Şimdi aslında şu anda cumhurbaşkanlığı seçimleri sırasında seçim amigoluğu yapıp da şimdilerde güya muhalefetçilikle uğraşanları gördükçe ne kadar samimidirler diye kendime de sormak isterim. Şunu da düşünmez değilim: Gerçekten iyi bir demokrat ne isterse olsun öncelikle demokratlığının gereği olarak özeleştiri yapmalıdır. Kendi egemenine karşı da söyleyecek sözü olmalıdır. Seçimlerden önce, geçmişte 1980’lerde yapılan bazı yanlışlar için özeleştiri yapılmasını istedik ama papara koptu ve hatta bu paparalar sırasında Alpay Durduran, CIA ajanlığıyla da suçlandı. Vay be, demek ki karşımızdaki insanlar tam devrimciydiler. Ama oysa kendileri de yapmış oldukları savunmalarda, statükodan yana olduklarını, empoze ile benimsetilen cumhuriyetten yana ağırlık koyduklarını açıkça ortaya koydular. Peki ne oldu sonuçta? Halkın çoğu da ona güvenerek oy verdi. Nasıl AKP’ye ve Tayyip Bey’e çoğunluk oy çıkmışsa bu kesime de oy çıktı. Peki ama gerçekten doğru konuşalım. Her zaman çoğunluğu sağlama herşeyi kazanmak mı? Yani azınlıkta kalanı ezecek anlamında mı çoğunluğu sağlama? Veya haklı mı? Öncelikle demokrasi hakkında konuşmamız gerekmektedir. İçi insan hakllarıyla dolu olmayan bir demokrasi demokrasi değildir. Yani azınlıkta kalanların da en az çoğunlukta kalanlar kadar hakkı olmadığı bir demokrasiye nasıl demokrasi diyeceğiz ki? Şöyle düşünelim: Bir lokantada 6o kişi vardır ve bunlardan sadec e bir kişi sigara içmemektedir. Sigara içmek ise yasaktır ve sigara içmenin sağlığa ne kadar zararlı olduğu da bugün bilimsel olarak kanıtlanmıştır. Şimdi bu gerçeğe rağmen, lokantadaki çoğunluk 59 kişi sırf bir kişi sigara içmiyor diye, yasağı kırıp sigara içmeye mi başlayacaktır yoksa yasağa uyup, o bir kişinin de insan hakkına ve sağlığına saygı gösterip sigara içmeyecek midir? Sigara içmeyecek ve o çoğunluk o bir kişinin hakkına da saygı gösterecektir. Yani şimdi Türkiye’nin %99’u Müslümandır diye geriye kalan %1 çeşitli dinlere mensup insanların hakları, söz ve örgütlenme hakları olmayacak mıdır? Olmayacaksa bu ne menem bir demokrasidir? Eğer bu %1’in hakkı olmayacaksa, Türkiye’deki idare resmen faşizmi ilan etmelidir.
Bir diğer dikkat çeken konu da şudur: Görülüyor ki Kıbırs’ta görüşmeler kapalı kapılar ardında olmaktadır ama arada sırada bizden çıkan demeçlere Güney aynı şekilde yanıt vermemekte, hatta Güney daha değişik yanıtlar vermektedir. Mesela toprak konusunda Güney’den daha değişik açıklamalar oluyor. Kuzey’de malın şimdiki sahibinin de söz hakkı olacak denirken, Güney’de esas mal sahibinin söz sahibi olacağı söylenmektedir. Şimdi şunu düşünelim: Kıbrıs’a Türkiye 20 Temmuz 1974 yılında gelmiştir. Kıbrıs ikiye ayrılmıştır. Türkiye Kıbrıs’ın garantörüydü. Peki ama garantör olarak ne yapmalıydı Türkiye? Gerekleri yerine getirdiği söylenebilir mi? Buraya nüfus getirilmesi ne kadar adil ve demokratikti? Hakkı var mıydı bunları yapmaya? Kaldı ki Güney’den getirilen Güneyli göçmenlere mallarının karşılığı, genelde verilmemiştir. Bu insanların da Güney’de malları vardır. Peki siz bu insanların çoğuna mallarının karşılığını vermemişseniz, Kuzey’de dağıttığınız, gerek partizanlarınıza, gerekse Kıbrıslıtürk veya Türkiyelilere, karşılığı olmayan bu mallları nasıl hak olarak vereceksiniz? Bunu AİHM’ye nasıl kabul ettireceksiniz? Madem ki malı kullananın da hakkı var, nasıl olur da bugün mal tazmin komisyonlarında tazminat mal sahibine verilmektedir de, malı elinde tutan ikinci şahsa “senin de hakkın var” diye birşey söylenmemektedir. Kuzey’deki kesimlere şunu sormak gerekir: Siz Güney’den getirdiğiniz insanlara niye eşdeğerlerini vermediniz ve bu eşdeğerlerin sahibi olacak kişileri, yani takas yapacak olanları korumadınız,onları korumak için ses yükseltmediniz de, şimdi ses yükseltmekte ve alanın elide kalmasını savunmaktasınız? Sağcı ve milliyetçi olduklarını savlayanların bu sorulara verilecek yanıtları maalesef yoktur. Kaldı ki Garantör olarak müdahale eden bir ülke niye bu olayı 41 seneye sıkıştırdı, uzattı ve eğer savaştan sonra çözseydi daha kolay olmasına rağmen bu işi geçiştirdi, artı niye Kuzey Kıbrıs’ta himayesinde başka bir cumhuriyet kuruldu ve buna da destek verdi? Garantörün görevleri arasında bu var mıydı? Anayasaya göre garantörler adayı bölemezdi.
AİHM’yi kuran bir Kıbrıslıtürk olmasına rağmen maalesef onun görüşlerine danışılmadan koçan verildi. Tutanın elinde kaldı. Peki bunca evrensel hukuk ve normlara rağmen bizdeki sağcı ve milliyetçi kesim niye bağırmaktadır şu anda? Statükonun devamı ve de alanın elinde kaldığı düzenin devamı için mi? Yani bozulmanın devam etmesini savunuyor milliyetçiler? Yazık be, dürüstlük timsali olması gereken milliyetçiler demek bu kadar aşağı düzeye indiler ha?Bu arada su konusunda da İsrail’le Türkiye arasında gaz ve su alışverişi olacağı, buraya su getirmenin esas amacının da bu olduğu konuşuluyor. Daha önce ses yükseltmeyenler, hala daha boyunları eğik, su konusunda bir karara gidemediler. Seçim yaptılar, hükümet ve cumhurbaşkanı seçtiler ama bu ülkeye egemen olamadılar.
Şunu da sormak geliyor içimden. Sahi siz 41 yıldır bizleri niye kandırdınız? Bu halka niye gerçekleri açıklamadınız? Yani iradenizin olmadığı bu ülkeyi yönetemeyeceğinizi niye açıklamadınız bu halka?