Genellikle Neoliberal popülizm etkinliği sonucu özelikle bırakın sosyalist içerikli kavramları, normal demokrat kuramlar dahi silikleştirildi. Yüzeysellik yanına içi boş kelimeler ekilerek anlamsız kavramlar yerleştirildi. Bunların basit olma kadar, sorgulanmadan yerleşmesi ile doğallaştı. Giderek kitlesel karşılık bulma sonucu da kitlesel kültür halini aldı. Doğallaşarak karşılık bulan kamuoyu yapısına ulaştı. Artık birçok kavram unutuldu, bazıları hiçleşip boşaltılarak anlamsız şekilde kültürleşti, bazısı da yanlışıyla kitleselleşerek anlamsızlaştırıldı. Bunlar bir anlamda sistemin tek yapılı olmasını da dayatan politikaya taşındı. Artık Faşizmi, Emperyalizmi kullanmaktan uzaklaşan, inanılmaz kötü ideolojilerin kitlesel karşılık bulduğu ve bunların bilgi yerine algı olarak yerleşip idolojikleştiğine tanık olduk. Bunun tamamlayıcı sonucu ise: Kapitalist yapının ekonomik krizi senelerdir yaşamasına karşın seçeneklerin sistem dışı oluşamaması* Faşist ırkçı partilerin kitlesel karşılık bulması* Din ve etnik kimliklerin faşistleşerek devlet biçimi oluşumunun doğalaşması gibi sistemsel ekonomik kriz, siyasal otoriteleşme ile kısırdöngü kısgacının oluşma sıkışmasına geldik.
Aslında ben yazıya başlarken fazla teori kesme niyetinde değildim. Fakat: başlayınca da bazı doğruları yazmadan edemedim. Buda benim kusurum! İşlemek istediğim konu Faşist devlet ile onun oluşturduğu politikanın kültürleşmesi sonucunun kitlesel yerleşme noktasına yoğunlaşmaktı. Anlatımı da teorilerle değil, güncel örneklerle taşlandıracaktım. Girişte fazla teori yapsam da şimdi son günlerin örnekleri ile ülkemizden başlayarak, nasıl faşistleşen devletlerin yaşamsal kültürleşme ile buluşmalarını aktaraacam….
Geçenlerde Kuzey Kıbrısda ilginç tartışmalar yaşandı. Bunlardan birisi de Ombusman ile yönetim kesimi arasında geçti. Normal koşullarda gayet basit geçecek ilişki, bizde banbaşka eksene kaydı. Ombusman 11 nilyon 250 bin dolarlık denetim amaçlı dış şirkete verilen para üzerine sorular sorar! İlgili makamcı enazından kurumsal olarak yanıt vermesi gereken Ombusmana yanıt verme yerine; resmen bildik teşkilat dönemiden gelip faşistleşen yetki sözlerini haykırdı: “Sen kimsin”! Genelikle Kıbrısın kuzey yöresinde egemen bloklar yönetirken ortaya çıkan yolsuzluklar veya çirkinlikler karşısında hep “sen kimsin* Ben böyle uygun gördüm, sana ne” gibi davranışları hep vurgulamaktadırlar. Hesap verme, doğruları söyleme veya denetime açık olma kuralarını hiç ama hiç bilmezler! Daha ilerisi de var: genelde bir yapıda yandaşlı yağma, yolsuzluk, hırsızlık gibi veya yandaş kayırarak bazılarına olanaklar sunulduğunda; bunlar açığa çıkınca da konuyu araştırma veya susturma adına “araştıracağız” deme yerine… Hemen “kim sızdırtı* Sızdırtanı bulursak vah haline! Gereken yapıldı denip” aslında hiçbir tavır koymadan konuyu kapatma teknikleri hep uygulandı. Nitekim senelerdir bağırta bağırta uçuşan yolsuzluklar, kayırmalar hepsi ya hiç konuşulmadı, ya “soruşturuluyor” denilip unuturuldu veya bazı kaçınılmazlıklar sonucunda yargıda zamana oynandı veya “takipsizlik” gibi kararlarla konu yok edildi.
