelerin kardeşliği için hemen şimdi ortak mücadelenin önünü biraz geç de olsa açmayı, Kıbrıs’ın kuzeyindeki sol hâlâ beklemekte…