Çarşamba gecesi klavyenin başına geçtim. Farkına vardım ki “yazıyı yazarken Aralığın 30 arılıkta” bulunuyorum. Bu demekti ki ben yazarken sene 2015 oluyordu. Yazı eyer yerine ulaşıp yayınlanırsa, senenin son gününde siteye girecek. Yok, şu veya bu aksaklıkla biraz ertelenirse, makalem bir yıl sonra okunmaya başlanacak! Yazarkenden okunurkene tam 1 yıl zaman dilimi oluşacak! Oysa parmakla ay veya yıl tarihi değil de gün ile saysanız, ayni haftanın içinde kısa zaman sürecinde makalem okunacak. Hâlbuki şimdi resmen yazma ile okunma arasında takvimsel 1 yıl süre olacak. Bir başka telden, yazı yazılırkenden okunuyora geliş sonucu, benim makale tarih olup başka yıla kaymış olacak. Halbuki yazacağım veya yazmayacağım olayları gün akışkısında devam edrek sürecektir. Değişecek olan takvimsel yıldır! Böylesi gariplikle konulara dalacakken, birden benim de 1 yıl yaşlanmış olacağım duygular da alıklık hüzünlüğü yarattı!
Çarşambanın gecesi sakin gibi. Esmeye başlayan rüzgar sesi adeta bazen gelecek soğuk ürpertisini de getiriyor. Ama eliniz ekrana gidince karışıklık daha da artmaya başlar. Yalnız seyretmenize karşın da dünya resimleri sizi düşündürmeden edemiyor! Bir yanda yılın son gününün artan imajlı yayınlar, öte tarafta Cizre gibi yerlerden gelen korkunç katliyam haberlerin arasında kendinizi bulursunuz. Bunun da kaçış kapılarını medya kolayca ayarladı. Birçok haberi vermeme, tarafcıl probaganda algıyla yapılan katliyamları, “devletin güvenlik şemsiyesine” sokarak bize sunma versyonunu uyguluyordu. Yok siz habermaber istemiyorsanız da, dizielrle beyniniz dolup taşmaya hazır olsun. Bunlar olayların dahi nasıl örtüldüğünün önemli direk kanıtları olarak tarihin arşivlerinde araştırmacılarını beklemeye konuldu!
Çarşanbanın son yıllık basit yabancı kendimci gecemde yazıya odaklanmaya çalışırken; birden Diken COM TR yazarı Mevz İvının benzetmelerine takıldım! Hürüyet gazetesi eleştirel ince dokunmaların kimi vurgusu bana düşündürücü geldi! Yalanın nasıl kutsallaşıp siyasileşmenin, tarafcılıkla süsletilme örneklemler akıp gidiyordu. Hemen belirtecem: ivın da Miliyet gazetesinde köşe yazarıyken, muktedire uymadığı için kovulanlardan! Tıpkı “Dündar, Cemal gibi”… Kabataş yalanının nasıl “örtülü bacımıza saldırdıların” haberleştirip kitlelere sunulduğu, ancak. Yalan olmasına karşın okuyucularından özür dahi dilenmeme olayı yeniden anımsatılanlardan birisiydi! Hele muhabirin tank üzerinden Kürtlerin ne istediklerini anlama yerine, beyendirme resmiyesine girmesi benzetmesi oldukça başarılıydı.
Bunlar yılın sonundan birgün önce Çarşanba gecesi yazı yazarken yaşanıyordu! Bazı ilgisiz veya taraflı medya yılbaşı eğlenceleri ile yılın kendine göre analizini yaparken, dünyanın birçok yerinde yılbaşı falan dinlenmeyerek, bonbalar yağacak, yasaklar sürecek, savaşlar devam edecek ve insanlar mülteci kamplarında, kaçış yollarında, botrum altlarında saklanarak geçirecekler. Onlar, yılın değişimini birçok ülkedeki gibi atılacak havayi fişeklerle törenlerle değil, resmen korku ve bonba kurşun sesleri ile karşılaycaklar. Belki de yılın değişiminin farkına dahi varmıyacaklar. Ama bunu yaratan siaysiler ekrana çıkıp “mutlu yıllar” dileyeceklerdir!