Yukarda özetlediğim konurla özelikle “sen kimsin* Ben böyle uygun gördüm” tutumları teşkilat döneminden başlayıp ülkemizde resmen faşizmin yönetsel kural ile kitlesel kabulenme kültürünün en canlı örneğidir. En açık yalana dahi “sırf devletimiz zarar görmesin” deyip savunanlar; yolsuzlukları değil de bunu soranı suçlayarak haykırma bizde faşist özlemli kişiliklerin yetki ile kitlesel duygusal yerleşmenin örnekleridir. Bu yeri geldiğinde “ulusal çıkarımız” denip en çirkin gerçeklerin konuşulmamasını, yalan söylerken, doğrunun ret edilme idolojik değerini de yerleştirdi. Ötekine suç atma ile kendini korumada içindeki faşist kimlikler hep kolayca açığa çıkar. En keskin yalanı kanıtlarken, karşınızdaki yalanı direk savunma yerine, sizi “ulusalcı olmadığınızı, devleti sevmediğinizi” söyleyerek suçlar ve güç nedeniyle de destek bulur!
Alışılan işbirlikci kültür, kul olup yandaşlıkla kolayca çıkar sağlama uygulamaları butip görüşlerin kolayca yerleşmesini de sağladı. Çok basit: hala havadan destek alanlar, uyduruk ek mesayiciler, üertim yapmadan üretici desteği alma, yandaş yakın olanların ancak müdür müsteşar olacakları gerçeği gibi en basit işleğişlerde dahi bu ayrıcalık uygulanıp, ötekilerine kolayca “benden değilsin le” başlayan ayrışma, sonuçta ulusal denilen etnik karşıtla suçlamaya varan bir yapılanış oluştu. İşkali, rüşveti, yolsuzluğu, hırsızı, sahtekarı söyleyemeyecek duruma geldik. Direk yaşanan nice olayı dahi önemli ana akım medya resmi görüşten onay veya açıklama almadıkça yazamadığı bir koşul içinde nasıl faşist kültür yerleşmeyip, yönetim bunların ilkelerini uygulamasın?
Şimdi gelelim bizim direk bağımlı olduğumuz ülke türkiyeye: şu örnekle başlayalım… “Beyaz şov konusuna girecem. Şov ve magazin yapılırken, telefona çığlığı duyurtmak için öğretmen çıkar! Aslında öğretmen, aydın olmanın, insan yaşamının kendisinin sesi oluyordu. Nededi; çocuklar ağlamasın, çocuklar öldürülmesin”! Peki en doğal sözler olup, bunu herkes kolayca söylemesi gereken ifadeler olurken, neler oldu! İnsan olan herkes, bu çığlığı duyunca mutlaka etkilenir. Prokram sunucusu da öyle oldu. Salonda da kuklalar değil de insanlar vardı. Hernekadar devlet ötekinin acısını duyurtmak istemiyorduysa da, duyuldu. İnsanlar da insan olmanın duygusunu yaşadı. Fakat normal olup bunun fazla yankısı da olmaması gereken olay; birden bireysel linç etme ve sunucuya da yaptığı ne olduğu bilinmeden, sırf ötekinin acısını duyduğu için de özür üstüne özür diletildi! Normal bir iletişimi dahi savunamayan medya ise hemen gerçek yerine devlete yanına sığınıp onlarda özürcü korosuna katıldı. Oysa “çocuklara kıymayın” kelimesinden suç çıkarma savcıya dek ulaşılıp sorgulama başlıyor ise; bu devlet yapısı ile oluşan kültürün de adı sosyal bilimlerde, siaysal derslerde ve yönetsel olarak devlet biçiminde de adı faşizimdir!
