Bir banka müdürü,“gelin şu refüjleri çer-çöplere gark olmuş, anayolu tali yoluna karışmış, kaldırımsız çiçeksiz yarım kilometrelik caddeyi, planlaması sizden finansmanı bizden imar ederek, gelip geçenlerin imreneceği modern bir bulvara çevirelim” diyerek belediyemize teklifte bulunur.
Çalışmalar yapılır, projeler ve de finansman da hazırlanır hazırlanmasına da. En sonunda belediye başkanı,işe gönüllü olan bankanınmüdürünü uyarmayı ihmal etmez.
“Bu cadde üzerinden su boruları geçecek. Geçtiği yerler ve üzerindeki toprağın kontrolü artık suyu getiren TC makamlarının kontrolünde olacak. Bu durum belediye olarakelimizi-kolumuzu bağlıyor. Yani tüm yapacaklarımız, belki bir gün, bir hafta, ya da birkaç ay sonra, bilgimiz dışında, isteğimizden bağımsız yıkılabilir.
Sonuç:
Proje belediyenin, paralar da bankanın kasasında kalır.
Cadde mi?
Yıllardır tali yolun ana yola karıştığı, eksik kaldırımlı, trafik kazalarının sık gerçekleştiği, toz-toprak ve içler acısı hal-i perişanıyla o cadde adeta dökülüyor.
Her gün üzerinden geçen binlerce otomobil, minibüs, üniversite otobüsü ve de kamyonlardaki, on binlerce memur, işçi, öğrenci ve esnafın, kendilerini daha çok bir Ortadoğu kasabasında yaşıyor olduklarını kanıksanmış olarak sürüyor…
KIBRIS SORUNUNDA RTE VE AKP FARKI ORTAYA ÇIKIYOR
Türkiye, yakaladığı en küçük siyasi-sosyal ve ekonomik fırsatları, adanın kuzeyini Türkiye coğrafyasına entegre edecek, ayrıca tüm adanın kara ve deniz sularında çıkabilecek olası tüm doğal zenginliklerinden de bir şekilde pay kapacak biçimde kendi lehine değerlendirmeye çalışıyor.
Türkiye’nin,KKTC hükümetlerinden toplum liderine, “Kıbrıs Sorununun çözümünde daima karşı taraftan bir adım önde” olmalıyız diye söyleminin özünde, onun bu uzun vadeli çıkarları mı vardır?
Bunu anlamak için elbette çok zeki olmak ya da siyaseti hatmetmek falan gerekmez.
Türkiye devleti, Demirel’den Ecevit’e, 12 Marttan 12 Eylül darbelerine, askerinden sivil bürokrasisine nerdeyse yarım asırdan bu yana, Kıbrıs Sorununda çözümsüzlüğe ve bölünmenin kalıcılaşmasına yardımcı olan Denktaş’ın politikalarına destek olagelmiştir.
On iki yılı aşkın bir süredir RTE ve AKP’nin yukarıdaki öncellerinden farkı ise, Türkiye’nin adadaki kısa ve uzun vadeli çıkarlarını, çok daha hoyrat ve tehditkar söylemlere dayandırarak, bölünmenin kalıcılaşmasını, adanın kuzeyinin “Sünnileştirilip Türkleştirilmesini” çok daha hızlandırmasıdır.
Mustafa Akıncı daha ayağının tozuyla Türkiye’deki bir TV programına çıktığı zaman ne demişti “ağzından çıkanı kulağı duyması lazım…”
Başka?
“Kardeş olarak çalışmanın da şartları vardır” diyerek Türkiye’nin bedel ödeyerek şehitler vermiş olduğunu belirtmiş, halen yıllık ödeme azı yok fazlası var diyerek 1 milyar dolar civarında olduğunu söyleyerek, “on yıl önce öğrenci sayısı 25 bin iken 60 bine yükselmiş” diyerek aba altıdan bir de sopa sallamıştır. Aslında RTE, M. Akıncı nezdinde Kıbrıslıtürklere olduğu kadar Kıbrıslırumlara da Kıbrıs Sorunuyla yalnızca yakından ilgili değil ama çokda yetkili olduğunu açıkça göstermiştir.
Bir muhabirin “sor bana söyleyim sana” mealindeki sorusuna verdiği hazırdaki cevabıyla“RTE, gelmiş geçmiş başbakan ve Cumhurbaşkanları arasında, Kıbrıs konusunda“Türkiye’nin siyasi niyetlerini en açık eden zat-ı şahane” olarak zuhur etmiştir.