Bizde de ironiler aldı başını gidiyor. Akıncı belli ki saray rüyasının etkisini, liderlik havasına öylesine kapıldı ki sanki tüm sorunu Anastasiyadis ile çözecek moduna takılıp, yeni yılın “müjdeli” sözlerini tekrarlamaya devam ediyordu. Oysa lütfedip bazı gerçekleri hiç söylemedi!Kendinin zamanında Eroğlunu veya Denktaşı sorguladığı şu soru kendine de yöneltilmesi gerekiyordu: “Siz Maraşı dolaşamadan, verme yetkiniz var mı? Askerin adadan çekilme yasal yetkiniz var mı? Türkiyeye rağmen adım atma durumunuz nedurumda”? Bunları artırmak mümkün. Şunu geneleştirelim: Kıbrısın Türkiye ilişki gerçeği malum. Peki: sadece Ortadoğu son gelişmeleri bize gösterdi ki ABD dahi kendi yandaşlarını tam denetlememe sıkıntısı yaşıyor. Bu bölgesel hegemonyacıların da keyfi bazı hamlelerini de yapma fırsatı veriyor. Bunlardan biri de tartışılmaz olarak Erdoğandır! Nitekim Türkiye hem Suriye, hem ırak politikalarında yaptığı darbelerle adeta tartışmalı halde olurken; Erdoğanın buna karşın otoriterliğini de artırdığı öteki paradoksal politik gerçek gerçekleşiyor. Nitekim; özelikle Kürtlere karşı nasıl tavır aldığı ortadayken; ırak ve Suriyede fetihci ruh ile içteki milliyetci ırkçı tabana da hitap ederken; Geri değil alma hesabı yaparken; Kıbrıs konusunda oluşturulan algı çözüm le kabulenme şansı var mı? Bu kuşku nedense hiç vurgulanmıhor! Kıbrıs sorunu tartıştırılıp, ama en temel merkezlerden Türkiye konumu hiç dile konulmuyor! Üstelik diplomaside Türkiyenin diyeceği önemliyken de…
Şunu ekleyelim: buraya gelip bize bazı senaryoların sözcülüğünü verenlerin, kesin doğruları değil de kamuoyu oluşturma ile kendine has gündemleştirme gerçekleri hep ötelenerek, sanki kesin doğrular söylenirmişcesine kabulendiriliyor! Onca aldatılmışlıklara rağmen, birçok yalan kanıtlanmalara karşın, hala inandırma olasılıkları devam etmekten de geri kalmıyor!Tıpkı Ortadoğu baharı veya özgürlük getirme probaganda algıları gibi! Hele de resmen bir telefonla işleri değiştirecek güçte olan devlet yetkililerin “her şey 2 liderin elindedir* Bu fırsatı kulanın” ezberleri onca yalanlanmalara karşın tutuyor sa; ben ne diyebilirim!
Onüçüncü maaş, protokol, Su dağıtım pasta kavgası aslında bize çok gerçek anlatması gerekirdi. Olmadı! Hat da şu garip yanlış da doğru olarak tartıştırılma uğraşında; koltukcu makamcı ile Türkiye yetkilileri anlaştı. Ama parti meclisi kabul etmedi! Gerçekten onca ünüversite hele de uluslar arası ilişkiler le hukuk etiketcilere karşın şu soru sorulmadı: yanlış düzeltilmedi: “Geçerli olan yapılan devletler arası veya bakanlar karşılıklı uzlaşmadır* Kabulden sonra parti meclisinin kabulenmemesinin ne hukuki nede bağlayıcı yönü var! Sadece imzalayan makamcı yerinden olur veya direk karşı olma devam edeilirse istifa edilir”! Bunu dahi bilmeden duygusal algı cihaletinde tarafcılık oyunu oynuyoruz.
Yine olaylara daldım ve yılın sonuna geldiğimizi dahi unutmak üzereyim. Ben bu son makalemi “ki siz önümüzdeki yıl okuyacaksınız” tamamlarken, geleceğin aydınlık ve umutlarla yeşermesini istiyorsak; önce bunu savunmalı, sonra örgütlenmeleri ve sonunda masaya dek gelip bunu talep etmeliğiz. Seyrederek ve eslimiyetle koltuklarda oturanların oluşturacağı yarınlar, parlak yarınlar değildir! Hiç dikat etiniz mi; Kıbrıs için “gaz, zenginleşme, AB algıları” bolca kulanırken, Mülkiyetlerin herkese göre kural ezberi ile tıkanırken, gerçekler kurban edilip güç le çıkarlar yoğurulurken, demokratik insani ölçekler hiç ama hiç gündeme gelmiyor! Bu dahi düşündürücüdür! Hepinize yeniyılda oldukça başarılı günler, yeni umutlarla kendi elerinizle yarınlarınızı çizme mücadelesinde görme amacıyla, makalemi senenin bu son gününde noktalıyorum.