Genelikle otoriter devletlerde yönetme şekli ile kitlesel destekler şu idolojik aygıtlarla kabulendiriliyor! Güvenlik olgusu hep öne çıkarılıyor. Güvenlikte olma duygusu ile oluşturulan yasaklama kabusu iç içe sokulup adeta algılarla yönetme yoluna gidilir. Kendileri konuşup sadece kendi lehlerinde bir medya oluşturulur. Göbelsin Hitler Almanyasındaki iletişim veya medya dersleri neyazık ki tarihte çok öne çıktı. Bundan her otoriter kesim gereken dersi alır. Sadece medyada kendi lehlerine probaganda yapma ve ötekini yasaklama değil; Göbelsin de vurguladığı “en büyük yalanı söyleyerek, kitlelere kabulendirme tekniğini d” gayet iyi kulanıyorlar. Kitleler biryanda korku piskolojisi, yanına yandaş olup hayat da kalmayı ekleyerek, doğruyu bilmeden yanlışla doğruculuk oynama durumunu kabulenir. Aslında insanların kimliksel üzerinden faşizme gitmeleri gayet kolay ve gidildiği zaman da çok tehlikelidir. İkinci paylaşım savaş öncesi Almanya ve İtalya, Neoliebral geçişte Latin Amerikadan Türkiyeye oluşturulan devlet biçimleri bunun en güzel örnekleridir. Son Kültürler çatışması ile dinlerin kulanılıp siyasal uygulamalarla nasıl dini faşist devletlerin de oluştuğunu bölgemizde bolca görürüz. Kişiler genelikle etnik kimlikleri veya inandıkları din konusunda tabuları oluşur. Bu siaysalaşıp sunulduğu zaman önce “muhavazakar” adıyla güzel tutuculuk politik yapılı konum yerleşirken, etnik ve dini kimliklerin siyasal örgütlenme süreçlerinde kolayca faşist koşula kolayca kayıp daha otoriterliği etnik veya dini esrumanlarla oluşturma gerçekleri vardır.
Faşizim sermayenin yönetim esrumanlarından birisidir. Faşizim devlet biçimlerinden de önemli otoriter yapılarından en acımasızıdıur. Faşist siyasal olayın kriz döneminde bizat gelişmiş Avrupa devletlerinde ilk uygulama gerçeği de vardır. Kitlesel açık sığınma aracı olarak da kulanılır. Türkiyede Kürt karşıtı Türk Milliyetcilikle faşist eylimlerin nasıl kitlesel linç hamleleri ile yönetimlerce kulanıldığını hep gördük. Ayni şeklini de mezhepsel konualrda tarihin en önemli sıçrama gerici durumalrda da yaşandı. Şimdi Türkiyenin batısı eyer doğunun acısını dahi paylaşmaktan uzak sa; devletin birçok yanlışını neredeise “kahramanlık” diye alkışlayan epey kitle var sa; Ortadoğuda dinsel çatışmalardan en korkunç faşist örgütler çıkıp, üstelik kitlesel destek de buluyorsa; bunların siyasal karşılığının olduğu anlaşılmaktadır.
“Ben en iyisini bilirim* Sen soru soraman* Yolsuzluğu yapsam da bana yaptın diyemen* Baskı yapıp katliyam yaparken de üstün olmanın sonucu oalarak başarı da kabuleniyorsanız, bunun nedeni de malum” gibi örnekleri artırmak kolaydır. Bakın istanbulda katliyam yapıldı. Bunu IŞİD yaptı. IŞİD Türkiyede daha önce özelikle Adanadan başlayan, Suruca ve ordan Ankaraya uzayan bir yol izledi. Hep katledikleri muhalif veya sol kesimler! Fakat öyle bir kulanım yapıldı ki katliyama uğrayan kesim onca acıya karşın destek yerine, destek olayı kapadan ve sanıkları saptırıp başkasını suçlayan kesime destek yöneldi. Bu olaylarla AKP oyunun artışı, Kamuoyunun önemli kısmının tüm gerçek ortadayken, suçun kime ayit olduğu inancı da düşündürücü oldu.
Son İstanbul olayı sonrası, Erdoğan her zamanki gibi ilk açıklamayı yaparken, daha konu anlaşılmadan yayın yasağı konulurken, şu açıklama manidardı! IŞİD adını dahi Kulanmayan Erdoğan, kısa birkaç cümle ile İstanbul katliyamını anlatıp, konuşmanın çok önemli bölümünü, sırf barış istediler diye Akademisyenlere göndermeler, tehditler yapıldı. Daha ileri gidip “YÖK sırf barış bildirgesi imzaladı diye akademisyenlere cezalandırma toplantısı yaptı! Kelimeleri, sevmeği dahi kendine endeksleyen anlayış ile oluşan kitlesel destek ilkemi elbet düşünülmelidir.
Faşist devletler böylesi operasyon algıalrla politik baskıalrla desteklerle kitle tabanı ile toplumsal linç yaparak hayat da kalmaya devam ediyor.